Ana SayfaHaberler“Mesele Amerikan çıkarları ise demokrasi unutulur”

“Mesele Amerikan çıkarları ise demokrasi unutulur”

Serbestiyet yazarı Yunus Emre Erdölen, Perspektif’te Naman Bakaç’ın ağırlıklı olarak ABD Başkanı Biden’ın iç ve dış politikasına dair sorularını cevapladı: “Biden seçildikten sonra insanlar, Trump’a duydukları öfkeyle çok büyük yorumlar yaptılar ve Biden’ın bir demokrasi lideri olduğunu söylediler. Hayır, öyle değil. Amerikan çıkarları durumunda demokrasi unutulur. Çıkarlar önemsiz ise demokrasi konuşulur.”

Amerika’daki başkanlık seçimlerinden sonra Biden’ın iktidara gelmesiyle birlikte, popülist siyasetçilerin döneminin sona erdiği, Amerika’nın kendi gerçek ruhuna döneceği şeklindeki siyasal ve toplumsal okumalar hem Amerika hem de dünya kamuoyunda sözkonusu idi. Ancak Trump’ın seçim sonrası proaktif tutumu ve seçmenleriyle sürdürdüğü siyasal bağ, Trumpizmin ölmediğini ve bir şekilde 2024 başkanlık seçimlerine hazırlandığını gösterdi. Bunun yanında Biden’ın “Amerika geri döndü” söyleminin gerek küresel siyasi arenada gerekse de Amerikan iç kamuoyunda beklenen etkiyi yaratamadığı da son dönemlerde Amerikan medyası ile düşünce kuruluşları tarafından artık yavaş yavaş dillendirilmekte.

Amerikan siyasetindeki Cumhuriyetçilerin ve Demokratların tarihsel geçmişten gelen siyasal karşıtlıkları aktüel siyasette artıkça, sosyolojik kutuplaşma da bundan payını almakta ve Amerikan toplumunun sadece zihinsel haritası değil siyasal haritası da parçalı yapı olarak sürgit devam etmektedir.

ABD siyasetini yakından takip eden, “Siyasal Sistemler ve Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku” alanında akademik çalışmalar yürüten Yunus Emre ERDÖLEN ile zihinsel, toplumsal ve siyasal bölünmüşlüğün, Amerikan siyasetindeki yansımalarını konuştuk. ERDÖLEN ile Amerika’daki başkanlık sisteminin aktüel ve kuramsal tarafını konuşurken, Amerika’daki Müslüman toplumunun imkân ve risklerini, kurucusu olduğu Gri Bölge isimli gençlik oluşumunu da değerlendirdik. Bununla beraber, Türkiye’deki siyasal sisteme ve muhalefetin güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisine de değinerek Türkiye’deki kutuplaşmanın boyutlarını ve Biden’ın demokrasi vurgusu ile Amerikan pragmatizmi arasındaki simbiyotik ilişkiyi de konuşma fırsatı bulduk.

BİDEN’IN NE YENİ BİR SÖYLEMİ NE DE AMERİKA’NIN KRİZLERİ İÇİN BİRLİK PLANI VAR

ABD siyasetini yakından takip eden biri olarak Trump’ın 2020 yılındaki seçimi kaybettikten sonra bile 2024 Başkanlık seçimlerine hazırlanmaya başladığını, Türkiye’deki merkez sağın bir araya geldiği Güniz Sokağı’nda olduğu gibi Florida’daki malikânesini bunun gibi bir alana dönüştürdüğünü, cumhuriyetçi muhtemel adayları şimdiden ekarte edecek hamleler yaptığını, kendi sosyal medya platformunu oluşturduğunu vs. söyleyip duruyorsunuz. Trump’ın dönüşü sizin ifadenizle sahiden muhteşem olacak mı? Trump’ın siyaseten hangi avantajları ve dezavantajları size O’nun dönüşünü mimletiyor?

Trump seçimi kaybettikten sonra seçim sonuçlarını hiçbir zaman kabul etmedi ve özellikle seçimlerin hileli olduğunu ve Biden’ın görevi bırakacağını belirtti.  Somut delil olmamasına rağmen de bu iddialarını halka aktif bir şekilde yaydı. Mitinglerde, konuşmalarında seçim sonuçları hileli olduğunu belirtti. İkinci yöntemi ise sahadan kopmayarak eyalet eyalet gezip kendi seçmenleri ile buluşması oldu ve ‘Amerika’yı yeniden muhteşem yapmak’ sloganını ‘Amerika’yı kurtarmak’ sloganına çevirip bir nevi, ana muhalefet lideri gibi hareket etti ve seçmenle olan bağını hep korudu. Burada Cumhuriyetçi Parti’den kendisine karşı çıkmış veya Biden’ın seçim sonuçlarını hızlıca kabul etmiş bazı isimleri ‘teker teker avlayacağım’ ile onların siyasi kariyerini bitireceğini, 2022 ara seçimlerinde onların rakiplerini destekleyeceğini belirtti. Böylece aslında Cumhuriyetçi Parti’deki hakimiyetini tamamen gerçekleştirmeyi, tamamen Trump’ın partisi haline getirmeyi amaçladı.

