1919’da, özetle, “Şarkın Ermenistan’a terki”nin uluslararası camiada kabul gördüğü, Güney Kürdistan’da İngiliz egemenliğinin hüküm sürdüğü ve Anadolu’da Mustafa Kemal’in liderliğinde bir kurtuluş mücadelesinin başlatıldığı bir tablo vardır. Bu tabloda, Kürtlerin aktif desteğini almak, Mustafa Kemal için başarmanın olmazsa olmaz şartıdır.
Geçmişteki vazifeleri nedeniyle Diyarbekir ve Bitlis’te bulunan Mustafa Kemal, bu yörelerin ileri gelenleriyle yazışmalarında Kürtleri ve Türkleri Osmanlı camiasının iki ana unsuru olarak tanımlar; içinde bulunulan sıkıntılı halin ancak Müslüman Kürt-Türk birlikteliğiyle aşılabileceğini söyler.
Mustafa Kemal’in Kürt ve Kürdistan meselesine yaklaşımı iki noktada özetlenebilir. Birincisi, “müstakil Kürdistan” fikrine ve bunun için çalışanlara şiddetle karşı durmasıdır. Cemilpaşazade Kasım Bey’e gönderdiği mektupta bu düşüncesini bütün açıklığıyla yazar:
“Kürtlerin devletten ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini tasvip etmem. Çünkü bu teori, muhakkak Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır… Tabii ki bunu reddettim ve reddedeceğim. Kürtler ve Türkler birbirinden koparılmayı kabul etmez öz kardeşlerdir.” (s. 158)
“Kürt kardeşlerimin her türlü hukuk ve imtiyazların verilmesine tamamen taraftarım”
İkincisi ise, o dönemdeki hâkim görüşe uygun olarak, Osmanlı camiası içerisinde Kürtlerin haklarını koruyacak ve gelişimlerini mümkün kılacak bir idari sistemi savunmasıdır. Kasım Bey’e mektubunda çözüm için her türlü hakkın ve imtiyazın verileceğinden şüphe edilmemesi gerektiğini belirtir:
“Bugün için vicdani borcumuz Kürtler, Türkler, bütün İslami unsurlar tek bir vücut ve tek yürek olarak bağımsızlığımızı savunmak ve vatanın parçalanmasını önlemektir. Türk ve Kürt milletlerinin yüce maksadı elde etmeye azmetmeleri sayesinde tamamen emin olabiliriz. Bende bu kanaat sarsılmazdır… Kürt kardeşlerimin hürriyetinin ve refah ve ilerlemesinin vasıtalarını sağlamak için sahip olmaları gereken her türlü hukuk ve imtiyazların verilmesine tamamen taraftarım. Fakat Osmanlı Devleti’ni parçalanmaya uğratmamak şartıyla görüşüme katılacağınıza şüphe etmem.” (s. 158-159)
İttihat ve Terakki’nin son sadrazamı Talât Paşa’ya gönderdiği 29 Şubat 1920 tarihli mektubunda da Mustafa Kemal, gayelerinin “Türk ve Kürt milli sınırlarıyla sınırlanan Türkiye”yi bölünmekten kurtarmak olduğunu yazar:
“Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namına vücuda getirilen milli birlik, Erzurum ve ardından Sivas genel kongrelerinde tespit edilen esaslara göre, Türk ve Kürt milli sınırlarıyla sınırlanan Türkiye’yi taksim olmaktan kurtarmak ve Osmanlı devlet ve milletlerinin bağımsızlığını temin etmek gayesini hedefledi. Bu gayeye ulaşmak için fiilen ve zımnen Müdafaa-i Hukuku esas aldı.” (s. 149-150)
Mustafa Kemal, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni ve Diyarbekir Kürt Kulübü’nü bu amacın önündeki en büyük engel olarak görür. Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerini öne çıkararak onlara karşı güçlü bir muhalefet örgütler. Diyarbekir mebusu Kamil Bey’e çektiği şifreli telgrafta, Şark Vilâyetlerinin Ermenilere verilmesini engellemek için bölgede asayişin sağlanması ve milletçe tam bir fikir birliği içinde olunması gerektiğini belirtir ve bu bağlamda Kürt Kulübü’nün çalışmalarından duyduğu rahatsızlığı anlatır:
