Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Osman Kavala davasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) uymadığı gerekçesiyle Türkiye hakkında ‘ihlal’ prosedürü başlatmasını; Kavala dosyasındaki oylamanın ortaya çıkardığı tabloyu; Kavala ve Demirtaş dosyalarının Türkiye-Avrupa ilişkilerinin seyrinde nasıl bir rol oynayabileceğini, NTV Strazburg temsilcisi Kayhan Karaca’yla konuştuk.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Osman Kavala dosyası hakkında ihlal prosedürünü başlatma kararı verdi. Bu kararın anlamı nedir?
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala’yla ilgili ara kararı beklendiği gibi çıktı. Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi’nin icra organı ve AİHM kararlarının uygulanışının denetleyicisidir. AİHM kararları kesinleşince Bakanlar Komitesi’nin önüne geliyor ve Bakanlar Komitesi de ilgili devletten AİHM kararını nasıl uygulayacağına dair bir eylem planı sunmasını istiyor; o eylem planına göre, uygulanıp uygulanmadığıyla ilgili değerlendirme yapılıyor.
Bu hafta alınan kararda, Mayıs 2020’de kesinleşmiş olan Kavala’yla ilgili AİHM kararının uygulanmadığı gözlemlendi. Bakanlar Komitesi o tarihten bu yana da zaten Türkiye’ye AİHM kararını uygulaması yönünde defalarca çağrıda bulunmuştu.
Türkiye ise kararı uyguladığı; Kavala’nın AİHM kararına konu olan dosyadan tahliye edildiği, başka bir dosyadan tutuklu olduğu gibi bir savunma yaptı, ama inandırıcı bulunmadı.
Sonuç olarak, Bakanlar Komitesi Eylül ayında uyardığı gibi ihlal prosedürünün düğmesine bastı. Düğmesine bastı diyorum, çünkü ihlal prosedürü henüz başlatılmadı. İki aşamalı bir süreçtir bu.
İhlal prosedürünün başlatılmasıyla ilgili nihai karar 2 Şubat 2022’de verilecek. O tarihten önce olası bir ihlal prosedürü hususunda görüş belirtmesi için Ankara’ya 19 Ocak’a kadar süre verildi. Aslında 12 Ocak olacaktı ama Türkiye’de bir sonraki Kavala duruşması 17 Ocak’ta yapılacağından, komite bir hafta erteledi bu tarihi.
Ankara’dan gelecek görüş, Bakanlar Komitesi’nin ihlal prosedürünü başlatması durumunda Kavala dosyasıyla birlikte AİHM’ne yollanacak.
2 Şubat’ta yapılacak Bakanlar Komitesi toplantısında, AİHM kararı uyarınca Kavala tahliye edildi mi edilmedi mi, ona bakılacak. Eğer 2 Şubat’a kadar Kavala tahliye edilirse ihlal prosedürü otomatik olarak düşer. Bu konu Bakanlar Komitesi’nde rutin olarak görülmeye devam eder ama ihlal prosedürü uygulanmaz.
İhlal prosedürü başlatılırsa Bakanlar Komitesi, “senin daha önce aldığın bu karar ilgili devlet tarafından uygulanmıyor, ilgili devlet buna dair görüş belirtti, bu görüş doğrultusunda kararın uygulanıp uygulanmadığını değerlendir” diyerek dosyayı AİHM’ne yollar.
Süreç böyle işlerse AİHM muhtemelen kendi aldığı kararın uygulanmadığını görünce ihlal tespitinde bulunacak ve dosyayı ilgili ülkeyle ilgili olası yaptırımlar için Bakanlar Komitesi’ne geri yollayacak. Bu işlem en az altı ay alır.
Bakanlar Komitesi aslında Türkiye’ye 2 Şubat’a kadar ek bir süre verdi, son bir şans tanıdı. Komite isteseydi Ankara’ya 6 haftalık süre verip, Ocak ayında Türkiye’deki Kavala duruşmasını dikkate almadan, AİHM kararı uygulanmamıştır diyerek ihlal prosedürünü başlatabilirdi.
Neden Türkiye’ye kolaylık sunarak ekstra bir süre verildi?
Bu, Avrupa Konseyi kulislerinde de konuşulan bir konu. Avrupa Konseyi ve konsey üyesi devletler Türkiye’yle kriz yaşamak istemiyor. İstenilen şey AİHM kararının yerine getirilmesi.