Bunlar Trump’ın avantajları idi. Dezavantajı ise sosyal medyada hala yasaklı olması ve resmen 2024 başkan adaylığını açıklayana kadar bu yasağının sürüyor olması, seçmen ile bağını bir nevi azaltmasıydı doğal olarak. O da kendi sosyal platformunu kuracağını ilan etti. Bunda ne kadar başarılı olur bilmiyorum ama sonuçta Twitter ve Facebook’ta olmamak bir dezavantaj. Dolayısıyla fikirlerini ulaştırabileceği Fox News gibi TV kanalları kaldı.  Trump’ın bir diğer büyük avantajı ise demokratlar ve Biden’ın yasa tasarılarını ve seçim vaatlerini yetiştirememeleri ve hala Trump’ı eleştirip canlı tutmalarıdır. Biden’ın Afganistan’daki kaosta da gözlemlediğimiz gibi ne yeni bir söylem ne de Amerika’nın büyük krizleri için birlik ve büyük bir planının olmaması, Trump’ın kendi seçmeninde “bakın ben haklıydım” gibi bir hava ortaya çıkarmasını sağlıyor. Bu nedenle Trump hala aktif, 2024’te de büyük ihtimal aday olacak ve kazanma ihtimali de oldukça yüksek. Bir buçuk hafta önce Biden’ın 10 puan önde kazandığı Virginia’da yani demokratların güçlü olduğu yerde Cumhuriyetçiler Virginia’yı 3 puan ile kazandı. Orada Cumhuriyetçilerin kazanması, Demokratlar için 2022’de Kongre’nin Cumhuriyetçiler tarafından kazanılabileceği, böyle bir durumda Cumhuriyetçilerin Biden’ın çalışmasına izin vermeyeceği, hiçbir yasasını kabul etmeyeceği ve Biden’ın da iyice güçsüz ve etkin olmayan bir başkan olarak 2024’e gideceğini gösterebilir. Bu da Trump’ın zafer olasılığını artıran bir faktör. Trump hala gücü ve etkisini koruyan, eski bir başkanın Amerika’da daha önce hiç alışılmamış şekilde ana muhalefet lideri gibi davrandığı düzlemde ilerleyen bir siyasetçi. Kendi şartları içerisinde başarılı gidiyor.  

Demokrat Parti’nin içindeki merkez kanat ile sol kanat arasındaki çekişme, Trump için avantaj olabilir mi? Parti içindeki gerginlik… Yoksa önemsiz bir detay mı?

Kesinlikle bir avantaj. Biden’ın seçim dönemi vaatleri içinde sosyal devlet reformlarının ve harcamalarının çoğuna, bazı merkez kanat isimler ve cumhuriyetçilerin güçlü olduğu yerlerden seçilen kimi demokrat isimler destek vermeyeceğini söylüyor. Bu isimleri bir araya getirip bazı yapısal reformları yapmakta zorlanıyor Biden. Ne oy hakkı düzenlemesi, ne sosyal devlet harcamaları, ne çok büyük yapısal reformları şu anda geçiremedi. Trump gücünü koruduğu zaman da cumhuriyetçiler, demokratlara destek vermekten çekiniyor. Trump, demokratlar ile iş birliği yapan cumhuriyetçileri hedef gösteriyor.

Demokratlar kendi aralarında birleşemeyip, cumhuriyetçileri de ikna edemeyince Biden’ın eli kolu bağlanıyor. Trump bu durumda ‘bakın hiçbir şey yapamıyorlar’ diyor adeta. Geçtiğimiz aylarda ABD’de hükümet neredeyse kapanıyordu. Trump döneminde yaşanan gelişmeler Biden döneminde de yaşanıyor. Kongrenin işleyememesi, bütçede uzlaşılamaması, dış politikada yaşanan kaos, bütün bunlar Trump’ın döneminde yaşandığı için insanlar Biden’a oy vermişti.  Biden’da da bunlar yaşanıyorsa ‘Biden mı Trump mı?’ ikileminde ‘Neden Biden’a oy verilsin ki?’ diye bir soru beliriyor doğal olarak. Bu durum, Biden’a giden belli bir çaptaki kararsız seçmenin Trump’a geri dönmesine sebep olabilir. Sandığa gitmeyen seçmeni Trump lehine sandığa götürebilir bu tablo. 

AMERİKAN DEMOKRASİSİ CİDDİ BİR SIKINTIDA

2020 Başkanlık seçimlerinde Trump ve cumhuriyetçilerin Kongre baskını ve çıkışları, 2021 Kasım seçimlerinde Biden ve demokratların sizin ifadenizle hezimet yaşaması sonrasında Trumpizmin ölmediği, Biden’ın ise etkin olamadığı yorumları var. ABD’deki bu ikili politik aks karşıtlığının tarihsel geçmişini de hesaba kattığımızda 21.Yüzyılda da bunun devam etmesini neye bağlıyorsunuz? Kutuplaşma, ırkçılık, demokratlık, özgürlük tartışmaları sürgit devam edecek mi? ABD’nin gerçek ruhu hangisidir sizce?

Amerikan demokrasisi ciddi bir sıkıntıda. Amerika’daki ‘demos’ yani halk, bu toplumu geçmişten beri bir toplum olma vasfını kılmamış. Bu alanda bir ilerleme sağlanamamış.  Toplumun her zaman bir kesimi (siyahlar, kadınlar, göçmenler vs.) çok ciddi hak ihlallerine uğrayarak toplumun genelinden soyutlanmış ama yine de bu sivil haklar ile beraber 60’lardan itibaren demokratik koşulların iyileştirilmesi, insanların hak kazanımlarını elde etmesi, toplum bilinci oluşması da bir şekilde iyi-kötü ilerlemiş. Çoğu insanın ekonomik koşulu, siyahların siyasi temsili artmış, özellikle 2000’lerden sonra da siyasetteki bu kutuplaşmada, kimin başkan seçildiği Amerikalının hayatında çok daha önemli bir hal almış. Başkanlık seçimlerinin gündelik hayatı etkilemesi ile eşi görülmemiş bir kutuplaşma söz konusu. Burada artık insanlar farklı TV’ler izliyor, farklı gerçeklere inanıyorlar.

