- Kılıçdaroğlu neden hep Mersin’e gidiyor?
- Samsun Mersin hattı üzerinde yeni bir Türkiye ve bölge hayali.
- Radikal Sevgi’nin hayat bulduğu kent.
Üvey evlat Mersin
Külkedisi çok çalışır, evin bütün işleri onun görevidir ama ona “üvey evlat muamelesi” yapan “üvey ailesi” tarafından sürekli horlanır, dışlanır. Ta ki bir gün yakışıklı bir prens onun güzelliğini keşfedene, Külkedisi Cinderella’ya dönüşene kadar.
Bu masalı günümüzdeki bir kente uyarlarsak, “Türkiye’nin Külkedisi olsa olsa Mersin’dir” diyebiliriz.
Önce Mersin’in iç güzelliğini anlatayım: Yüzölçümü Belçika’nın yarısından fazla, Karadağ’dan çok daha büyük. Karadağ’a bir benzer yanı, neredeyse tamamının dağlardan oluşması. Öte yandan yarısı muazzam kumsallarla kaplı 320 km sahil şeridi de var. Yılın on ayı yaz, bir buçuk ayı bahar, iki haftası kış. İstanbul’daki Caddebostan Pendik arası sahil yoluyla yarışacak uzunlukta ve güzellikte, palmiyelerle kaplı bir sahil yolu var. Kentin her yeri antik harabelerle dolu. Silifke ve Tarsus gibi kent kimlikleri güçlü iki ilçesi var. Mersin Türkiye’nin en çok vergi veren kentlerinden biri. ÖTV’de ilk üçte örneğin. Nüfusu Suriyeli göçmenlerle beraber 2,5 milyona dayanmış. Ülkenin en büyük ikinci serbest bölgesi ve ticari olarak en büyük limanı Mersin’de.
Bu kadar çok özelliği ve güzelliği olan bir kente neden Külkedisi diyorum? Çünkü masalı okuyanlar bilir, Külkedisi zaten çok güzeldir, onu görünmez kılan ona üvey evlat muamelesi yapanlardır.
Antalya ve Mersin coğrafya, iklim, sahil şeridi, tarih, doğa vb alanlarda neredeyse hiç farkı olmayan; Akdeniz kıyılarımızı paylaşan ikiz kardeşler gibi iki kent. Antalya’da İspanya’da olandan daha fazla, yaklaşık 430 adet beş yıldızlı otel varken, Mersin’de toplam 10 tane var mı emin değilim. Divan otellerinin kalite ortalamasının fazlasıyla altında bir Divan otelleri var, bir de tüm hayatım boyunca gördüğüm en berbat Hilton Oteli Mersin’de… Şehir içinde muazzam güzellikte yüzlerce taş bina boş boş beklerken İzmir’deki Key, İstanbul’daki Les Ottomans, Ankara’daki Çukurhan gibi “sofistike” bir otel ara ki bulasın. Peki Serdar Bilgili, Ferit Şahenk gibi bir turizm yatırımcısı bu kenti niye keşfetmemiş? Niye kimsenin aklına 160 km sahil şeridine muazzam oteller yapmak veya kent merkezindeki eşsiz taş binaları restore etmek gelmemiş?
Nasıl gelsin? Mersin’de bir havaalanı yok. Bunu yıllar önce ilk öğrendiğimde bile garipsemiştim. Bugün 340 bin nüfuslu Rize’ye, normal havaalanının üç katı maliyetle denize doldurma havaalanı yapılıyor, 70 km ötesinde Trabzon Havaalanı olmasına rağmen… Ve 2 milyon nüfuslu, ülkenin en önemli ticaret kentlerinden birinin havaalanı yok; Muğla’da iki adet varken, Mersin’de bir tane yok. Turistin gelemediği bir yere Şahenk veya Bilgili nasıl gelsin?
Oteli, havaalanı olmadığı için göreni de pek olmayan, öte yandan ülkenin en güzel, en çalışkan kentlerinden biri… Mersin Külkedisi’nin ta kendisi değil mi?
Yakışıklı prens Külkedisi’ni kurtarabilir mi?
