Ana SayfaHaberlerGündemYanlış olan strateji değil, stratejinin değişmesi

Yanlış olan strateji değil, stratejinin değişmesi

 

Son günlerde seslendirilen bir tez var. Türkiye bir türlü Kürt fobisinden kurtulamadığı için Suriye’de başını derde soktu. Ben tersini düşünüyorum. Türkiye Suriye’de, sınırlarının hemen dibinde bir PKK devleti kurulmasını engelleyen bir politika “izlediği” için değil, bu yönde kurguladığı ve gayet iyi götürdüğü stratejide dramatik değişikliklere gittiği için başını derde soktu.

 

Suriye’de her şeyin başlangıcı 2011 yılı oldu. Türkiye bir süre belâya bulaşmak istemedi. Neden, nasıl oldu bilemiyorum ama bir yerden sonra bulaştı. Muhalifleri silâhlandırdı, sınırlarını oraya gitmek isteyen cihatçı örgütlere açtı. Bu tutumu 2014’e kadar sürdü. 2014’te Kobani’nin IŞİD tarafından işgal edilmesinden sonra Amerika PYD-YPG’nin yanında yer alınca tereddüde kapıldı. Çünkü Amerika desteğinde bir PKK devletini ulusal güvenliği için daha tehlikeli gördü.

 

Bir yıl sonra, yani 2015’te Rusya Suriye’ye müdahil oldu. Türkiye, sınırlarının dibindeki tehlikeyi gidermek için 2016 yılından itibaren Rusya ile işbirliğine gitmek dışında seçeneği olmadığını gördü. Çünkü başka türlü PKK insiyatifindeki bir Kürt bölgesini durduramayacaktı. Pentagon Türkiye’nin bu yöndeki feryat ve figanını duymak dahi istemiyordu.

 

Şimdi burada duralım ve bir sorgulama yapalım. Türkiye’nin PKK devletini kendi ulusal güvenliği için tehlike görmesi yanlış bir değerlendirme miydi? Hayır, kesinlikle değil. O günlere gidelim. Barış masası Kandil tarafından devrilmiş, kendi topraklarında hendekler kazılmış, çok ağır bir PKK şiddeti ile yüz yüze gelmiş. Bu ortam ve şartlarda PKK devletinin kuruluşuna rıza gösteremezdi. Peki, Rusya ile PKK devletini durdurmaya yönelik işbirlikleri geliştirmesi yanlış bir strateji miydi? Amerika ve Batı kendisini anlamayınca kendi yararına olacak diğer işbirliği seçeneklerine başvurması gayet anlaşılır, rasyonel bir tutumdu.

 

Yeni faz

 

Türkiye’nin üç fazlı (2011-2014, 2014-2016, 2016 ve sonrası) giden Suriye stratejisi, 2019 yılı Aralık ayından itibaren dördüncü faza girdi. Bu fazda Rusya ile ilişkileri İdlib yüzünden gerginleştirme, restleştirme kararı alındı. Ben hâlâ daha neden bu şekilde davranıldığı konusunda kendimce mantıklı bir açıklama bulabilmiş değilim.

 

Özellikle Türkiye’nin Libya’da Rusya’nın karşısına Suriye’deki İslamcıları çıkarmasından sonra, İdlib’de tansiyon tırmandı da tırmandı. En son 33 fidan toprağa düştü. Dolayısıyla Türkiye, bir Kürt devleti kurulmasını durdurma stratejisi başarısız ve gereksiz olduğu için değil, Rusya ile geliştirdiği işbirliğini 180 derece değiştirecek atraksiyonlara gittiği için, Suriye'de çok ciddi bir krizle karşı karşıya kaldı.

 

Ben bu değişikliğin altı temel sebepten dolayı yanlış olduğunu düşünüyorum.

 

(1) İdlib’in Türkiye için önemi tartışmasız. Ancak bu önem Türkiye’nin kendisini “ya kazan ya kaybet” ikilemine sıkıştırmasını gerektirecek kadar stratejik değil. Hele hele oraya hiç “PKK devletini önleyecek çok önemli yerdir” diyemeyiz. İdlib, Türkiye’nin Suriye oyun planında olsa olsa taktik başlığı altında düşünülebilir. Zaten Türkiye bugüne kadar Suriye’de ne kazandıysa İdlib’e taktik bir işlev yüklediği için kazanabildi. Ama onun bu özelliği, Humus, Doğu Guta, Dera ve Kuneytra’dan muhaliflerin getirilmesiyle birlikte önemini kaybetti. O yüzden Türkiye’nin ya kazan ya kaybet ikilemiyle taktiğe stratejik amaç yüklemesinin izah edilir bir mantığı bulunmuyor. Bu, araçların amaçsallaştırılması sonucunu doğurur.