Cumhuriyetçi Parti’nin yüzde 50’den fazlası Biden’ın seçimleri kazanmadığını söylüyor. Cumhuriyetçilerin önemli bölümü aşıya, koronavirüse inanmıyor. Kutuplaşma tarihi boyutlarda. Eskiden cumhuriyetçilerle demokratlar iş birliği yaparken, artık birbiriyle iş birliği yapan partililer, özellikle cumhuriyetçiler ciddi bir şekilde halkta karşılığını kaybediyor. demokrasi’deki demosu, halkı oluşturan bütünlük ciddi bir şekilde zarar gördü. Biden’a ne cumhuriyetçilerden bir el uzandı ne de Biden etkili bir söylem gerçekleştirerek kendisine verilen desteği bir siyasi hikâyeye çevirebildi. Bu noktada da birleştirici bir siyasetin Amerika’da etkili olduğunu söyleyemeyiz.  En çok kutuplaştıran siyasi söyleme sahip olan cumhuriyetçiler, Amerika’da hala en çok alkışlananlardır. Demokratlarda birleştirici söylemin etkisi neredeyse hiç görülmüyor. Bütün bunlar ışığında kutuplaşmanın artacağını bunun da bazı yerlerde ırkçılık bazı yerlerde de yoksulların daha fazla ezilmesi gibi sonuçlara sebebiyet vereceğini söyleyebiliriz.

AMERİKA’DA GÖRÜLMEYEN BİR SEVİYEDE KUTUPLAŞMA ARTIYOR

2000 öncesi kutuplaşma Amerika’da bu kadar sert değil miydi?

Yani göreceli olarak baktığımız zaman, evet belki dünyadaki birçok ülkeye göre daha fazla ayrılığın, kutuplaşmanın olduğu ülkeydi ama bugünkü düzlemde bakınca özellikle 60’lardan sonraki Amerika’da görülmeyen bir seviyede ilerliyor kutuplaşma. Evet her zaman toplumda ayrılma ve kutuplaşma vardı, çok bütünleşik bir toplum yapısı olduğunu söylemek yanlış olur ama günün sonunda özellikle Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin beraber yasa çıkardığı, iş birliği yaptığı daha makul zeminde hareket ettiği bir düzlem de vardı. Belki bu bir illüzyondu. Belki halk hiçbir zaman bütünleşmemişti. Belki şu anki fay hatları siyasete yansıdı. Siyaset belki gerçekten halkı yansıtmaya başladı. Hayal gitti, gerçek ortaya çıktı.

Günün sonunda eskiden kendini merkez, ılımlı olarak tanımlayan insanların olduğu sistem varken şu anda bu insanların sayı ve etkisi giderek azalıyor. 2012’deki Cumhuriyetçi başkan adayı şu anda hiçbir seçmenin takmadığı bir senatör. Trump 2016 ve 2020’de eski Cumhuriyetçi başkan ve siyasetçinin desteğini almadan oyunu artırdı. Hiçbiri, Bush ailesi de dahil olmak üzere geçmişteki hiçbir Cumhuriyetçi başkanın etkisi kalmadı. Aslında bu büyük bir dönüşüm ve bizim Amerika’da gördüğümüz bu dönüşümün yansımaları bir nevi. Merkez siyasetin parti yapılarının çöktüğü bir düzlemdeyiz. 

SORUNLAR OLSA DA SİYASAL SİSTEMİN AÇIKLIĞI SORUNLARIN ÇÖZÜLEBİLECEĞİNİ GÖSTERİYOR

ABD ile ilgili yazılarınızda “Bağımsız ve tarafsız yargısı olan, köklü geleneğe sahip anayasal devlet vasfına sahip, işleyen güçlü kurumları olan” gibi nitelendirmelerle adeta bir ABD rüyası portresi çizerken, neden söylemlerinizde ABD kâbusunu gösteren nitelendirmeler yok veya çok az? ABD kâbusuna dair gözlemlediğiniz hususlar veya dünyanın diğer bölgelerinde var olan ABD algısı üzerine neler söylemek istersiniz?

Amerika’da iki Amerika var. Bir Amerika; seçim sonuçlarını tanımayan ırkçı ve İslamofobik açıklamalar yapan bir başkanı seçmiş. 4 sene görev yaptı ve yenilgisini kabul etmeyen, demokratik bir ülkede olduğu gibi seçim sonuçlarını tartışmaya açan bir taraf.  Diğer Amerika ise Trump’ı durdurabilen, O başkanın atadığı başkan yardımcısını da ‘ben hukuksuzluğa ortak olmam’ diyerek kendi başkanını dinlemeyen, başkanın bir ay önce atadığı ve seçim sonuçlarını döndürecek denilen yargıçların başkanı dinlemediği ve bağımsızlıklarını koruduğu bir Amerika da var. Irkçılığın, polis şiddeti olduğu bir Amerika diğer yandan da günün sonunda toplumun bütün kesimlerinin bir oranda siyasal sistemde temsil edildiği beyaz olmayanların başkan ve başkan yardımcısı gibi konumlara geldiği bir diğer Amerika.

Amerika hakkında bir rüya veya kâbus tanımlaması yapmak çok zor ama şu da bir gerçek. Her ne kadar sorunlar olsa da siyasal mekanizmalar ile sorunların çözülebileceği ve siyasal sistemin açık olduğu gerçeği. Ön seçim yoluyla seçim yapabilen, farklı mekanizmalar ile yargı sistemi ile belli yerlere gelinebilen bir sistem. Paranın etkisinin çok olduğu, zenginlerin süreçlerde daha fazla sözü olduğu gerçekliği var ama dünyanın birçok ülkesinde bu sistemler halka açık değil. Halk memnuniyetsizlik ve isteklerini bu araçlar ile çok kullanamıyor. Oysa ABD’de bu sistem oturmuş. Amerika’nın dünyaya sunduğu hikâyenin bu yanı önemli. Evet Amerika’da büyük sorun var, insanlar gidip Kongre’yi bastı, protesto yaptı, polis şiddeti bitmiyor ama sonunda bu memnuniyetsizlikler yine sistem içerisinde bağımsız ve tarafsız kurumlar ile çözülüyor. Bu özel bir hikâye. Amerika’nın kâbus olarak nitelendirilecek özelliklerine de ileride çözüm bulacak olan özelliktir bu hikâye.