CHP, 31 Mart seçim kampanyalarını ülke genelinde benim yönetimime verince hayatımda ikinci kez Mersin’e gittim. (İlk gidişim Adana’dan üç saatlik kısa bir ziyaretten ibaretti. Yani aslında ilk kez gittim de diyebilirim.) 2019’da, tam bu günlerde Mersin’e ve Mersin kadar tanımadığım Mersin CHP Büyükşehir Adayı Vahap Seçer’e konuk oldum. Mersin rakipten almaya kararlı olduğumuz altı büyükşehirden biriydi. Diğer beş büyükşehirde (Adana, Ankara, Antalya, Bursa ve İstanbul) ilçe belediyelerden başarısı kanıtlanmış ve bulundukları kentte tanınan kişiler aday gösterilmişken, Mersin’de iki dönem milletvekilliği yapmış, bir milletvekili ne kadar tanınırsa o kadar tanınan bir kişi aday gösterilmişti.
İmamoğlu, Yavaş, Bozbey, Böcek ve Karalar’ı ortalama on yıldır şahsen tanırken, Vahap Seçer’in adını aday gösterilince duymuştum. Diğer kentlere gitmeden önce Kılıçdaroğlu bana hiçbir ön bilgi vermemiş, sadece Mersin’e giderken, “Vahap çok iyi adamdır, ona göre” gibi bir şey söylemişti. Diğer kentlerde İyi Parti ve CHP ittifakı varken, Mersin’de bu durum da yoktu. Seçime seksen gün kala, kendi kentinin bile az tanıdığı bir adayın, ittifak olmaksızın kampanyasını yapmak durumundaydık. Üstüne Vahap Seçer de beni tanımıyordu veya az tanıyordu. Ben oraya gittiğimde ünlü bir şarkıcıya kampanya müziği yaptırmış, fotoğraflarını çektirmiş, kampanyasına başlamıştı bile… Tahmin edeceğiniz gibi ilişkimiz hayli fırtınalı başladı. Yapılan müzikleri, çekilen fotoğrafları, bulunan sloganları yakıp, her şeye baştan başladık. İki hafta içinde yepyeni sözler, yepyeni bir görsel anlayış ve en önemlisi radikal sevgiyi esas alan stratejimizle kampanyamızı başlattık. Hava değişince her şey değişti. Vahap Seçer’in yanında muazzam bir ekip oluştu, geçmişten beri var olan ama belki sesleri gür çıkmayan çok zeki Mersinli kadın ve erkekler, Seçer’in neferleri haline geldiler.
“Modacı çalıştığı giysiye göre insan arar, terzi ise çalıştığı insana göre giysi arar” derler. Bana göre siyasal iletişim modacı değil, terzi olabilmek. Bir insanı ona yakışmayacak bir giysi giymeye zorlayamayız ama ona yakışan giysiyi en doğru şekilde dikmeye çalışabiliriz. Vahap Seçer de ben ona zorla ve tarzı dışı bir giysi giydirdiğim; bizim meslekteki söyleyişle “reklam yaptığım” için seçimi kazanmadı, neyse o olarak halkın karşısına çıktığı için kazandı.
Hiçbir siyasi adaya, o adayın doğası dışında bir şey söyletmeye, onu olduğundan farklı göstermeye çalışmam. Çünkü bu tutmaz, her yerinden patlak verir ve halk bu uyumsuzluğu hemen anlar. Yaygın kanının tam aksine, siyasal iletişimde reklam yapılmasını değil, reklam yapılmamasını savunurum.
İki kamera sabitleyip Seçer’le sohbet etmeye başladım. Seçer bana çocukluğunu, tarladan kasabaya taşıdığı insanları, Mersin’in eski hallerini anlattı. Bir süre sonra kameraların varlığını tamamen unuttu ve onu çocuklarının veya eşinin gördüğü gibi olağan haliyle konuşmaya başladı. Ulusal kanallarda yayınladığımız reklam filmindeki tüm sözleri bu uzun konuşmada kendiliğinden çıktı: “Havada bulup tavada yiyen avantacılara karşıyım”, “Mersin kimi seçer, tabii ki Vahap’ı seçer, daha iyisini mi bulacak?”
Onun “Yakışıklı Prens” olduğunu ve Külkedisi’ni Cinderella yapabileceğini de bu ilk konuşmada anladım. “Mersin’e gelecek tüm yatırımcıları, ceketimi ilikleyip havaalanında karşılarım” diyordu, “Mersin önümüzdeki 10 yılın parlayan yıldızı olacak” diyordu.