 

(2) Türkiye’nin İdlib hassasiyeti, nüfus göçünü artırması yüzünden olabilir. Bu hassasiyet doğru bir hassasiyettir ve sürmelidir. Ne var ki bu hassasiyet de ancak ve ancak Rusya ile doğrudan, Suriye rejimi ile dolaylı ilişki geliştirilerek karşılık bulabilir. Meselâ üç ülke, İdlib’ten göç edenleri Suriye içinde koordineli bir şekilde belirli yerlerde toplayabilir. Böylece göç önlenebilir. Türkiye doğrudan Rusya’yı karşısına alarak veya İdlib’te çatışmaları daha da artıracak şekilde oradaki muhaliflere silah ve cephane yardımı yaparak göçü durduramaz. Böylesi bir tutum çatışmaları daha şiddetlendirir, göçü daha artırır.

 

(3) Türkiye’nin Suriye’de stratejik düzeyde belirlenen üç önceliği var. İlk önceliği Suriye’deki çatışmalı ortamın en kısa sürede bitirilmesi, ülkenin normalleşmesi, Türkiye’nin de normalleşen bu ülke ile ticari ilişkilerini geliştirmesidir. İkinci önceliği ülkenin toprak bütünlüğüdür. Üçüncü ve esas önceliği küresel aktörler tarafından himaye edilerek geliştirilen Kürt siyasi aktörlerinin yarı-devlet statüsüne kavuşturulmamasıdır. Rusya ile restleşme belirlediği tüm önceliklere zarar verdiği için de doğru ve rasyonel değildir.

 

(4) Türkiye’nin Rusya ve Suriye rejimi ile karşı karşıya gelmesi zamanlama açısından da doğru bir taktik değildir. Suriye’de artık sona gelindiği, anayasa yazımı çalışmalarına girildiği bir dönemde Türkiye’nin Rusya’yı karşısına alması, anayasa yazım sürecinde etkili olamaması sonucu doğurabilir. Daha da önemli husus: Türkiye’nin muhaliflere silâh ve ileri teknoloji desteği vermesi Rusya’yı da aynı yönde davranmaya, PKK’ye askeri, siyasi, lojistik, finansal destek vermeye sevk edebilir. Bu da tıpkı Afganistan’da olduğu gibi PKK’yi Talibanlaştıran bir sürece yol açabilir.

 

(5) Türkiye, Rusya’nın ve rejimin dolaylı desteği ile Suriye’de önemli yerler edindi. Türkiye’nin buralarda kalıcı olarak kalmak yerine, bu yerlerin kendi ulusal güvenliğine tehlike oluşturmayacak şekilde yeni bir anayasa ile ülke bütünlüğüne eklenmesi yaklaşımını izlemesi, en doğru olanıdır. Bu da Amerika, Batı, Rusya ve rejim ile diplomatik ilişkileri kesmemesini, kazan-kazan yaklaşımını sürdürmesini gerektirmektedir.

 

(6) Türkiye’nin İdlib hassasiyetinin abartılı hale gelmesi yüzünden, Türkiye’nin ABD ile Suriye’de yeniden NATO ilişkisine geçiş yapması bir tercih olabilir. Bu yönde yaklaşımlar da sergilenebilir. Hiç sorun değil. Ama bunun bedeli Rusya’yı karşımıza almak olmamalıdır. Ayrıca, Amerikalıların Suriye’de murad ettikleri ile bizim murad ettiklerimiz, antagonist bir birliktelik oluşturmaktadır. O yüzden Türkiye’nin bağımlılaşarak değil özerkleşerek ABD ile ilişki kurması en doğru olanıdır. Ancak bu şekilde hareket ederek, ulusal çıkarlarını önceleyen bir ilişki geliştirebilir.

 

Özetle, Suriye meselesi tek parametre ile izah edemeyeceğimiz, çoklu parametrelerin hep birlikte etkili olduğu, karmaşık ve kaotik bir sürecin yönetilmesini gerektirmektedir. Doğru olan, Türkiye’nin kendi öncelikleri doğrultusunda bir oyun planı kurmasıdır. Bu oyun planı kurulurken de Amerika’nın karşı oyun planının hem Suriye’de “Kürt devleti” inşa etmek, hem de bunun yaratacağı öfkeyi kendisi yerine başkalarına yöneltmek olabileceğini akılda tutmakta yarar var.

 

Bir yazım daha olacak. O yazıda da, sınırımızın hemen dibinde kurulacak bir Kürt teritoryalitesi Türkiye için tehlike midir, değil midir konusunu tartışacağım.

 

- Advertisment -