Biden yönetiminin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde önceliğin Ortadoğu’ya değil Çin faktöründen dolayı Güney Asya’ya verildiğine dair okumalar var.  ABD siyasetini yakından takip eden biri olarak bu okumaların gerçeklik payına dair göstergeler neler sizce? Neden Biden’ın önceliği Ortadoğu, Suriye ve Yemen’deki savaş, İsrail-Filistin çatışması değil?

Obama’nın özellikle Suriye’deki başarısızlığı; Trump’ın Afganistan, Irak ve Suriye’den çekileceğiz söylemlerinin etkisi var. Trump’ın en büyük avantajlarından biri ‘Amerika’yı önceleyeceğiz’ deyip ‘Amerika’yı uzun süren ve ülkeden uzaktaki savaşlara sokmayacağız’ söylemi idi. Karşısındaki Demokratların da ‘ama gitmeliyiz’ gibi bir cevap verememezliği vardı.  Bu başarılı oldu. Çoğu Amerikalı, Afganistan’da, Ortadoğu’da savaşmak istemiyor. Biden da bunu görerek, eskiden desteklediği birçok şeyden vazgeçti ve Suriye, Irak, Afganistan gibi meselelerde askerlerin orada bulunmaması siyasetini uygulamaya çalışıyor. Trump’ın aldığı kararı durdurmadı bir nevi. Sonuçları tahmin edilmesine rağmen, ABD, Afganistan’dan çekildi.

Ortadoğu’daki ABD varlığı ve Ortadoğu’nun Amerika için öncelik olmasının iç siyasetteki olumsuz sonuçlarını değerlendirerek daha ticari ve ekonomik açıdan Amerika’ya zarar verebilecek olan Çin’e önceliğini kaydırdı. Bu noktada Çin’in koronavirüs sebebiyle, Çin’deki antidemokratik hesap verilmezlik olarak demokratlarca nitelendirilen siyasal sistemin eninde sonunda Amerika’yı etkileyeceğini, Çin’in haksız rekabetinin veya çalışma ortamlarının Amerikan ekonomisine zarar vereceğini, rekabet ortamını zedeleyeceğini ve Çin’in Tayvan, Filipinler, Vietnam ve Tayland gibi ülkeler üzerinde de baskı kurarak, aslında Amerikan çıkarlarını zedeleyeceği konuşuluyordu. Biden da bu önceliği Trump dönemindeki gibi devam ettirdi, ettirecek. Trump kadar etkin olacak mı olmayacak mı? Trump’tan daha çok kurumsal dış politika işlettiği için sonuçları olacak mı göreceğiz ama şu anda Biden için ne İsrail-Filistin ne Ortadoğu büyük bir öncelik.

Daha önce hiçbir ABD Başkanı bu konu hakkında az konuşmamıştı. Bu yüzden de önceliğini tamamen Ortadoğu’dan çekmiş durumda. En büyük kanıtı da Afganistan oldu. Bundan 10 sene önceki Biden o görüntülerin yaşanacağını tahmin etseydi, daha fazla kalalım, müdahale edelim, Afganistan hükümeti ile daha fazla iş birliği yapalım derdi ama uzun süren ve yabancı ülkedeki asker varlıklarının iç siyasetteki etkisini bildiği için demokratlar artık Ortadoğu konusunda farklı noktada. 

TÜRKİYE’DE KUTUPLAŞMANIN AZALMASI İÇİN FARKLI MAHALLELERİN ETKİLEŞİMİ DEĞERLİ

27 Haziran 2021 tarihli Serbestiyet’teki yazınızda kendinizi, “Hayatımı genellikle siyah-beyaz ayrımının baskın olmadığı, farklı kimliklerin ortaklaşa bir hayat kurma gayesi olan gri bölgelerde, arafta geçirmeyi tercih eden biri olarak…” diye nitelendirmişsiniz. Arafta mısınız sahiden? Bir yazınızda da melezliği, mahallesizliği övdüğünüzü gördüm. Siyah-beyaz olmasa da bir siyasal kimliğe, duruşa ya da mahalleye sahip değil misiniz?

Farklı görüşler ve kimliklere ait farklı coğrafyalardan gelen bir ailede büyüdüm. Farklı siyasi görüş ve hikâyelerin olduğu bir ortamda büyüdüm. Bu nedenle hiçbir zaman tek bir mahalle ve tek bir görüşe yüzde 100 bağlı hissetmedim kendimi. Bu yüzden de şu cümleyi kurmak çok kolay: Farklı kimliklere olan saygıyı dillendirmek. Türkiye’de özellikle kutuplaşmanın ve toplum arası diyaloğun azaldığı bir dönemde farklı kimliklerin, farklı mahallenin etkileşimin değerli olduğunu düşünüyorum ve bu mahalleler arasında iletişim sahibi olabilen veya farklı kesimlerle konuşabilme şansına sahip insanların da sorumlu olduğunu düşünüyorum. Toplum ve kesimler birbirinden iyice koparsa siyasal sistemler veya toplum da çatırdıyor. Ülkedeki yaşanabilecek gerilimlerin sayısı gittikçe artıyor. Bu nedenle Türkiye’nin bu aşamaya ya da bu eşiğe gelmemesi için gri alanların farklı mahallelerin, etkileşim alanlarının kimliklerini koruyarak konuşabildikleri, en azından içerikte değil ama konuşmakta anlaşabildikleri, anlaşamamakta anlaşabildikleri düzlemi önemli buluyorum.