“İşitilenlere göre, dış düşmanlarımıza karşı din kardeşlerinin el ele vererek sevgili topraklarımızı kurtaracağı bu tehlikeli anda Diyarbekir’de Kürt Kulübü ile Türkler arasında bazı çeşitli muhalefet varmış. Bunun her iki kardeş ırk için ne elim neticelere sebep vereceğini siz de çok iyi takdir edersiniz. İdare usulü, ırkların haklarının korunması gibi arada halledilecek aile meselelerinin dış düşmanın milli haklarımızı ve bağımsızlığımızı ayaklar altına almaya başladığı bu günlerde ortaya atılmış en büyük hıyanet olacağından, vatanın kurtarılması için milli birliğin hedef alınması bakış açısıyla Kürt Kulübü’ne gerekli öğütlerde bulunulmasını memleket selameti adına rica eder, neticenin yazıyla bildirilmesini beklerim.” (s. 152)
Kuvayı Milliye’ye göre, Kürt Kulübü’nün faaliyetleri, Kürdistan’ın Osmanlı vatanının bir parçası olduğu yönündeki fikirlere zarar vermektedir. Dolayısıyla çalışmaları önce askıya alınan Kürt Kulübü, bir buçuk ay sonra, 21 Temmuz 1919’da “memleketin selameti” adına tamamen kapatılır. Bağımsız Kürdistan fikrinin aslında Ermenistan’ın teşkiline dönük bir adım olduğunu iddia eden hükümet, kulübün kapatılmasından ötürü Kürt aşiretlerinden gelebilecek tepkiyi de asgariye indirir.
“Kürtlere ve Türklere düşen mukaddes vazife”
Kürtleri Osmanlı vatanı ve Kuvayı Milliye mücadelesi içinde tutmak için, Doğu vilayetlerinin Ermenistan’a verileceği konusu sürekli canlı tutulur. Meselâ, Erzurum Kongresinin hazırlıkları esnasında, Erzurum’daki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından ilgili yerlere gönderilen yazıların hepsinde, bölgenin Ermenistan’a tek edilmesi ihtimali bir hareket noktası olarak ele alınır. Buna karşı, Türklerin ve Kürtlerin birlikte mücadele etmelerinin zorunlu olduğunun altı çizilir. Erzurum’daki Cemiyetin, bir kongre düzenlenmesi hususunda Van, Bitlis, Mameretülaziz, Sivas ve Erzincan vilayetlerine gönderdiği yazıda şöyle denir:
“Şark vilâyetlerinin Ermeni idaresine terk edileceğine dair kati emareler ortaya çıktı. İslam tarihi için kara sahifeler hazırlanmaktadır. Vilâyat-ı Şarkiyye baştanbaşa bir Müslüman memleketi ve İslam geleceğinin kapısı olduğundan ve bu vilâyetlerimizi kan, din, tarih kardeşi olan Kürt ve Türk’ün namus ve hamiyetine mevdu bulunduğundan, bugün bize teveccüh eden dini ve tarihi vazife pek büyük ve pek mukaddestir.” (s.173)
Mustafa Kemal, Diyarbekir delegelerinin Erzurum Kongresine katılmaları için özel çaba sarf eder. Ancak Elaziz ve Diyarbekir delegeleri kongreye katılmaz. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Rauf Bey ve Kazım Bey’in (Karabekir) imzalarıyla Diyarbekir’e bir telgraf gönderilir ve bu vilâyetten seçilen delegelerin Sivas Kongresine katılımlarının sağlanmasının vatani bir görev olduğu belirtilir. Kongre tamamlanırken 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye belirlenir. Kongreye katılmadığı halde Mutkili Hacı Musa Bey Temsil Heyeti’ne seçilir. Mustafa Kemal’in önerisiyle gerçekleşen bu seçimin maksadı, Kürtleri sürecin içinde güçlü bir şekilde tutmaktır.
