Türkiye’de normalleşmeyle birlikte vaka sayıları yükselişe geçti. Özellikle yoğun bakım ve entübe hastalar ile virüsten ölenlerin sayısındaki artışlar dikkat çekiyor. Bununla birlikte Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı test politikası da bir süredir sorgulanıyor. Epidemiyoloji uzmanları testlerin çoğaltılması ve kimlere test yapıldığının daha ayrıntılı açıklanmasını istiyor.
Bakanlık bir süre önce enfekte kişilerle teması olan herkese değil, sadece semptom gösterenlere test yapılacağını açıklamış, gelen tepkiler üzerine bundan vazgeçildiğini duyurmuştu. Ancak DW Haber’in görüştüğü sahadaki hekimler, test yaptırmanın güçlüğüne dikkat çekiyor.
İstanbul’da büyük bir kamu hastanesinde görev yapan bir hekim “Boğaz sürüntüsü alınan herkese test yapılmıyor. Artık ‘Şüpheli temasım var’, ‘İşyerimde birinde Covid pozitif çıktı’ gibi başvurular test yapılması için yeterli değil. Test yaptırabilmeniz için hastalık belirtileri göstermeniz şart” diye konuşuyor.
“Test yaptırabilmeniz için hastalık belirtileri göstermeniz şart”
Covid-19 servisinde çalışan ve ismini vermek istemeyen hekim, hastaneye başvurularda artış olduğunu, ancak enfekte kişilerle yakın temasta olduğunu söyleyenlere bile test yapamadıklarını anlatıyor.
“Test yapmaktan kaçınmak doğru değil”
Türkiye’de test politikasının başından beri yanlış ve eksik olduğu görüşünde olan halk sağlığı uzmanı ve Türk Tabipleri Birliği Covid-19 İzleme Grubu Üyesi Prof. Kayıhan Pala da Bakanlığın, kendilerinin ve Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği gibi sağlık çalışanları başta olmak üzere risk gruplarına test yapılması yaklaşımını benimsemediğine dikkat çekiyor.
Bakanlığın son bir hafta içinde test yapma algoritmasını gözden geçirdiğini ve Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın 24 Haziran açıkladığı gibi herkese test yapmak yerine olası vaka tanımına girenlere test yapmak gibi bir yaklaşım benimsediğini dile getiren Prof. Pala, “Test yapmaktan kaçınmayı biz doğru bir yaklaşım olarak görmüyoruz” diye konuşuyor.
Bakanlığın verilerine göre 25 Haziran’da 52 bin 303 kişiye test yapıldı. Ancak Prof. Pala, bu sayılara bakarak konuşmanın yanıltıcı olacağını savunuyor:
“İki noktanın altını tekrar ve tekrar çizmek isterim. Birincisi test sayısını biliyoruz, ama kaç kişiye yapıldığını bilmiyoruz. İkincisi test yapılanların özelliklerini bilmiyoruz. Olası vaka tanımına girdiği için mi, temaslılar mı, risk grubundakiler mi? Nedense Bakanlık bu verileri açıklamaktan sürekli kaçınıyor. Artık bu verilerin ellerinde yeterince iyi olmadığı ya da sınıflanamadığı ya da oradaki teknik ekibin yetersizliği nedeniyle sunulacak hale getirilemediği tartışmaları yürütülüyor. Umarım ki böyle bir şey söz konusu değildir. Çünkü Sağlık Bakanlığının özellikle bulaşıcı hastalıklarla mücadele tarihine yakışmayan bir yaklaşım olur.”
“Şu anda en önemli şey temaslılara test yapmak”
Acıbadem Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nadi Bakırcı da temaslı kişilere test yapılmasıyla ilgili bir standart olmadığını söylüyor. PCR pozitif saptanmış ya da klinik tanı almış Covid-19 hastalarının temaslılarına düzenli bir şekilde test yapılmadığını gördüklerini belirten Bakırcı şunları öneriyor:
“Belki aile hekimi tarafından telefonla aranıp semptomlar soruluyor, onu da bilmiyoruz açıkçası, ama test yapılmadığını görüyoruz. Halbuki tam da bu dönemde en fazla ağırlık verilecek şey bu. Pozitif olanların toplumda dolaşmaması, sosyalleşmemesi, çalışmamasını sağlayacak önlemler lazım. Çünkü açıldık.”
Kısıtlamalar gevşetilirken virüsle mücadele konusunda bütün sorumluluğun bireylere yüklenmesi de eleştirilere hedef oluyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 24 Haziran’daki basın toplantısında, “Salgının oldukça zor, pek çok bilinmezi de beraberinde getirdiği bir dönemi aştığımız konusunda hak edilmiş, dayanağı sağlam bir iyimserlik içindeyiz” demiş ve kontrollü sosyal hayat vurgusu yapmıştı. Maske takmanın ve hijyenin önemini tekrarlayan Koca, vaka sayılarındaki artışın beklentilerinin üzerinde olduğunu da söylemişti.