Her konuda arafta veya çok düşüncesiz değilim. Her konuda görüşüm var ama günün sonunda kişisel olarak arkamı bir düşünceye, ideolojiye, mahalleye dayayıp da onların hiçbir hatasını görmeyip, onların dediği her şeyi kabul eden bir hayatı kurgulamıyorum. Bir şeyle karşılaşmadan önce o konu hakkında ne düşüneceğim belli olmuyor. O konudan sonra düşüncemi oluşturuyorum. Türkiye’de çoğu insan, bir konu gelmeden önce zaten ezber bir kalıp ile hareket ediyor. Bunu düşüneceğim, bunu yapacağım diye hayatını şekillendiriyor. Birilerini memnun ediyor. Birilerini memnun etmediği zaman o mahalledeki gücü sadece o mahallede olan ve öfke ve kutuplaşma ile kendini var eden insanların da hedefi haline geliyor. Hain ilan ediliyor. Sen kendi hikâyene ihanet ediyorsun deniyor. Ezberi bozduğu için onun üzerine gidiliyor. Ezbere sahip olmayan gri alanlardaki insanlar da çoğunlukta, makûl olanlar da. Sesimiz az çıkıyor ve belki de birlikte hareket etmiyoruz. Bu nedenle de gri alan söylemini önemli buluyorum. ABD siyasetinde de bunu belirtmeye çalışıyorum.

O zaman şöyle diyebilir miyiz, İlla bir mahalleden bahsedeceksek gri mahalledeyim…

Aslında hepimiz o gri mahalledeyiz ama ne bunu ne kendimiz görüyoruz ne de karşı taraf bunu bize deme fırsatı bırakıyor. Bir kavga yaratılıyor ve herkese “saflarını seç” baskısı yapılıyor. Özgür olarak ne düşündüğümüzü her zaman söyleyemiyoruz. Farklı düşünsek bile. Karşı tarafın haklı olduğunu düşünsek bile kendi mahallemizden aforoz edilmek istemiyoruz. Gri alanda ya da belli bir mahallede tıkalı kalmak istemeyenlerin sayısı fazla ama çoğu zaman safları sıklaştıran konularda gerçek fikrini söyleyemiyor. İnsanlar en ağır sopayı kendi mahallesindeki o öfkeli mahalle bekçilerine vuruyor. Hem kendinle çelişiyorsun hem de ‘Bize ihanet ettin!’ baskısı oluyor. Önceden tahmin edilen bir düzlem yaratılıyor ve esas fikirleri biz göremiyoruz.

GRİ BÖLGE BİR DURUŞA SAHİP OLMAYAN BİR GENÇLİK KURULUŞU

Gri bölge demişken, bir gençlik grubu olan ve kurucularından olduğunuz “Gri Bölge”yi konuşalım diyorum. Gri Bölge nasıl bir duruşa sahip olan, ne tür çalışmalara imza atan bir gençlik grubu acaba bize anlatır mısınız?

Gri bölge belirli bir duruşa sahip olmayan bir gençlik kuruluşu. Yaklaşık 60-70 gençten oluşuyor. Amacı farklı kesimlerden gelen gençlerin diyalog yolunun açık olmasını sağlamak. Biz ilk kurulduğumuzda sosyal medyada bir duruşa sahip olmadığımız için çok eleştirildik. Destek olan da oldu fakat büyük bir linç yedik. Gereksiz bir durum yaşandı. Ondan sonra çalışmalarımızı daha rahat hareket etmek için kapalı yapmaya başladık. Genellikle kamuoyuna açık olmayan etkinlikler ile ilerliyoruz. Farklı kesimler arası diyalogları, farklı mahalleler arasındaki insanları bir araya getirip fikir alışverişi yapıyoruz. Genelde çoğu şeyde uzlaşmıyoruz ama uzlaşabileceğimiz o konuşma metotlarını geliştirmeye çalışıyoruz. Bugüne kadar büyük işlere imza attık diyemeyiz ama sayımız giderek artıyor. Topluma kendimizi açıklama zorunluluğumuz yok. Birden öfkeli bir tepki ile karşılaştığımızdan dolayı, açıkçası çalışmalarımızı sosyal medyada sessiz ve yavaş şekilde gerçekleştiriyoruz.  

Bu gençlik grubu ne zamandan beri var?

Bir buçuk sene önceden beri var ama açılışımız bir sene önce oldu. Fiziki olarak bir etkinlik yapma şansımız olmadı. Her şey online ilerliyor, pandemi dönemi nedeniyle. Çok farklı illerden katılımcılarımız var. İl çeşitliliği ve okul çeşitliliği sağladık, kadın-erkek üye sayımızda da kadın üye sayımız çok daha fazla. Çeşitliliği sağlayan bir kurumuz. Sayımız artıyor ama radikal bir atılımla da hızlı şekilde büyümeye çalışmıyoruz.

Z KUŞAĞININ TEMSİL EDİLEMEME DURUMU VAR

Sizi farklı mahallede olan gençlerle, yazarlarla-gazetecilerle iletişim halinde olan biri olarak gözlemliyorum. Muhafazakâr, kentli, üniversiteli gençler üzerine yazdığınız yazı epeyce ses getirdi. Bu gençlik grubu nasıl bir değişim süreci içinde sizce? Z kuşağı diye tartışılan gençlik grubu kadar siyaset ve medyada buna yer verilmediğini ileri sürüyorsunuz? Neden?

Bugün gençlikten Z kuşağı şeklinde bahsediliyor, ama bu kuşağı temsil eden insanların konuşmadığı bir zeminde tartışılıyor bu mesele. Yani daha yaşlı, Z kuşağının normal gündelik hayatlarından kopuk insanlar Z kuşağını ele alıyor. Mutlu olup olmadıkları konuşuluyor üstelik. Bu durum başlı başına bir problem. Bu kadar çok hakkında konuşulup da kendisinin konuşmadığı bir sürü kesim var ama Z kuşağı bununla yeni karşılaşıyor. Yeni yeni siyasetin öznesi oluyor ama bir yandan da öznesi de olamıyor. Ne siyasi kurumlarda ne de toplumsal kurumlarda bir temsili var. Bu noktada Z kuşağında bir temsil edilememe problemi var. İkincisi Z kuşağının algısı ve dünyaya bakışı da kendi büyüklerinden daha farklı. Çünkü bizim büyüklerimiz ailelerimiz daha kapalı ortamlarda yetişirken özellikle üniversitelerde ve büyük kentlerde okuyan gençler, muhafazakâr ailelerin çocukları ile ilgili yazımda da bunu belirtmiştim, bütün kimliklerle olan gençlerle bir aradalar. Farklı kesimlerle bir araya gelip farklı kesimlerle okul okuyabilen gençlerle etkileşime girebiliyorlar. Bu nedenle farklı görüşlere veya karşı mahalle argümanlarına açık hale geliyorlar. Bu da büyük bir dönüşüm sağlıyor. Bazen radikalleşebiliyorlar ama genellikle belli zeminde uzlaşıp kendi düşünceleri ile karşı tarafın düşüncelerinin arasında etkileşim oluşmasını sağlıyorlar.

