Haber: Aslı Ulusoy /Radikal
“Ege sularında boğulan bir aşkın hikâyesi: Bir gün, bu defterde neler yazdığımı sen de göreceksin” başlığıyla veriliyordu haber. Küçük Aylan’ın cansız bedeninden sonra şimdi de savaştan kaçmış, âşık bir kadının günlüğüydü karaya vuran. Suriye’deki savaştan sevgilisiyle Türkiye’ye gelen, sevdiği adamın tek başına Almanya’ya gidişiyle onun ardına yollara düşen, ancak çıktığı ‘aşka/umuda yolculuk’ İzmir-Yunanistan arası bir yerlerde sonlanan genç kadının sulara kapılan Arapça günlüğü, yarım kalan bir aşk kadar, yarım kalan bir hayatın da özetiydi sanki…
Ve tam bu ortamda, yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanın ‘daha iyi, daha özgür bir yaşam’, ‘savaşsız bir bugün ve gelecek’ umuduyla yola çıktığı Avrupa’da; kimi ülkenin 1930’ların Nazi Almanya’sını andıran bir tepkiyle, kimininse mümkün olduğunca insani koşullarla karşılamaya çalıştığı insan selinin tam ortasında, kafa karıştıran, sorgulatan bir sergi: ‘Sınırlar’… Paris’teki Göç Tarihi Milli Müzesi’nde açılan serginin üst başlığı ise hayli düşündürücü: ‘Sınırlar ve onların (göçmenlerin) sınırları üzerine bir sergi.”
Koca denizde ufacık bir nokta; havada uçuşan Arapça sözcükler… Kah gülen, kah çığlık atan, kah tıraş olan, kah bir şeyler yiyen birkaç adam… Küçücük bir sandala/bota oturmuş, kocaman bir denize, Akdeniz’e açılmışlar. Kiminin yüzü örtülü, kimi umursamaz ama hepsi umarsız… Sergi girişi, Paris’te yaşayan sanatçı Bruno Boudjelal’in 2011’de yaptığı enstalasyon çalışmasıyla, ‘Harragas’la hazırlanmış. Harraga, Kuzey Afrika Arapçası’nda ‘yakan, sınırları yakan’ anlamına geliyor; başta elindeki kimlik belgesi olmak üzere geçmişini ve çoğu zaman da geleceğini ‘yakan’ kişi! Boudjelal’in enstalasyonu, Mağrip ülkelerinden Avrupa’ya kaçak çıktıkları tehlike dolu yolculuklarını cep telefonuna çeken göçmenlerin filmlerinden oluşuyor. Cep telefonları bir yandan pusula, diğer yandan yaşananlara tanıklık eden, belgesel bir araç yolcular için…
Duvarlarla bölünen dünya
Ve ‘duvarlar’.. Sergi girişindeki ikinci tema. İnsanoğlunun arasına, kimi zaman tamamen doğal bir biçimde dağ, deniz, nehir olarak dikilen, onu diğerinden ayıran duvarlar… Kimi zamansa insanın, kendi alanını, kendi toprağını çizme, diğerinden korunma kaygısıyla diktiği, kelimenin gerçek anlamıyla ‘duvarlar’… Daha MÖ 3. yüzyılda örülen Çin Seddi mesela. Pekin’den Gobi çölüne uzanan tam 6 bin 700 km’lik bir savunma duvarı! Ya da M.S. 2. yüzyılda, Roma İmparatorluğu egemenliğindeki bugünkü İngiltere topraklarında dikilen Hadrien Duvarı… İskoçlar’dan, eski adıyla Kaledonyalılar’dan korunmak; imparatorluğun gücünü hissettirmek için hep! Ayrılığın sembolü ‘duvar’, toplumlar arasında sadece kavgaya, çatışmaya yol açmamış muhakkak, aynı zamanda tarihin çeşitli dönemlerindeki düşünme biçimlerini de bire bir şekillendirmiş. Savaşlar, ekonomik krizler ya da kimlik krizleri ve korku, duvarın meşru gerekçeleri olmuş. Hindistan’la Bangladeş’i, Amerika ile Meksika’yı, İsrail ile Batı Şeria’yı, Kuzey Kore ile Güney Kore’yi birbirinden ayıran yüksek, zor duvarlar; onların yarattığı yaşam koşulları sayısal ayrıntılarla, anekdotlarla özetlenmiş sergide.