“Vatan menfaatlerine aykırı”
Erzurum’dan sonra 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresi toplanır. Hazırlıklar yapılırken, Kongre’nin bir İttihat ve Terakki organizasyonu olduğuna dair görüşler kamuoyunda ağırlık kazanır. Mustafa Kemal ve arkadaşları bu havayı dağıtmak için, kongre yemin metnine İTC ile bir alâkalarının olmadığını ifade eden bir ibare koyarlar:
“Vatan ve milletin saadet ve selametinden başka kongrede hiçbir maksat takip etmeyeceğime, vatanın bugün uğradığı zorlukların ve felâketin müsebbibi bulunan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin canlandırılmasına çalışmayacağıma ve mevcut siyasi partilerden hiçbirinin siyasi emellerine hizmet etmeyeceğime, vallahi, billahi…” (s. 245)
Mustafa Kemal Sivas’ta kongre ile ilgili çalışırken İngiliz binbaşısı Noel de Malatya’ya gelir. Seyahati Kürdistan Teali Cemiyeti’nce desteklenen Noel’e, Bedirhani ailesinden Celâdet ve Kamuran Beyler ile Diyarbekirli Cemilpaşazade Ekrem Bey eşlik eder. Kürtlerin Kuvayı Milliye dışında herhangi bir yola girmelerini çok büyük bir tehlike addeden Mustafa Kemal, her ne pahasına olursa olsun Noel’in seyahatinin engellenmesini ister ve Temsil Heyeti’nden Noel dışındaki herkesin tutuklanmasını içeren bir karar çıkartır.
Bu esnada İstanbul hükümeti, “vatan menfaatlerine aykırı” gördüğü için Sivas Kongresinin toplanmasını engellemeye çalışır. Dâhiliye ve Harbiye Nazırlarının imzalarıyla Elaziz valisi Galip Bey’e bir telgraf çekilir. Şifreli bir telgraf ile Galip Bey’e, Sivas’taki kongrenin düzenlenmesini engellemek üzere Sivas valisi olarak atandığı bildirilir. Galip Bey’den istenen, Kürtlerden itimat edilen yüz, yüz elli kadar süvariyi yanına alarak, gizlice ve hiç kimsenin beklemediği bir anda Sivas’a varması ve kongrenin toplanmasına müsaade etmemesidir.
“Kürt eşkıyasıyla Sivas’ı basmak”
İstanbul hükümetinin Kürtleri kullanarak Kongreyi engelleme planını boşa çıkarmak için Mustafa Kemal, bakanları ve valiyi vatan hainliğiyle suçlar ve gerçekle bir ilgisi olmadığı halde, bu planı “Hilafet ve Saltanata karşı İngiliz desteğiyle bağımsız bir Kürdistan kurma planı” olarak niteler. Noel’in ve Bedirhanilerin seyahatini sonlandıran Mustafa Kemal, hem İstanbul hükümetine hem de Kürt Teali Cemiyetine karşı büyük bir psikolojik üstünlük elde eder.
“Sivas’ın Kürt eşkıyasıyla basılması” planına Kuvayı Milliye liderleri, Kongre’nin ardından da şiddetli tepki gösterir. Karabekir de, 12 Eylül 1919’da Sadaret’e gönderdiği yazıda Harbiye ve Dâhiliye Nazırlarını “iki din kardeşini ve tarihin aynı ırktan olan iki evladını, yani Türk’le Kürd’ü birbiriyle çarpıştırmak isteyen… hainane bir suikastın tertipçileri” olarak tanımlayarak çok ağır bir dille suçlar. (s. 256) Mustafa Kemal de Müşir Fuat Paşa’ya 17 Eylül 1919’da çektiği telgrafta, Sadrazam Ferit Paşa ve bahse konu nazırlar için aşağılayıcı sözler sarfeder:
“Bu sadrazamın cinayetlerinin ortağı olan Dâhiliye ve Harbiye Nazırları da milletin sesini boğmak, meşru ve kanuni bir toplantıyı tanımamak, Kürt ile Türk’ü birbirine hücum ettirerek İslamlar (Müslümanlar) arası boğazlaşmaya sebebiyet vermek gibi hainane fiili teşebbüslere girişiyorlar.” (s. 267)
Kongreden sonra Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye adına Şatzade Mustafa Ağa, Kâhtalı Hacı Bedir Ağa, Cemilê Çeto gibi Kürt ağalarına ve ileri gelenlerine teşekkürlerini sunan telgraflar gönderir:
“Sizler gibi din ve namus sahibi büyükler oldukça Türk ve Kürd’ün yekdiğerinden ayrılmaz iki öz kardeş olarak yaşamakta devam eyleyeceği ve Hilafet makamı etrafında sarsılmaz bir vücut olarak dâhili ve harici düşmanlarımıza karşı demirden bir kale halinde kalacağı şüphesizdir. Cenab-ı Hak mesainizi kabul eylesin.” (s. 266)
“Türk ve Kürtlerle meskûn yerler”
Kuvayı Milliye’nin “hain” olarak nitelediği Damat Ferit’in istifasından sonra Ali Rıza Paşa’nın kurduğu kabine, Heyet-i Temsiliye ile bir mutabakat arayışına girişir. Amasya’da görüşmeler gerçekleşir ve nihayetinde Amasya Protokolleri olarak bilinen metinler imzalanır. Birinci Protokol, milli hareketin müdahale sınırlarını ve tarafların üzerinde uzlaştıkları genel çerçeveyi belirler. İkinci Protokol’ün 1. Maddesi, Osmanlı ülkesinin sınırlarını çizer:
“Beyannamenin birinci maddesinde Osmanlı Devleti’nin tasavvur ve kabul edilen sınırı Türk ve Kürtlerle meskûn araziyi ihtiva eylediği ve Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılmasının imkânsızlığı izah edildikten sonra, bu sınırın en asgari bir talep olmak üzere elde edilmesinin temini lüzumu müştereken kabul edildi.” (s. 282)
Birinci maddenin devamında da Kürtlerin sahip olacakları haklara değinilir:
“Kürtlerin serbestçe gelişimlerini temin edecek şekil ve surette örfi ve toplumsal hukukumuzca müsaadelere mazhar olmaları dahi terviç ve yabancılar tarafından Kürtlerin bağımsızlığı -zahir maksadı- altında yapılmakta olan tezviratın önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce malum olması hususu münasip görüldü.” (s. 283)
Kürtler, Amasya Protokollerinin tarafı değildir. Lâkin Osmanlı hükümeti ile Temsil Heyeti arasında akdedilen hükümler Kürtler için üç noktada önem taşır. Her iki taraf da: Bir, Kürtleri Osmanlı camiasının temel bir unsuru sayar. İki, Osmanlı memleketinin Kürtler ve Türklerden meskûn olduğunu kabul eder. Ve üç, Kürtlerin serbestçe gelişim hakkının tanınacağını kayıt altına alır.
İki hareket tarzı
Lâkin sonraki gelişmeler bu istikamette seyretmez. “Türk ve Kürt Osmanlı camiasının ayrılmaz iki öz kardeşidir” ve “Osmanlı memleketi, Türklerin ve Kürtlerin meskûn olduğu yerleri kapsar” anlayışı üzerine oturan kurtuluş mücadelesi başarıya ulaştıktan sonra kurucu kadro rotayı bambaşka bir yöne çevirir. Mustafa Kemal hareketi, Saltanat ve Hilafete son verir, Kürtlere verilen sözleri unutur ve yeni devletin hamurunu toplumun tarihi ve sosyolojik gerçekleriyle bağdaşmayan bir ideoloji ve sistemle yoğurmaya çalışır.
Mustafa Kemal Paşa’nın ve onun önderlik ettiği hareketin felsefi ve politik değişiminin ne zaman ve nasıl gerçekleştiğine dair farklı açıklamalar getirilebilir. Bununla birlikte, Mustafa Kemal’in Talât Paşa’ya yazdığı 29 Şubat 1920 tarihli mektup, değişimin nedenini tespit etmede yol gösterici olabilir:
“Ben hareket safhasını ikiye ayırıyorum. Birincisi, barışa kadar takip olunacak hareket tarzı, ikincisi barıştan sonra tavır ve hareket. Bunlar birbirinden farklı olmak lâzım gelir. Çünkü bugün yalnız dâhili düşmanlarımıza karşı değil, onlarla beraber doğrudan doğruya İtilaf Devletleri’ne bilhassa İngilizlere karşı vaziyet ve tedbir almak durumundayız.
Hâlbuki bağımsızlığımız saklı kalmak şartıyla bir barış imzalandıktan sonra yalnız dâhili hasımlarımızla karşı karşıya bulunacağız ki, bugünkü genel ve yaygın kuvvet ve nüfuzumuzu iyi muhafaza ettiğimiz takdirde, bu zavallılara layık oldukları muameleyi tatbikte hiçbir müşkülat tasavvur etmiyorum.” (s. 363)
(*) Independent Türkçe, 11.02.2020. Temel kaynak: Sinan Hakan, Türkiye Kurulurken Kürtler (1916-1920), İletişim Yayınları, 2013, İstanbul.