Z kuşağı bu dönüşümü eve de yansıtıyor. Annesi ve babası ile bir program izlerken rakip siyasi parti lideri çıkınca annesi babası çok sert ifade kullanabilirken çocuk ‘ya öyle deme şöyle bir şey de var’ diye açıklama yaparak o dönüşümü ailesinde de yapabiliyor. Bu herhangi bir siyasetçinin çalışmasından daha etkilidir de bence. Çünkü kendi çocuğunuz size argüman anlatıyor. Bir dönüşüm anlatıyor. Bazıları da ters tepiyor. Anne-çocuk iletişimi zedeleniyor ama genellikle benim duyduğum hikâyelerde gördüğüm kadarıyla o etkileşim aileyi de bir noktaya çekebiliyor. Bu nedenle siyaset ve toplumsal kurumlar ile medya, gençleri gündemine taşımayarak, gençleri alan açmayarak bu dönüşümden de mahrum kalıyor. Türkiye’de şu an büyük bir dönüşüm var, bu ne siyasette ne de toplumda yeterince konuşuluyor. Gençlerin aileleri ve kendilerinin dönüşümün hikâyesidir bu. Eskiden yapılan tartışmaların, kutuplaşmaların gençler arasındaki etkisi azalıyor. Daha yeni sorunlar, herkesi yatay kesen meseleler, fırsat eşitliği gibi, daha fazla konuşulmalı ki bu konuşuluyor gençler arasında. Bence bu gri alanı artıran gençlerin, bizim alıştığımız ve ezbere konuştuğumuz ayrımlardan öte bir durumunu ortaya koyan bir tablo. Eski siyaset ve eski gündemleri konuşmak kolay olduğu için onlara devam edildiğini, daha anlaması ve emek verilmesi zor olduğu için gençlerin gündeminin konuşulmadığını düşünüyorum. Eskilerin yeni konsepte alışması zor, bence ezberi devam ettirme rahatlığı içerisindeler.

SİSTEM TARTIŞMALARINDA DÜNYADAKİ GİDİŞATIN PARLAMENTER SİSTEME EVRİLDİĞİ GÖRÜLÜYOR

Galatasaray Üniversitesi, Hukuk Fakültesi mezunusunuz. Yüksek lisansınız kamu hukuku üzere. Daha çok siyasal iletişim, karşılaştırmalı anayasa hukuku, siyasal sistemler üzerine çalışıyorsunuz. Siyasal sistemler üzerine bir yazı dizisine başladınız. Türkiye’nin idari, siyasi, tarihsel ve toplumsal yapısını düşündüğünüzde yapısal sorunlarının çözümünde siz hangi siyasal sistemi gerçekçi buluyorsunuz? Başkanlık mı, yarı başkanlık mı, meclis hükümet sistemi mi yoksa başka bir model öneriniz var mıdır?

Objektif bir şekilde çalışan ve bu alanda akademide ilerlemek isteyen biri olarak, yolun bu başında olmama rağmen çok iddialı cümleler kurmam doğru olmaz. Özellikle okuduğum makale ve fikrine değer verdiğim akademisyenlerin neredeyse tamamının, parlamenter sistemin Türkiye’ye ve bütün ülkelere daha uygun olabileceğine dair görüş var. Juan LINZ adındaki bir siyaset bilimcinin başkanlık sistemi hakkında 80’lerde yazdığı bir makale var. O makalede LINZ, parlamenter sistemi daha uzlaşmacı, daha makul, daha istişareye açık ve toplumu bölen popülist adayları engelleyen bir sistem olarak görüyor. Mezkur makalede bir öngörüsü var; sistemler konuşulurken hep Amerika’daki sistem örnek verilir ve bu sistemin ne kadar demokratik olduğu argümanı ileri sürülür.

Formun Üstü

Formun Altı

Türkiye’de gerçi başkanlık sistemini demokratik yapan kuvvetler ayrılığı konularının-bağımsızlık gibi konular- bizde hiçbir şekilde eklenmedi ya da seçim sisteminin demokratik olması gibi bir unsur biz de yok ama ileri sürülen argüman hep budur. Amerika’daki sistem çok iyidir, iyi işler şeklinde. LINZ bu makalesinde Amerika’daki başkanlık sisteminin de makul ve ılımlı siyasete izin vermeyeceğini ve toplumu daha da kutuplaştırabileceği uyarısını veriyor. Günün sonunda 2016’dan itibaren özellikle kutuplaşmanın artması ile cumhuriyetçiler ve demokratların ne kadar çatıştığı ve bir kişinin başkan seçildiği zaman bir sürü güce sahip olması ve ana aktörü olmasının seçimin gerilimini artırdığını gördük. Trump’ın siyasete girmesi, tamamen o sistemdeki sorunları göz önüne çıkardı. ABD’de de büyük bir kesim başkanlık sistemini veya başkanın geniş yetkilerini eleştiriyor. Neden bu kadar güçlü makam yarattık diye yazılan yazılar var.