Mersin’in metro temel atma töreninde elimize tutuşturdukları takvimin her sayfası, Vahap Seçer’in bana 2019 ocak ayında anlattığı hayallerden oluşmuştu. 2022 takviminin üzerinde “Hoşgeldin 2032” yazıyor ve sayfalarda 2032’nin resimleri görünüyordu: Varlıklı sağlıklı köylüler, New York gibi şehir iş merkezi, özel uçaklardan inen Suudi, Rus ve Mısırlı konuklar, Sydney Opera Binası’nı andıran deniz üstündeki bir abide bina önünde şık giyimli insanlar vb…
Yoksulluklar kenti Mersin
Mersin gerçekten de bu hayallerdeki gibi bir kent mi olacak, yoksa her geçen gün artan göç baskısı ve merkezi hükümetin cezalandırır gibi tavrı nedeniyle bugünleri mumla mı arayacak bilmiyorum. Binlerce örneğine tanık olmaktan kanıksadığımız adaletsizlikler, şikeler, taraf tutmalar, siyasi rakibi “düşman” gibi görmeler Mersin’e de darbe vuruyor.
Mersin’le ilgili masal alegorim belki bazı “hızlı” okurların peşin hükümler vermesine yol açabilir. Gerçeklerin masallara pek benzemediğinin farkındayım. Mersin’de doğal güzellikler ve etkileyici parkların yanı sıra, yoksulluğun her şeklini de görüyorsunuz.
Mersin’in bazı mahallelerinde Türkçe ikinci dil, hatta bazı yerlerinde Türkçe konuşan yok. Bazı bakkallara girdiğinizde kendinizi Irak veya Suriye’de hissediyorsunuz. Bir haber bir emir bekler gibi sizi ağı ağır süzen işsiz güçsüz delikanlılar her yerde; kimi Arap, kimi Kürt, kimi Türk olarak ayrıştığını sanıyor, hepsinin ortak özelliği yoksul olmaları oysa.
Mersin mutlu bir geleceğin veya karanlık bir dönemin başkentlerinden biri olabilir. Yoksulluğa karşı savaşmak ve toplumsal barışı bozacak söylemlerden kaçınmak çok önemli. Mersin sosyal demokrat belediyeciliğin veya halk diliyle “derman belediyeciliği”nin mükemmel örneklerini veriyor. Burada ekmek hâlâ 1 lira ve sadece 3 TL ödeyerek tatlısı ekmeği de dahil üç kap yemek yiyebiliyorsunuz. Sabahları her köşede bedava çorba dağıtan araçlar, ilerleyen saatlerde Mersin’e özgü nefis bir şifa içeceği olan “kaynar” dağıtıyorlar. Belediye köylülere tohumdan fidana, keçiden kümes hayvanına kadar destek veriyor, sadece kadınların çalıştığı bir kooperatifle köyden toplanan ürünler İstanbul, Ankara, İzmir’e satılıyor.
Hemen hemen hiç Suriyelinin yaşamadığı küçük Anadolu kentindeki bir belediye başkanı şovenist sözlerle ulusal basında haber olurken, nüfusun dörtte biri kadar Suriye vatandaşına sahip Mersin’de Vahap Seçer’in ağzından bu insanları incitecek tek söz çıkmıyor.
Mersin’in yükselişi ve İstanbul’un kurtuluşu
Neredeyse 10 yıldır bir parçası olmaktan mutluluk duyduğum Merkez Türkiye projesi için de Mersin’in çok büyük önemi var. Kılıçdaroğlu’nun neden sürekli Mersin’e geldiğinin yanıtı da Merkez Türkiye’de.
En basit ifadelerle anlatmaya çalışayım: Türkiye’nin temel sorunlarından biri Marmara Denizi çevresindeki korkunç nüfus yükü. AKP’nin kupon arazi hayalleriyle pazarlamaya çalıştığı Kanal İstanbul projesi deniz trafiği açısından hiçbir avantaj getirmeyecek ama Marmara kıyılarına 5 milyon insanın daha yığılmasına yol açacak. Bu sadece İstanbul’un değil, tüm bölgenin yok olması demek.