Avrupa'nın 'göç yükü'
Türkiye’de gerek gazete ve televizyonlarda, gerekse internette görüntülerine alıştığımız, ülkelerindeki savaşlardan, fakirlikten kaçan onca göçmene buradan, Avrupa’dan nasıl bakıldığının, elini vicdanına koyan aydın Avrupalı’nın göç olgusunu nasıl algıladığının ipuçları saklı bu sergide. Yirmi beş yılı aşkın süredir Arnavutluk’tan, Ortadoğu’dan, Afrika’dan gelip güney Avrupa sahillerine çıkmaya çalışan insanların görüntüleriyle harmanlanan bilinçaltıyla Avrupa, yıllar boyu göçü geçici bir olgu olarak yaşayıp ‘dış güvenliğe’ öncelik vermiş. Avrupa Birliği, dışarıya sıkı sıkıya kapanmaya çalışılan sınırları içinde kendi vatandaşlarına serbest dolaşım, yerleşme ve çalışma hakkı verirken, kendi sınırları dışından gelen işçi göçüne zaman zaman kapanmış. Schengen anlaşmalarıyla başlayan göç politikalarının tüm Avrupa’ya yayılması güvenlik önlemlerinin sıkılaştırılmasını ve ‘seçici göç’ü de getirmiş beraberinde. Göç ‘yükünü’ Avrupa ülkeleri arasında armonize etme, dengeli bir şekilde dağıtma girişimleri ise 28 ülke arasındaki uzlaşı eksikliğine toslayıvermiş. Bu dayanışma eksikliği Eylül 2015’teki ‘göçmen krizi’yle iyice ortaya çıkmadı mı zaten? Öyle ya, hangi ülke ne kadar göçmeni bünyesine kabul edecekti? Bugünlerin hiç bitmeyen tartışma konusu.
10 bin kişilik cenaze evi: Akdeniz
Güncel konuların yanı sıra göç tarihi de serginin temalarından biri. Aslında çok ilginç olan, daha 19. yüzyıla kadar bir ülkeye girişin, çıkıştan çok daha kolay oluşu. Çünkü o zamanlar hiçbir ülke ‘müstakbel’ askerlerinin ya da vergi mükelleflerinin başka bir ülkeye gitmesini istemiyordu. Fransa’da kullanılan ülke içi pasaportunun 1860’ta terk edildiği ve Avrupa içinde kimliksiz gezilebildiği de bilgiler arasında. 19. yüzyılın sonundan 20. yüzyıl başına doğru ‘hareketliliğin’ kontrol edilmeye başladığını görüyoruz. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1917’de Fransa tüm yabancıları kimlik kartı taşımaya mecbur tutuyor. Avrupa’nın ‘kaleleşip’, Avrupa dışındakilerce içine girilemez hale gelişi ise ikili anlaşmalar çerçevesinde, yeni idari sınırların konmasıyla oluyor.
Akdeniz ise eski çağlardan beri ekonomik, jeopolitik ve kültürel anlamda büyük önem taşımış. İletişimin, ticaretin ve kültürel değiş tokuşun merkezi Akdeniz aynı zamanda çatışmaların ve şiddetin de adresi olmuş; Haçlı seferleri, korsanlar, savaşlar, sömürgecilik ve daha niceleri burada yaşanmış. Akdeniz’in, Avrupa’yı güney ülkelerinden ayıran doğal sınır görüntüsü de ilginç tabii. Bugün, ülkelerini terk etmek zorunda kalanların mafya tipi organizasyonlara olağanüstü miktarlarda paralar ödediği bir rüşvet ve şiddet çanağı Akdeniz.. Ve ölüm. 1998’den beri bu denizde 10 binden fazla kişinin öldüğü belirtiliyor sergide. Sadece 2015’te, sekiz ayda 3 bin kişinin yine Akdeniz’de hayatını kaybettiğini de vurgulayalım.