Bütün dünyadaki eğilim tek bir kişinin çok merkezde olmadığı istişareye açık kurumların etkin olduğu, belki yavaş ama yerinde karar alındığı parlamenter sisteme doğru gidiyor ki kurumlar doğru işlerse yavaşlık da parlamenter sistemde aslında görülmez. Literatürde parlamenter sistemin daha iyi argümana sahip olduğunu düşünüyorum. Sadece Türkiye özelinde değil, tüm dünyadaki tartışmaların bu yöne evrildiğini düşünüyorum ama tabi ki bu konu hakkında daha detaylı şeyler araştırmak lazım. Türkiye’deki parlamenter sistem tartışmalarında her bir parti bu sistemi savunuyor ama bir parti ‘Cumhurbaşkanını halk seçsin’ birisi ‘Meclis seçsin’ dediği zaman sistemin farklılığı çok fazla olabiliyor. Ya da bir parti ‘tamam, parlamenter sisteme geçelim ama Cumhurbaşkanı hala vali atasın’ deyince o sistemin özelliğinde büyük değişiklik yaşanabiliyor. Bizim tüm bunları somut şekilde konuşmamız lazım. Parlamenter sistem denilince halk ne diyor, partiler ne diyor bence çok aktörler arasında büyük farklılıklar var. Detaya indikçe konu ayrışacaktır. Çünkü aynı şeyden bahsetmiyor insanlar.

Başkanlık sisteminde şayet tepedeki aktör kutuplaşmayı artıran değil de hakem rolünde işini gerçekleştirirse Başkanlık sistemi olumlu görülemez mi?  

Olabilir ama günün sonunda, örnek vereyim, ABD’de de bu vardı. Uzlaştırmacı isimlerin seçileceği varsayımı ile yorum yapılıyordu.  Ama bir kişi tüm dengeyi bozabildi. Uzlaştırmacı ve ılımlı insanların her zaman seçileceğinin ya da etkin olacağının bir garantisi yok. Sistemin bir özelliği olmayabilir bu. Amerika’daki en azından yorumcuların dedikleri bu. Sistemin herhangi bir popülist ve toplumu bölen liderlere karşı bağışıklık sahibi olması gerektiğini söylüyorlar. Başkanlık sisteminin bu liderlerin önünü açabileceğini söylüyorlar, ki Amerika’da açtı. Yani Amerika’da oldu. Hatırlarsanız Trump’tan önce ABD hakkında bu yorum yapılıyordu iki parti uzlaşır, her zaman uzlaştırıcı isimler başkan adayı olur şeklinde ve bu özellik övülüyordu. Şimdi o bitti. Bakın yasa geçiremiyorlar artık, sistemin tıkanmasından dolayı bütçeler artık geçirilemiyor. Her başkanda bu tablo yaşanıyor. Senato ve Kongre işlemiyor. En basit yasalar bile işlemiyor. Uzlaşmaktan vazgeçince sistem tıkanıyor daha da tıkanacak. Kazananın her şeyi kazandığı kaybedenin her şeyi kaybettiği sistem bence artık işlemiyor.

AMERİKA’DA, DÜNYADA ZULÜM GÖREN MÜSLÜMANLARA BÜYÜK DESTEK VAR

Bir tweetinizde görmüştüm. ABD’de Filistinli bir adayın yaşadığı haksızlıkları anlatıyordunuz.  Amerika’da Müslüman toplum üzerine konuşalım isterim. İlhan Omar dışında ABD siyasetinde başka hangi aktörler var acaba? Müslüman toplumun ABD’deki eyalet, belediye, yerel meclisler, bürokrasi, yargı, üniversite camiasındaki ağırlıkları nasıl? Ne tür açmazları ve potansiyelleri var?

Filistinli isim var Rashide Tlaib, İlhan Ömer var Somali göçmeni, Müslüman. Amerika’da Müslümanların sayısı siyasette artıyor. Çünkü genellikle sol kanat içerisinde güçlü bir şekilde temsil ediliyorlar ve yükseliyorlar. Amerika’da Trump döneminde İslamofobi arttı, Başkan’ın açıklamaları halkta Müslümanlara karşı yapılan saldırıların bir nevi cesaretlendiricisi de oldu. Burada esas mesele şu; Amerika’da sadece Müslüman olanlarda değil sol kesimde de başta Filistin olmak üzere dünyada zulüm gören Müslümanlara büyük destek var ve bu siyasette de artırıyor. Daha da artacak. Amerikan yönetimleri Filistinliler hakkında daha fazla açıklama yapmak zorunda kalıyor, evet İsrail’e olan geleneksel destek sürüyor ama Müslümanların dış politikadaki etkisi de artıyor. Bu durumlar politikada halkın önüne sunuluyor.

Filistin konusundaki duruşunuz sizin sol kanattaki yerinizi sağlamlaştırıyor. Sol da yükseldikçe Filistinli Müslümanların siyasetteki etkisi artıyor. ABD’deki Müslümanların sayısı yüzde 1’den fazla değil o nedenle siyasette büyük dönüşüme sebep olamayabilirler ama Michigan gibi kritik yerlerde 100-200 bin civarında Müslüman olunca sonucu etkileyebiliyorlar. Çünkü seçim 50 binde değişebiliyor. Müslümanların organize olup sandığa daha fazla gitmesi durumunda kritik eyaletlerdeki etkisi artacak ve siyasetteki talepleri de daha çok değerlendirilecektir. Ona doğru bir gidiş var. Hala Amerika’da İslamofobi ciddi bir mesele. Cumhuriyetçiler bunu siyasi ajanda haline getirdi ve İslam nefreti ile aslında bir nevi oy devşirmeye çalışıyorlar. 11 Eylül’den beri olan bir durum bu. Etkin bir Müslüman temsili de yok ama Filistin meselesi ana gündem oldu ve adeta akımlaştı. Filistin’i savunmamak artık bir tepki meselesi. İsrail’i savunmak çekingen bir durum haline geliyor.

Müslümanların belediye ve eyaletlerdeki ağırlıklar nasıl peki?

Müslüman yargıçlar ve belediye başkanları seçilenler var. Şu anda bu isimler hâlâ parmakla gösterilebilecek kadarlar. Çok büyük işler yapıyor denilecek biri çıkmadı. İlhan Omar mesela çok konuşulan ama çok etkin olan bir isim değil. Etkinliği de zamanla tecrübelendikçe artacaktır.