Prof. Pala, “Sayın Bakan öngörülerinde yanıldığını kabul ediyor” diyen Prof. Pala, Bakanlığın da bilim kurulu üyelerinin de epidemiyolojik verileri değerlendirmekte zorlandığını söylüyor.
13 Haziran’a kadar özellikle yoğun bakım ve entübe hastalar ile vefat edenlerin sayısı azalmaktayken 13 Haziran’dan itibaren artmaya başladığını hatırlatan Pala, “Sağlık Bakanı izledikleri politikanın ve yeniden açılmanın olumsuz etkilerini kabul etmek zorunda kaldı. Umarım ki bu kabul ediş bundan sonra alınacak önlemler konusunda yararlı olur” diyor.
“Aktif hasta sayısından on kat fazla”
Türkiye’deki aktif hasta sayısının açıklanandan on kat fazla olduğunu savunan Prof. Pala, bu öngörüsünün nedenini şöyle açıklıyor:
“Bakan, şu anda PCR testi de uygulananlar arasında pozitifliği binde 2,8 olarak açıklandı. Yani 220 bin civarında hastanın var olduğunu görebiliriz. Günlük bildirimlere göre aktif hasta sayısı da 22 bin civarında olduğuna göre on katın üzerinde bir hasta yükünün var olduğunu söyleyebiliriz.”
Pandemi hastanelerindeki doluluk oranlarının da vaka sayılarına paralel arttığı belirtiliyor. Halen pandemi hastanesi olarak hizmet veren İzmir’deki bir hastanede çalışan bir hekim, yüzde 80 doluluk oranına ulaştıklarını söylüyor. Acil dışında hasta kabul etmeyen devlet hastanesinde çalışan ve ismini vermek istemeyen acil servis hekimi şu bilgileri veriyor:
“Haziran başından beri artış var. Ama özellikle ikinci haftadan itibaren yoğun bakım hasta sayısı da artmaya başladı. Haziran ortasında dört hasta vardı 10’a çıktı. Ancak koronavirüs şüphesiyle başvuranlara test yapmak da yatışını yapmak da güçleşti.”
“Filyasyon çalışmaları yavaşladı”
DW Türkçe’nin görüştüğü, Türkiye’nin farklı bölgelerinde görev yapan hekimlerin verdiği bilgiye göre bir süredir filyasyon çalışmalarında da gevşeme söz konusu. Salgının iyi yönetilebilmesi için eldeki verilerin bir an önce ayrıntılı olarak açıklanması gerektiğini vurgulayan Prof. Kayıhan Pala, Bakanlığa çağrı yapıyor:
“Biz ısrarla Sağlık Bakanlığı’nı, Türkiye’deki filyasyon bilgilerini açıklamaya davet ediyoruz. Elimizde illere, ilçelere, yaş gruplarına, diğer değişkenlere göre durumu bilmediğimiz için hastalığın nasıl seyrettiği konusunda bir tartışmayı yürütemiyoruz. Ama Türkiye’nin bu tartışmaya, özellikle ehil bilim insanları tarafından ne kadar ihtiyaç duyulduğunu Sağlık Bakanlığı’nın hem açıklamadığı hem de açıkladığı verilerden rahatlıkla görebiliyoruz.”
Verilerin açıklanmaması, bilim insanlarının analiz yapmasını da zorlaştırıyor. “Ben ne zamandır salgının gidişatıyla ilgili verileri değerlendirmekten vazgeçtim, çünkü sağlıklı değil” diyen Prof. Nadi Bakırcı sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Sadece günlük sayılar açıklanıyor. Ama kimler olduğu, nerede yaşadıkları, yaş dağılımını bilmiyoruz. Bir yaş ortalaması veriliyor, gençlere doğru kaydığını görüyoruz. Ama yaş gruplarında dağılımının nasıl gittiğini, hangi şehirlerde, bölgelerde yoğunlaştığını bilmiyoruz. İstanbul’un ayrı, Ankara’nın, Diyarbakır’ın ayrı seyrediyor. Anladığımız o, sadece sayılardan oluşan günlük raporlar alıyoruz. Bununla bir salgını takip etmek, yorum yapmak gerçekten çok zor. Başta verilere takla attırıyorduk. ‘O öyleyse eğer bu böyleyse eğer’ diye tahminler yürüterek anlamaya çalışıyorduk. Ancak veriler olmadan salgının gidişatıyla ilgili her türlü yorum spekülasyon doğuruyor.”