Ana SayfaHaberlerGündem'Süreç'in iki tâyin edici faktörü'

‘Süreç’in iki tâyin edici faktörü’

 

2013 yılında ivme kazanan  çözüm süreci  2015 yılı Temmuz ayındaki Ceylânpınar’da iki polisin şehid edilmesiyle tümüyle rafa kalktı. Ve o günden bu yana gözler Suriye'de. Çünkü bugün artık konu üzerinde çalışan tüm isimler Suriye'de çözüm olmadan Türkiye'de de yeniden çözümden bahsedilemeyeceği konusunda hem fikir. Suriye'de gelinen son noktayı, referandum sürecini ve tüm bunların gölgesinde PKK ve HDP'nin pozisyonu ile rafa kalkan çözüm sürecini akademisyen Vahap Coşkun ile konuştuk. Rakka operasyonuna nasıl girileceğinin Türkiye'nin Kürt meselesi açısından da belirleyici olacağını söyleyen Coşkun'a göre şu anda Türkiye içinde Kürt sorununda yeniden masaya dönecek koşullar ortada yok. Vahap Coşkun, referandum sonrasında yaşanacakların da belirleyici olabileceğini söyledi.

 

2015 yılında Türkiye'de çözüm süreci gündemden kalktığı günden bu yana Suriye'deki gelişmelere bu perspektifi de ekleyerek bakıyoruz. İlk olarak size de bu noktadan bakarak sormak istiyorum. Nasıl değerlendiriyorsunuz Suriye'de yaşananları bu açıdan baktığınızda?

 

Şu anda benim öngörüm, IŞİD'in belirli bir bölgeyi kontrol eden devlet altı bir yapılanma gibi varlığını sürdüreceğini tahmin etmiyorum. 2017 yılı itibarıyla bu çok büyük bir ihtimalle sona erecek. Hem Musul hem de Rakka operasyonundan sonra IŞİD bizim bildiğimiz o formunu kaybedecek diye düşünüyorum. Bu IŞİD'in tamamıyla ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor. Yeraltına çekilebilir, sınırlı eylemlerde bulunabilir ama belirli bir bölgeyi kontrol eden, asgari bir devlet olma şartlarını yerine getiren bir yapı olmaktan çıkar diye düşünüyorum. Ondan sonraki süreçte Irak'ın ve Suriye'nin nasıl dizayn edileceğine bağlı olarak bölgede kartlar yeniden açılacak.

 

Bu konuda da iki büyük aktörün bazı konularda anlaştığını görüyoruz. Bunlardan bir tanesi mesela Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması. Ayrıca daha adem-i merkeziyetçi bir Suriye tasavvur edildiğini görüyoruz. Bütün yetkilerin tek merkeze bağlanmadığı, farklı bölgelerde farklı iktidar odaklarının hâkim olduğu yepyeni bir Suriye tasavvur ediliyor. Yine ABD ve Rusya'nin uzlaştığı noktalardan biri Esad'la bir geçiş döneminin olması. Burada da bir ortaklaşma söz konusu.

 

Türkiye'nin pozisyonunu nasıl görüyorsunuz?

 

Türkiye de bence Suriye'de toprak bütünlüğünden yana. Son gelişmelerden sonra Türkiye de Suriye ile ilgili politikasını revize etti. Esad'lı geçiş döneminin kabul edilemeyeceği ifade ediliyordu. Amu bugün bu söylemin dile getirilmediğini görüyoruz. Dahası zaten Astana'da masaya oturduğunda Türkiye, Esad'lı bir geçiş dönemini kabul etti. Artık Esad Türkiye için bir kırmızı çizgi değil. Şu anda asıl problem, Suriye'nin kuzeyinin nasıl şekilleneceği. Tüm güçlerin YPG'de olduğu bir yapılanmanın kendisi için bir tehdit olduğunu düşünüyor Türkiye. Bu anlamda bunu engellemek istiyor. Fırat Kalkanı Operasyonu'nun asıl amaçlarından biri de buydu.