Merkez Türkiye, önümüzdeki yirmi yılda 20 milyon daha artacak Türkiye nüfusunu, Anadolu’ya çekme projesi. Çin’de örneklerini bolca gördüğümüz, “sıfırdan” yeni bir kent inşası. Bu kenti çeşitli vergi avantajlarıyla bir lojistik merkezi haline getirmek. Kurulacak yeni kentin aynı zamanda, üniversite, bilim, sanat, tasarım merkezi olmasını sağlamak.
Merkez Türkiye Kenti’nin iki can damarı olacak: Samsun ve Mersin limanları. Samsun ve Mersin arasında otoban ve hızlı yük treni hatları inşa edilecek. Böylelikle Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler Marmara ve Ege trafiğinde vakit kaybetmeden çok daha hızlı ve ucuz biçimde Orta Doğu ve Afrika’ya ulaşacak. Yani hem İstanbul ve Marmara kurtulacak, hem Samsun ve Mersin başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok kenti gelişecek… Bir taşla birkaç yüz kuş birden vurmak.
Kılıçdaroğlu’nun sürekli Mersin’e gelmesinin ve iktidarın Mersin limanı üzerinde her gün hokkabazlık yapmasının nedeni de bu.
Adana Mersin, tokadımı yersin…
Mersin’in 2032 takviminde Suudi Arabistan’dan gelen bir çift uçaktan iniyor. Kadın da erkek de modern giyimli. Bu resim bize Orta Doğu’nun hızla değiştiğini söylüyor. Suudi Arabistan gözümüzün önünde kabuk değiştiriyor. Her şey yolunda giderse, gelecek on yıllarda bu acılı coğrafya bolluk bereket diyarı olabilir. Bu zenginleşme süreci Çukurova’nın ve özellikle Mersin’in çok gelişeceğinin işareti.
CHP, 2019 seçimlerinde geçmişte yapmadığı bir iş yaptı. Belediye Başkanı adayları kulisle değil, seçim bölgesindeki seçmenlerin isteklerine göre belirlendi. Bu nedenle ilk kez, tanıtım bütçesinin aslan payı araştırma şirketlerine ödendi. Kılıçdaroğlu ve Seyit Torun’un ısrarlı çabalarıyla, belediye başkanı adaylarını daha seçim olmadan halk seçmiş oldu. Mersin’de birçok aday içinde Vahap Seçer’in çıkmasının nedeni de buydu. Mersin halkı, Mersin’in gelişme potansiyelinin farkında, iş dünyasını bilen, Mersin’i yatırımcılar için cazip kılacak ve Mersinlilik bilincini geliştirecek bir aday istiyordu. Vahap Seçer bu tanıma en uygun “aday adayı” olduğu için aday gösterildi.
Üçte ikisi pandemiyle geçen üç yıldan sonra “Mersin için Vahap Seçer” sloganı büyük oranda doğrulanmış görünüyor. Mersin’e her ziyarete gittiğimde yeniliklerle karşılaşıyorum, bu da beni çok mutlu ediyor.
Üç yıl öncesine kadar çok bilmediğim bu kent, şimdi hepimizi sevindiren bir umut merkezi oluyor. Yapılan sahih bir araştırmada Mersin halkının Vahap Seçer’e beğenisi %78 çıkmıştı. Bu %78 oy alacağı anlamına gelmiyor ama böyle yüksek bir beğeni pek alışılmış bir durum değil. Üstelik bu veri metro temel atma töreninden önceydi, şimdi %80’leri aşmış olabilir.
Çocukluğumda “Adana Mersin, tokadımı yersin” diye bir tekerleme vardı. Vahap Seçer ve Zeydan Karalar’a “Uluslararası Tokat Atma Festivali yapsanıza” dedim. Güldüler ve “Bunu ulusal anlamda yapıyoruz zaten” dediler.
Bir başka tekerleme de “Herkes gelir Mersin’e”ydi… Savaştan ve yoksulluktan kaçan Kürtler, Suriye’den akan sığınmacılar, Seçer yönetiminden sonra İstanbul’dan transfer edilen mimarlar, mühendisler, tasarımcılar, yazılımcılar ve hatta Kılıçdaroğlu… Türkiye’nin Külkedisi Mersin’e, herkes geliyor gerçekten.
Devlet hariç, şimdilik.