“Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkesini ve halkını o kadar sevmiyor ki; halka -bana oy vermediğiniz sürece gözümün önünde ölseniz de, seyrederim- mesajı veriyor. Vatandaşın hayatı Erdoğan için önemli değil. Ülkede sorumluluk sahibi hükümet yok. Hukuk yok.”
Bu sözler, eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ait.
CHP’de 14-28 Mayıs seçimleri sonrasında başlayan değişim hareketine 4-5 Kasım 2023’teki kurultayda yenilerek genel başkanlığı bırakan Kılıçdaroğlu ile buluşmamız tam da 6 Şubat depremlerinin yıldönümüne denk geldi.
Ankara Mustafa Kemal Mahallesi, Barış Sitesi’ndeki ofisinde konuşmaya deprem ve siyaset konusuyla başladık.
Depremin yerle bir ettiği Hatay’da iktidar üyelerinin de, muhalefet temsilcilerinin de halkın protestolarının hedefi olduğunu gösteren tablonun bize ne anlattığını sorduğumda, depremden hemen sonra Hatay’da gece saat 12’de çektiği videoda aslında her şeyi anlattığını hatırlattı.
Kılıçdaroğlu; tam da yerel seçim öncesi muhalefete, yeni CHP yönetimine bir söz söylememeye kararlıydı. Her şeyden önce; bilimsel raporların, bilim insanlarının uyarılarına karşın AK Parti iktidarının depremi görmezden geldiğinin anlaşılmasını istiyordu:
“Erdoğan hakkında konuşmak bile benim ağırıma gidiyor”
“Ülkeyi 22 yıldır yöneten siyasal iktidar; askerleri, deprem olduğunda sahaya anında yollamadı. Depremin ilk üç-dört saatinde seyyar hastaneler, mutfaklar kurulabilirdi, yapılmadı. İnsanların soğuktan ölmesine göz yumuldu. Neden? Türkiye’de sorumluluk taşıyan bir hükümet yok.
Erdoğan; depremi de, sorumluluğunu da görmezden geliyor. Beşli çeteye hizmet eden Erdoğan, ülkeyi dilediği gibi yönetiyor. Şimdi de çıkıp; merkezi hükümetle yerel yönetimin bir olmadığı kentlere hizmetin gitmeyeceğini söylüyor. Halka –Bana oy verirseniz, size hizmet ederim. Oy vermezseniz, gözümün önünde ölseniz de, seyrederim- mesajı veriyor. Vatandaşın hayatı Erdoğan’ın umurunda değil. Erdoğan, şaşırtmıyor. Vatandaşını ve ülkesini işte bu derece sevmiyor. Bir zamanlar hakaret ettiğinin (Mısır Cumhurbaşkanı Sisi) ayağına gidip, üç-beş kuruş koparma planı yapıyor. Aslında Erdoğan hakkında konuşmak bile benim ağırıma gidiyor. ”
“Siyaseti bırakmadım”
Kılıçdaroğlu, kurultaydan hemen sonra çalışmaya başladığı ofisinde üç ayı geride bıraktı. Öğlene kadar evde, öğleden sonra ofiste olduğunu öğreniyorum. Bazen hafta sonu demeden ofiste mesai yapıyormuş.
Sorularımı birbiri ardına sıraladım:
“Çarşıya, pazara, sinemaya, tiyatroya gitmiyor musunuz? Torunlarla vakit geçirmiyor musunuz? Ofiste neler yapıyorsunuz? Hem siz CHP genel başkanlığını bırakmadınız mı? CHP genel başkanlığına dönmek gibi bir planınız mı var?”
Gülümseyerek yanıt veriyor. Dikkatli ve ağır ağır konuşuyor:
“Siyaseti bırakmadım. Her gün vatandaşlarla, ziyarete gelenlerle görüşüyorum. Belli konularda daha derinlikli düşünmeye zamanım var. 15-20 günde bir felsefeciler ve sosyologların da aralarında olduğu bir akademisyen grubuyla Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarını konuşuyoruz, değerlendiriyoruz. Gazetelere makaleler yazıyorum, analizler yapıyorum. Çocuklarla, torunlarla zaten hep beraberiz. Selvi Hanım’la da tiyatroya gittik bir-iki kez.”
“Asla umutsuz olmayacağız”
Kılıçdaroğlu ile bu kadar uzun konuşacağımı tahmin etmiyordum.
Seçime iki aydan az bir süre kala ülkedeki hukuki ortam, seçim güvenliği ve siyasetçilere düşen görev konusunda verdiği mesajların özetini buraya not düşüyorum. O sırada, -siyasetçiler- derken; iktidar ve muhalefet ayırt etmediğini gözlemliyorum:
“Sade vatandaşla devlet arasındaki bağ hırpalandı. Tek kişiye bağlandı her şey. Sadece seçim güvenliği konusunda değil hiçbir alanda güvenli ortam yok. Bir ülkede bir yargıç, nasıl karar vereceğini saraydan gelecek bir telkine göre ayarlıyorsa o ülkede güvenli ortamdan söz edemeyiz. Ülkede hukuk yok. Ama bütün bunlara rağmen asla umutsuz olmayacağız. Türkiye’nin ülkedeki hukuksuzluğa son verecek büyük birikimi, potansiyeli var. Halkı bu konuda ikna etmek gerekiyor. Burada görev de siyasetçiye düşüyor. Bu konuda da samimi olunması gerekiyor.”