 

"YPG'nin içinde yer almadığı Rakka operasyonu beklentisi gerçekçi değil"

 

Ne sağladı peki sizce Fırat Kalkanı Operasyonu?

 

İlk etapta amaç sınırdaki birleşmeyi engellemekti. IŞİD'i kendi sınırlarının ötesine attı. Belirli bir güvenli bölge inşa edildi. Ama orada da sınıra geldi. Bence Türkiye'nin gerek Fırat Kalkanı Operasyonu'nu yapmasında gerekse de bu kadar ilerlemesinde hem Rusya'nın hem de Amerika'nın onayı söz konusuydu. Şimdi Rakka operasyonu gündemde. Türkiye bugüne kadar bu konuda şunu savundu, "Rakka'ya operasyon yapılsın. Biz destek verelim ama içinde YPG olmasın." Ben bunun sahadaki gerçekliklere tekabül eden bir tez olduğunu düşünmüyorum, bunun bir imkanı yok. Amerika için mesela YPG tamamen işlevsel. YPG ve onu gölgelemek için tamamen ABD tarafından kurulan bir SDG var. Amerika orada çok büyük bir yatırım yaptı. Bu kadar büyük bir yatırım yaptığı bir örgütü Rakka operasyonunda kullanmayacağı düşünülemez ABD'nin. Dolayısıyla Türkiye'nin "YPG'nin içinde yer almadığı bir Rakka operasyonu" beklentisi gerçekçi değil.

 

YPG pozisyonu açısından Rusya'nın durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Rusya, 30 Eylül 2015'te direkt müdahale ettiği tarihten bu yana Suriye'deki en etkili aktör. Bugün rejimin geleceğini konuşurken salt Esat üzerinden değil, Rusya'nın nasıl bir tavır takınacağı üzerinden bunu konuşuyoruz. Şunu biliyoruz, Esat rejimi ve YPG arasında bir uzlaşma var. Baştan itibaren Esat rejimi ile YPG rejimi arasındaki ilişkilerde arabuluculuk yapan bir Rusya var. Rusya'nın da YPG kartını elden çıkarması düşünülemez. Aksine sadece Fırat'ın Doğusunda desteklemekle kalmıyor, Fırat'ın batısında da destekliyor. Dolayısıyla bu noktada da Türkiye'nin siyaseti gerçekçi değil.

 

"Türkiye resmin bütününü kaçırmak üzere"

 

Türkiye'nin YPG pozisyonu açısından ne olabilir bundan sonra?

 

Bir takım dönüşümler yapılabilir. SDG'nin kullanılacağı kesin ama SDG'nin içindeki Kürt unsurlarından ziyade Arap unsurların kullanılmasının oranın demografisine daha uygun olduğu bugün hem Rusya hem de Amerika Birleşik Devletleri tarafından dile getiriliyor. Kürt unsurların oraya gitmesinin bir çatışmaya sebebiyet verebileceği belirtiliyor. Mesela bu operasyonun SDG'nin Arap unsurları ile yapılması ile Türkiye planını revize edebilir. İkincisi, Suriye'deki yapılanmanın dönüşümü konusunda Türkiye bir alternatif geliştirebilir. Mesela Rakka operasyonunda Roj peşmergelerinin kullanılması olabilir. Bence asıl önemli olan unsur şu ve Türkiye resmin bütününü kaçırmak üzere, Suriye'nin geleceği konusundaki tasavvur. Suriye'nin eski Suriye olmayacağını biliyoruz. Toprak bütünlüğü olacak ama daha adem-i merkeziyetçi yapı içerisinde her bölgede farklı kimlikler hakim olacak. Dolayısıyla Türkiye'nin de böyle bakması ve Suriye'deki Kürt yapılanmaları ile ilişkilerini de buna göre kurması lazım.

 

Ortadoğu'daki gelişmelerin çözüm sürecine etkisi

 

Suriye'deki tüm bu gelişmeler, tüm bu karmaşa Türkiye'de içeriye, Kürt sorunu ile ilgili çözüm arayışlarına nasıl yansıyor?