AİHM kararının yerine getirilmemesi durumunda hem Türkiye’yle kriz çıkacak, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve AİHM sistemleri bu süreçte yara alacak.
Çünkü ihlal prosedürü her ne kadar AİHS’de öngörülmüş olsa da, normalde kesinlikle olması istenmeyen bir durum. Bu olursa ister istemez “bazı ülkeler AİHM kararlarını uygulamıyor” tablosu ortaya çıkar ve nihayetinde yaptırım uygulansa bile başka ülkeler açısından da emsal olabileceği korkusu var. Avrupa kulislerinde sık sık dile getirilen bir kaygıdır bu.
“47 ülkeden 7’si AİHM’nin iş yükünün yüzde 80’ini oluşturuyor”
Karar için 47 Avrupa Konseyi üyesi ülkenin 3’te 2’sinin ‘ihlal prosedürü uygulansın’ yönünde oy kullanması gerekiyordu. Oylamada nasıl bir dağılım oldu?
Çok ilginç bir oylama oldu. 47 ülke arasında o bildiğimiz büyük Avrupa ülkelerinin yanı sıra Andorra, Lihtenştayn, San Marino gibi mikro devletler de yer alıyor. 47 sayısına onlarla birlikte ulaşılıyor. Avrupa Konseyi’ndeki oylamalarda Eurovision Şarkı yarışmasındaki gibi “bir ülke bir oy” kuralı geçerli. Nüfusu çok kalabalık bir ülkeyle mikro devletlerin oyu bir yani. Tabii kâğıt üzerinde böyle, perde arkasında başka güç dengeleri de rol oynuyor mutlaka. Küçük ülkeler öyle kolay kolay büyük ülke kararlarını bloke edemez ya da değiştiremez ama teorik olarak San Marino’nun oyuyla Almanya’nın oyu aynıdır.
Oylamadaki enteresan sonuç şu. İhlal prosedürünün kabul edilmesi için 47 ülkeden 32’sinin oyu gerekiyordu. 32’ye ulaşılmasına kesin gözüyle bakılıyor ve çok daha üzerine çıkacağı bekleniyordu. Neticede genel beklenenin altında 35 evet oyu çıktı.
Türkiye ve Azerbaycan’ın karşıt oy verecekleri zaten kesindi. Üçüncü aleyhte oy biraz sürpriz oldu: Macaristan. Avrupa Birliği’ne (AB) üye ülkelerin hepsi aynı zamanda Avrupa Konseyi üyesidir. AB üyesi ülkeler arasında üç ülke -Macaristan, Romanya, Polonya- ihlal prosedürü lehinde oy kullanmadı. Macaristan zaten dediğim gibi hayır verdi. Polonya ve Bosna-Hersek oylamaya katılmadılar, ki oylamaya katılmamak da bir tavırdır.
Bunlar dışında Rusya, Ukrayna, Romanya, Moldova, Arnavutluk, Gürcistan ve Sırbistan çekimser kaldı. Yani 12 ülke “Türkiye’ye ihlal prosedürü uygulanmasın” dedi.
Bu ülkelerin şöyle bir ortak paydası var: AİHM’nde haklarında en çok dava başvurusu olan devletler olma özelliğine sahipler.
Türkiye, Azerbaycan, Rusya, Ukrayna, Romanya, Polonya ve Sırbistan’dan gelen dava başvuruları AİHM’nin iş yükünün yaklaşık yüzde 80’ini oluşturuyor. Şu an AİHM gündeminde 70 bin dava dosyası var. Bu başvuruların yüzde 80’i bu 7 ülkeden geliyor. 47 ülkeden 7’si AİHM’nin iş yükünün yüzde 80’ini oluşturuyor yani.
Bu 7 ülkenin kimi Kavala dosyasında karşı oy kullandı, kimi çekimser kaldı, kimi oylamaya katılmadı.
Bu ülkelerin bir ortak noktası daha var. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) siyasi denetim sürecindeki ülkeler olmaları. AKPM denetim süreci Avrupa ülkelerine demokrasi karnesi veren makamdır. Bir ülkenin siyasi denetim sürecinde olması da “demokrasisi sabıkalı” diye tanımlanabilecek bir durumdur.