Müslümanların açmaz ve potansiyellerine dair bir şey söylemek ister misiniz?

En büyük açmaz genellikle Müslümanların aktif olduğu yer sol kanat. Sol kanat LGBT, kadın hakları konusunda çok ilerici. Amerika’daki Müslüman toplum, bu konular hakkında çok farklı düşünüyorlar. Böyle olunca da burada gerilim ortaya çıkıyor. Göz önüne çıkmadı ama İlhan Ömer’in LGBT yürüyüşüne katılması bazı Müslümanlar tarafından tepkiyle karşılandı. Bir yandan da İlhan Ömer Amerika’daki Müslümanları ana akım haline getirmeye çalışıyor. Bu tartışmalar ilginç tartışmalar. Biz az konuşuyoruz ama 1-2 sene içinde ABD’de ‘Müslümanların ana akımlaşması’ ya da ‘Müslümanların bu sürece tepkisi’nin daha fazla konuşulacağını düşünüyorum.

AMERİKAN ÇIKARLARI DURUMUNDA DEMOKRASİ UNUTULUR

8 Kasım 2021’de Gerçek Gündem sitesinde “Biden’in demokrasi vurgusu salt ahlaki değerlere, şaşmaz prensiplere dayanan ve her antidemokratik uygulama karşısında istisnasız tepki içeren bir söylem değil. ABD’nin stratejik iş birlikleri ve çıkarları söz konusu olduğu zaman, demokratik uyarılar Biden yönetimi tarafından arka plana alınıyor” demişsiniz. Demokratlık ve pragmatizm örtüşen değil, çatışan iki kulvar. Biden’ın profilinde pragmatizmin yer alması demokratlığına halel midir? İlkesel olmayan demokratlık vurgusuna rağmen neden Biden kimileri nezdinde mesela Kürtler, liberaller, sosyal demokratlar tarafından “kurtarıcı” aktör olarak görülüyor?

İnsanlar Biden seçilince Obama gibi her konuda konuşan, dünyadaki her türlü insan hakları ve demokrasi ile ilgili bir şeyler söyleyen ve daha müdahaleci bir Amerika düşündüler. Buna umut bağlayanlar olmuştur belki. Genel olarak insanların Biden’dan büyük beklentileri vardı. Esad gidecek, her şey düzelecek gibi. Rusya ve Çin güçsüzleşecek ama gün sonunda Biden, Trump sonrası bir Amerika’da başkan seçildi ve yapabileceği şeyler sınırlıydı. Amerikan halkı gerçekten dış politikada müdahale istemeyen, müdahaleci insanlara oy vermeyeceğini söyleyen, bu nedenle insan kaybı ve ekonomik kaybı yaşayan bir halk. Bu nedenle bundan sonra hiçbir demokratın daha fazla müdahale eden “dünyada daha fazla etkin olacağız, asker yollayacağız, her meseleye karışacağız” gibi bir tavrı olacağını beklemek naiflik olur.

Biden’ın demokrasi söylemi vardı. Çünkü Trump demokrasiye pek inanmazdı ve demokrat olmayan ülkelerle de iyi ilişkiler kurdu. Bu nedenle de demokrasiyi Biden, dış politikada önceledi ama eğer Amerikan çıkarları söz konusu ise demokrasi ikinci plana atıldı. Bugün Müslümanlara zulüm uygulayan Hindistan; Filistinlilerin haklarını sistematik şekilde ihlal eden İsrail ve kürtaj yasağının olduğu Polonya gibi ülkeler var ve Biden bütün bu ülkelerle ilişkilerini devam ettiriyor. Çünkü Rusya ve Çin’e karşı bu ülkelere ihtiyacı var. İran’a karşı bu ülkelere ihtiyacı var. Buna karşın bu ülkelerin hiçbirine demokrasi vurgusu yapmıyor. Türkiye’ye ilişkin demokrasi uyarılarını çok gündemine alıyor. Neden mi? Türkiye’nin stratejik önemi ve Amerika’ya karşı arz ettiği önem azaldığı için. Türkiye’ye karşı bu söylemi kullanabiliyor. Burada çok sahici, demokrasi için demokrasi savunan bir lider görmüyoruz. Doğal olarak zaten Biden bir siyasetçi eninde sonunda. Din adamı değil, ahlaki düşünce kuruluşu lideri değil. Tavırları çok doğal.

Biden seçildikten sonra insanlar, Trump’a duydukları öfkeyle çok büyük yorumlar yaptılar ve Biden’ın bir demokrasi lideri olduğunu söylediler. Hayır, öyle değil. Amerikan çıkarları durumunda demokrasi unutulur. Çıkarlar önemsiz ise demokrasi konuşulur. Biden Türkiye’yi demokrasi konusunda uyardıkça dünyada demokrasinin bekçisi konumlandırılmasını sağlayan bir söylem de oluşturuyor. ‘Bakın ben başka ülkeleri uyarıyorum’ ‘demokrasi bekçiliği yapıyorum’ diye kendi iç kamuoyunda da bir güç gösterisi oluyor bu durum. Bununla da dış masadaki yerini güçlendiriyor. Bunun devam edeceğini düşünüyorum. Biden’ın demokrasi uyarısını almamak için iş birliğini artırmak şart. Türkiye Biden’dan ilk zamanlar çok uyarıya maruz kaldı. Afganistan’daki süreç devam ederken farkındaysanız, o uyarıların şiddeti azaldı. Bütün bunlar ışığında pragmatizmi görüyoruz. Biden’ın bir siyasi görüşü yok bence. Biden’ı, sosyal demokrat veya liberal demokrat olarak tanımlamak yerine pragmatist bir demokrat olarak tanımlamak çok daha iyi. Görüşlerini sık sık değiştiren, her açıdan uyum sağlayabilen ve bu yönüyle de yetenekli bir lider. Bu nedenle karşımızda pragmatik ve pragmatizm zirvesinde olan bir Amerikan yönetimi var.

- Advertisment -