 

Bence çözüm sürecinin başlamasında da Ortadoğu'daki gelişmeler etkiliydi. Sona ermesinde de öyle oldu. Başlamasında devlete hâkim olan anlayış şöyleydi, "Ortadoğu'da kazanlar yeniden kaynıyor. Dengeler ciddi anlamda değişiyor. Bu değişimi kuvvetli bir şekilde göğüsleyebilecek şekilde Kürt sorununu çözmesi lazım. Hatta sadece kendi sınırları içindeki Kürtlerle değil, diğer Kürtlerle de iyi bir ilişki kurması lazım." Yani, "İçerideki Kürt meselesini çözersek hem içeride sorunları çözeriz hem de dışarıdaki Kürtlerle iyi ilişkiler geliştirerek Ortadoğu'daki hakim aktörlerden biri olabiliriz düşüncesi vardı.

 

Bu hedef doğrultusunda bayağı da yol alınmıştı…

 

Öyle ama Ortadoğu çok hızlı değişen, zeminin kaygan olduğu bir yer. Bazı faktörler bu planın istenilen şekilde ilerlemesini imkansız kıldı. Bir IŞİD faktörü ortaya çıktı. Tüm dengeler yerle yeksan oldu. IŞİD'in hem Erbil'e hem Kobani'ye saldırması ortaya yepyeni bir durum çıkardı. Suriye iç savaşının başlaması önemli etkenlerden biri oldu. YPG orada fiili bir alan ele geçirdi. O dönem ilişkiler iyi bir şekilde yürütülebilseydi yani Kobani'ye ilk saldırıldığında Türkiye ciddi bir tepki koyup bunun püskürtülmesinde aktif bir rol alsaydı, çözüm sürecini yürütmek daha rahat olurdu. Hem de PKK'nin kentlerde başlattığı hendek savaşlarına girmek de önlenebilirdi.

 

Aslında Türkiye o zaman Peşmerge'nin topraklarından geçip Kobani'ye ulaşmasını sağlayarak büyük bir adım atmadı mı?

 

Kesinlikle öyle. İnsani noktada üzerine düşeni yaptı Türkiye. Saldırı olunca çok sayıda insan Türkiye'ye geçti.

 

Buna rağmen çözüm süreci en büyük darbeyi o dönemde yedi…

 

Ben şöyle düşünüyorum, Peşmerge'nin buradan geçmesine izin vermek çok büyük bir adımdı. Ama Kobani'ye saldıran IŞİD direkt hedef alınıp bir iki operasyon gerçekleştirilseydi daha etkili bir resim olurdu.

 

Masadaki iki senaryo

 

Aslında bugünü konuşmak istiyorum ama çok büyük kırılma noktaları olduğu için geçmişe dönüyoruz sürekli. Bugüne dönelim yeniden. Şu andan itibaren geleceğe dair aklınızdaki iki senaryoyu sorsam, nasıl toparlarsınız?

 

İyi senaryo şu, Türkiye atılacak bazı adımların ardından Rakka Operasyonu ile birlikte YPG ile yeniden konuşabilir hale gelebilir. Hem oranın dönüşümü hem de operasyonun yürütülmesi konusunda ortak mutabakat noktası oluşabilir. Bunun da karşılığı olarak Türkiye'de PKK'nin silah bırakması söz konusu olabilir. Bu iyi olan senaryo. Diğer senaryo ise özellikle 16 Nisan'dan sonra PKK, Türkiye'deki şiddeti artırır. Bu Türkiye'nin YPG'ye bakışını daha da sertleştirir ve Türkiye doğrudan YPG'nin olduğu alanlara müdahale edebilir. Bölge daha da istikrarsız bir hale gelir. Şu anda her iki senaryo da maalesef masada var.

 

Yeniden müzâkereye dönecek bir zemin kaldı mı sizce ortada?