Hepimiz potansiyel sürgünüz
Sergide bu türden istatistiki ve tarihi bilgilerin yanı sıra çeşitli sanatçıların enstalasyonları da mevcut. “Hepimiz sürekli ‘transit’ halindeyiz. Beyaz, siyah, sarı, hiç fark etmiyor.. Her durumda potansiyel ‘sürgünüz’.” Kamerunlu sanatçı Barthelemy Toguo, ‘Kaçak’ başlıklı ve dört dev mühürden oluşan çalışmasına ilişkin bunları söylüyor. ‘Fransa’, ‘Oturma izni’, ‘Kaçak’, ‘Mamadou’ (Afrika’da yaygın bir erkek adı) başlıklarından oluşan enstalasyon, göçmen-yabancı statüsü, kimlik, sürgün ve kökünden kopuş üzerine bir sorgulama; ‘sınırı geçmenin idari yönü’ne bir gönderme… Fransız sanatçı Mathieu Pernot’un Cevat isimli bir Afgan göçmene Kabil’den Paris’e uzanan kaçış öyküsünü yazdırdığı kitap ile bir diğer Afgan Mansur’un Fransızca öğrenirken kullandığı defterinden sayfalar, ‘Afgan defterleri’ başlığıyla hazırlanan bir diğer enstalasyon.
Sınırsız bir dünya mümkün mü?
Serginin sorguladığı konulardan biri de bu… Ekonomik, milliyetçi ve dindar içe kapanmanın getirdiği şiddet akımlarına toslayan hareketlilik yani göç arzusu, küreselleşmiş dünya ütopyası ve göçe karşı görüşler arasındaki çatışmada bocalayıp duruyor artık. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde “Herkes, kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir” denirken, bir başka ülkeye giriş hakkı tanımlanmıyordu. O zamandan bu yana göçmen hakları gelişme gösterdi ancak bununla birlikte sınırlar sıkılaştırıldı. Daha önce hiç görülmemiş bir şekilde yaşanan ekonomik küreselleşmeyi de göz önünde tutarak, dünyadaki savaş bölgelerinden göçmenleri kaçak yollarla çıkaranların yani kaçakçıların yaptığının meşru olup olmadığı da kafalarda soru işareti..
Karikatürler, ses ve görüntü kayıtlarıyla tanıklıklar, başta küçük Aylan’ın karaya vuran minik vücuduyla Hürriyet manşeti olmak üzere yerli ve yabancı basından göç sorununa ilişkin başlıklar, fotoğraflar ve çeşitli enstalasyanların yer aldığı Paris’teki ‘Sınırlar’ sergisi konuya ilişkin gerçek bir kaynak. Avrupa sınırlarının 20. ve 21. yüzyıldaki çalkantılı tarihini dünya savaşları, ilhak durumları, halkların tehciri, demir perde, Berlin duvarı vs çerçevesinde ayrıntılı bir şekilde inceleyen sergide, büyük ressam Pablo Picasso’nun Fransa’da bulunduğu yıllarda, 1918’de yaptığı kimlik başvurusunun vesikalık fotoğraflı orijinali ile ünlü dansçı Rudolf Nureyev’in 1961’de Fransa’ya yaptığı sığınma başvurusuna ilişkin fotoğrafları da var.
İngilizce tercümeyle hazırlanan ‘Sınırlar’, 29 Mayıs’a kadar, pazartesi hariç her gün Palais de la Porte Doree’de görülebilir.