Ne yazık ki böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Konunun Osman Kavala dosyası ötesinde böyle bir boyutu da var.
Kimi Batı Avrupa ülkeleri, Kavala dosyası hakkında evet oyu kullanmayan ülkeleri “liberal olmayan demokrasiler” diye tanımlıyor. Özellikle Fransa’da bu tanım yapılıyor, aynı şekilde Almanya’da da yapılmakta. Artık Avrupa’da “liberal olan” ve “liberal olmayan” demokrasiler diye sınıflandırmalar var. Bu resmi bir sınıflandırma değil ama artık herkes bunu açık açık yazıp çiziyor. Kavala dosyasına evet demeyen ülkeler de işte bu liberal olmayan demokrasiler sınıfında gösteriliyor.
Süreç buradan nereye gider?
17 Ocak’taki duruşmadan ya da 2 Şubat’a kadar Kavala için tahliye kararı çıkarsa ne âlâ. Bu olursa başka açılardan da Türkiye’nin ve Türkiye hükümetinin çok işine yarar.
Bakanlar Komitesi’nden bu hafta çıkan ara karar, hemen Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü başta olmak üzere uluslararası insan hakları oluşumlarında ve Avrupa Parlamentosu’nda yankı yaptı. Avrupa Parlamentosu raportörü ve Avrupa Birliği-Türkiye Karma Parlamento Komisyonunun AB kanadı eşbaşkanı, Türkiye’yi kararın gereğini yapmaya çağıran ortak açıklamada bulundular.
Kavala’nın serbest kalması Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerinde inanılmaz bir rahatlama yaratacak. Türkiye hükümeti de “Yargı, işini geç de olsa yapmıştır” diyebilecek.
Avrupa’yla ilişkilerde yeni bir dönem, yeni bir başlangıç isteniyorsa, Kavala sürecinin ihlal prosedürü başlamadan çözümlenmesi bu yeni dönemi tetikleyebilir. Bunu hiç abartmadan söylüyorum.
“Avrupa’da Türkiye’nin siyasi planda savunulabilecek pozisyonu kalmadı”
Çünkü konunun ihlal prosedürü başlamadan çözümlenmesi Avrupa’daki Türkiye dostlarının eline büyük koz verecek. Bunu Avrupa kulislerinde görüştüğüm Avrupalı parlamenterlerden, Avrupalı bürokratlardan birebir duyuyorum.
Avrupa’da Türkiye’nin siyasi planda savunulabilecek pozisyonu kalmadı. Bunu herkes de açıkça söylüyor. İlk söyleyen de ben değilim.
Türkiye’nin 1949’dan bu yana üyesi olduğu Avrupa Konseyi’yle ilişkilerinde “normalleşme”, AB cephesinde de işine çok yarayacak. Çünkü artık herkes Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerinde Strazburg’a bakıyor. Strazburg, Avrupa Konseyi ve AİHM demek. Avrupa Konseyi ve AİHM’yle “normalleşemeyen” bir Türkiye’nin, Avrupa’nın diğer kurumları ve ülkeleriyle “normalleşmesi” mümkün değil. Bu açıdan Avrupa Konseyi Türkiye’nin en büyük siyasi müttefikidir.
Türkiye 1954’ten bu yana AİHS’ne taraf bir ülke. 1950 yılında bu sözleşmeyi kaleme almış 12 Avrupa ülkesinden biriyiz. Sözleşmeyi Türkiye adına Adnan Menderes hükümeti imzalayıp onayladı. Her Avrupa ülkesi gibi Türkiye de bu sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerine riayet etmek zorunda.
Biz bu hafta sadece Kavala’yı konuştuk ama Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi birçok ülkeyle ilgili kararlar aldı. Fransa’yla ilgili, İngiltere’yle, İtalya’yla, Rusya’yla, Romanya’yla, Polonya’yla, Bosna-Hersek’le ilgili kararlar da var. Avrupa Konseyi sadece oturup Türkiye’yle ilgili kararlar almıyor. Başka ülkelerle ilgili AİHM kararlarının da infazlarını denetliyor.