 

Aslında tekrar bir çözüm sürecinin başlaması hem AK Parti'lilerin hem de HDP'lilerin ortak bir beklentisi. İnsanlar bugünkü koşullar altında bunun mümkün olmadığını da gayet iyi biliyorlar. Dolayısıyla, bugün itibarıyla 'Çözüm süreci yeniden başlasın, müzakerelere dönülsün' demek siyaseten gerçekçi değil. Tekrar müzakere sürecinin başlaması için sen ne öneriyorsun?

 

"Nerede kalmıştık diye başlayacağımız bir durum yok"

 

Tekrar bir görüşme olsa bile, artık zaten kiminle görüşüleceği bile karışık, aynı ortam olmayacak değil mi?

 

Hiç kuşkusuz… Nerede kalmıştık diye başlayacağınız bir durum yok. Çok büyük bir ihtimalle yeni bir çözüm sürecinin başlamasının şartları, yürütülme tarzı ve aynı zamanda aktörleri de değişecek.

 

Mesela geçen seneden beri biliyoruz ki PKK ve HDP de bölgede çok zemin kaybetti…

 

PKK burada kendi kitlesini hem de en güçlü olduğu yerlerde dahi kitlesel bir çatışmaya ikna edemedi. İnsanlar bunun gerçekçi olmadığını, kendilerine kaybettireceğini düşündüler. Eğer orada kitlesinin az bir kısmının bile desteğini almış olsaydı, Türkiye bu sorunla çok güç başederdi.

 

16 Nisan'ı burada nereye koyuyorsunuz?

 

Tabii sonuç 'evet' olursa bu Hükümet'e psikolojik olarak büyük bir güç vermiş olacak. Çünkü bu halk oylaması bir Hükümet değişikliğinden ziyade Hükümet politikalarının onaylanıp onaylanmaması meselesine dönüşüyor. Dolayısıyla bir güvenoyu işlevi görecek. Suriye politikasında ciddi bir değişikliğe sebep vermez tabii. Ama hayır çıkarsa ciddi bazı değişiklikler söz konusu olabilir.

 

Bölge açısından baktığımızda ise evet bu bir seçim değil ama bu oylama farklı bir anlam taşıyor. Çünkü HDP'nin Eş Başkanı ve milletvekilleri tutuklu. Belediyelerin çoğu kayyumda. Bugüne kadar bu konuda bölgede vatandaşın sessizliği hükümet politikalarına destek olarak yorumlanıyordu. İlk defa bu sandık ile birlikte göreceğiz vatandaşın duruşunun anlamını… Siz ne bekliyorsunuz?

 

Hem HDP hem de AK Parti seçmeni ile yapılan görüşmelerde şöyle bir durum var. HDP seçmeninin çok büyük bir ağırlığı partisinin tavrına uygun hareket edecek. AK Parti'li seçmen de büyük ölçüde partisinin tavrına uygun bir tavır alacak. Ancak her iki tarafta da kararsız grupların olduğunu görüyoruz. HDP açısından geçen yıldan itibaren HDP ile seçmeni arasındaki mesafenin henüz kapanmamış olduğunu görüyoruz. Diğer taraftan HDP'nin bu kararsız seçmenine ulaşması da yapılan operasyonlar nedeniyle son derece güç. AK Parti'nin kararsız seçmenleri açısından ise bir kaç nokta öne çıkıyor. Bu Anayasa değişiklik teklifinde genel olarak demokratik hakların alanını genişleten özel olarak da Kürt meselesinin çözümüne katkı sağlayacak herhangi bir düzenlemenin olmaması mesela bunlardan biri. Diğer taraftan bu teklifin MHP ile kotarılmış olması ve kampanyada milliyetçi bir dilin kullanılmış olmasının da AK Parti'li kararsız seçmen için önemli olduğunu söylemek mümkün. ama bir yandan da benim tahminim AK Parti'li kararsız seçmen bir evet kararsızı. Eğer sandık başına giderse muhtemelen "evet" oyu kullanacak. Tepki göstermek isterse muhtemelen sandığa gitmez.

Kaynak: Al Jazeera/ Muhabir Gonca Şenay

 

 

 

- Advertisment -