Eğer Kavala 2 Şubat’a kadar tahliye edilmezse ihlal prosedürü başlayacak. İhlal prosedürü elbette hukuki bir prosedür ama artık Kavala Avrupa’da o kadar tanınan bir figür oldu ki bu sürecin ister istemez siyasi yankıları da olacak. Son birkaç aydır Avrupa medyasında olağanüstü sayıda haber çıkıyor. Önümüzdeki günlerde daha fazla haber çıkacak.
17 Ocak’taki duruşma artık daha da önemli hale geldi. Tabii 2 Şubat’ta Bakanlar Komitesi’nden çıkacak karar da Avrupa medyası tarafından takip edilecek. AİHM süreci başlarsa daha kritik bir evreye girmiş olacağız.
AİHM’ne tekrar gitmesi durumunda yüzde 99,9 oradan da ihlal kararı çıkacak. Mahkeme, AİHS’nin 18. maddesinin ihlaline hükmetmişti. O maddenin ihlali kapsamında derhal tahliyesini talep etmişti Kavala’nın.
Dolayısıyla bu ihlal AİHM nezdinde halen devam ediyor. Bundan sonra da Bakanlar Komitesi’nin yaptırımlar uygulaması aşamasına geçilecek. Bunların yaşanması hiç hoş olmaz. Bu süreç Avrupa Konseyi nezdinde Türkiye’yi demokrasi sabıkalısı bir ülke haline getirir ve bunun da yeni siyasi sonuçları olur.
“Kavala dosyası bugün ne aşamadaysa muhtemelen 6 ay sonra Demirtaş dosyası da aynı aşamada olacak”
AİHS’nin 18. Maddesiyle ilgili ikinci ihlal kararı olan Selahattin Demirtaş dosyası da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin gündemindeydi bu hafta. Demirtaş dosyasıyla ilgili süreç nasıl devam edebilir, o dosyadan da ikinci bir ihlal prosedürü süreci başlayabilir mi?
AİHM, 22 Aralık 2020 tarihli Demirtaş kararında “derhal serbest bırakılmalı” hükmünde bulunmuştu. Bakanlar Komitesi bu hafta, o tarihten bu yana Türkiye makamlarına yapılan çağrıların sonuçsuz kaldığına işaret eden ve serbest bırakılma talebini yineleyen bir ara karar aldı.
Bakanlar Komitesi, Mart 2022’deki AİHM kararları gündemli oturumunda konuyu yeniden ele alacak. Demirtaş dosyası, Bakanlar Komitesi nezdinde Kavala dosyasının bundan 6 ay önce olduğu aşamada bulunuyor. Bu da şu anlama geliyor: Demirtaş tahliye olmazsa, büyük olasılıkla bundan 6 ay sonra bugün Kavala dosyasında neredeysek Demirtaş dosyasında da orada olacağız.
Bakanlar Komitesi’nin, Mart’taki oturumda olmasa bile Haziran 2022’deki AİHM kararları gündemli oturumda, Demirtaş halen tahliye edilmemiş olursa onunla ilgili de bir ihlal prosedürü başlatma riski mevcut.
Bakanlar Komitesi’nin bu hafta aldığı ara kararda Anayasa Mahkemesi’ne de bir çağrı var. Anayasa Mahkemesi’nin Demirtaş’ın bireysel başvurusunu en kısa sürede ve AİHM hükümleri çerçevesinde sonuca bağlaması isteniyor.
Kararda, Türkiye makamlarından da Demirtaş’ın derhal serbest bırakılmasını sağlamaları isteniyor.
Tabii Kavala dosyasında yaşananlar, Demirtaş dosyasına emsal oluşturacak. Büyük olasılıkla aynı prosedür işleyecek. Büyük olasılık diyorum çünkü iki dosyada hem içerik hem biçim açısından bazı farklılıklar var. Fakat en azından biçim olarak bundan 6 ay sonra, Kavala dosyası bugün ne aşamadaysa Demirtaş dosyası da aynı yerde olacak.
Şunu da söylemem gerekir ki Kavala ve Demirtaş dosyaları, Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerinde başlı başına bir gündem maddesi haline gelmek üzere. Bu dosyalar önümüzdeki aylarda hem Türkiye’nin Avrupa Konseyi’yle, AB’yle diyaloglarında hem de belli başlı Avrupa ülkeleriyle diyaloglarında giderek artan biçimde önemli yer tutacak gibi görünüyor.