Ernest Renan, 1882 yılının Mart ayında Sorbonne’da verdiği konferansta dinleyicileriyle netameli bir kavramı konuşmak niyetindedir. “Millet Nedir?”* Esasında ilk bakışta bu kavramın neyi anlattığının tartışma götürmeyecek kadar açık olduğu düşünülebilir. Ama gerçekte “en tehlikeli yanlış anlamalara” sebebiyet verebileceğinden bu kavramın incelikle tahlil edilmesi gerekmektedir.
Renan, evvela insan toplumlarının tarih içinde farklı formlara büründüğünü, bugünkü manasıyla milletlerin ortaya çıkışının çok yeni olduğunu söyler. Hâlihazırda güçlü milletler olarak beliren ve dünyaya nizam verme iddiası taşıyan Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya, İspanya gibi milletlerin ilk çağda var olmadıkları, onların “ekseriya dolambaçlı yollardan geçmek ve binbir macera yaşamak suretiyle” milli varlık haline geldiklerine değinir.
Renan’a göre, bir millete doğru yol almanın kıstası, bir devleti teşkil eden insan yığınlarının birbiri içinde erimesidir. Adı verilen devletlerde var olan bu durumun, o günün Türkiye’sinde mevcut olmadığını vurgular.
“Türkiye’de Türk, Islav, Rum, Ermeni, Arap, Suriyeli, Kürt, bugün birbirinden fetih günündeki kadar ayrıdırlar.” (s.101)
Millet, tarihsel yolculukta birçok hadisenin neticesinde doğar; farklılıkların bir milli kimlik altında birleşmelerinin nedenleri ise birbirinden ayrı olabilir. Mesela, birliği Fransa’da bir sülale sağlar, İsviçre ve Belçika’da birlik eyaletlerin iradesiyle meydana gelir, İtalya ve Almanya’da ise birlik “derebeylik kalıntılarını yenen geniş görüşlü bir zekânın” ürünü olur. Beklenmedik olaylar da milletin oluşumuna menfi ya da müspet yönde tesir edebilir.
“Zamanımızda İtalya’nın uğradığı bozgunlar sayesinde birleştiğini, Türkiye’nin zaferleri yüzünden dağıldığını görüyoruz. Her bozgun İtalya’nın işlerini yürütüyordu, her zafer Türkiye’yi mahvediyordu; çünkü İtalya bir millettir, Türkiye ise Anadolu dışında bir millet değildir.” (s. 105)
“İnsanlık tarihi zoolojiden bambaşka bir şeydir”
Renan, genel bir girizgâhın ardından millet kavramını masaya yatırır. İlkin milletin ne olmadığını anlatır ve bu çerçevede milleti; ırka, dile, dine, çıkar birliğine ve toprağa bağlayan tezlerin geçersizliğini ispatlamaya girişir. Misal; dünyada saf bir ırkın olmadığını, devlet yönetimini ırk üzerine kurmanın, “onu mevhum bir hayale istinad ettirmek” olacağını, bugün “asil” olarak işaretlenen İngiltere, Fransa ve İtalya’nın kanların en fazla karıştığı memleketler olduğunu ifade eder.
“İnsanlık tarihi zoolojiden bambaşka bir şeydir. İnsanlık tarihinde ırk, kemirici veya kedi cinsinden hayvanlarda olduğu gibi her şey değildir; dünyayı dolaşıp herkesin kafatasını muayene etmeye, sonra insanların yakasına yapışarak onlara ‘Sen bizim kanımızdansın, sen bize aitsin’ demeye kimseni hakkı yoktur.” (s. 113)
Dil de, milleti tanımlamaya yetmez. Aynı dili konuşmak aynı millet olmayı sağlamadığı gibi farklı dilleri konuşmak da millet olmanın önünde bir engel teşkil etmez. İngiltere ve Amerika, İspanya ve Latin Amerika aynı dili konuşurlar ama ayrı milletlerdir. Buna mukabil İsviçre’de üç-dört dilin varlığı millet oluşumuna mâni olmaz. Dil birleşmeye davet eder ama zorlamaz. İnsanda dile de galebe çalan bir irade vardır.
“Irka verilen lüzumundan fazla ehemmiyet gibi dile verilen bu mutlak ehemmiyetin de tehlikeleri ve mahzurları vardır. Bu ehemmiyet izam edildiği zaman, milli sayılan bir kültürün duvarlarla çevrili dar muhitine kapanılır. Geniş insanlık alanında teneffüs olunan açık hava terk edilerek küçük vatandaş cemiyetleri içine kapanılır. Ruh ve zekâ için bundan kötü, medeniyet için bundan zararlı bir şey olamaz.” (s. 116)
Millet, bir dinin üzerine de kurulamaz. Çünkü din, artık tamamen şahsi ve vicdani bir konu olduğundan millet kimliği ile din kimliği arasında zorunlu bir bağın olduğu söylenemez. İnsanlar Katolik, Protestan veya Yahudi olarak da yahut hiçbir inancı olmadan da Alman, Fransız, İngiliz olabilirler.
Menfaat birliği de, toprak da bir milleti yaratmak için kâfi gelmez. Ticari anlaşmalar için menfaat birliği gereklidir, ama milletin bir his tarafı vardır ve salt menfaatle bu his oluşamaz. Toprak, bir mücadele ve çalışma alanıdır ama millet, bir ruhtur. O ruhu veren ise insandır.
“Millet denilen o kutsal şeyin kuruluşunda insan her şeydir. Maddi olan hiçbir şey bu kuruluşa kâfi gelmez. Bir millet tarihin derin karışıklıklarından hâsıl olan manevi bir varlıktır; toprak şeklinin tayin ettiği muayyen bir grup değil, manevi bir ailedir.” (s. 120.)
“Her gün yapılan bir plebisit”
Velhasıl millet olmak; aynı ırktan gelmek, aynı dili konuşmak, aynı dine inanmak, aynı menfaatlerin peşinde koşmak veya aynı toprak üzerinde yaşamak demek değildir. O halde millet olmak nedir?
Renan’ın indinde “Bir millet, bir ruhtur, bir manevi varlıktır.” Bu manevi varlığın biri düne, biri bugüne ait olan iki hususiyeti vardır. Düne ait olan, zengin bir hatıralar mirasına sahip olmaktır. Bugüne ait olan ise, birlikte yaşama arzusudur, sahip olunan hatıralar mirasını sürdürme iradesidir.
Millet, bir günde yaratılmaz, bir maziye dayanır. Bir milletin üzerine inşa edilebileceği asıl sermaye; insanların geçmişte birlikte sevinip birlikte üzülmeleri, birlikte mutlu olup birlikte acı çekmeleri ve şimdi de bu müşterek iradeyi taşımalarıdır.
“Birlikte ıstırap çekmiş, haz duymuş, ümid etmiş olmak; işte müşterek gümrüklerden ve stratejik mülahazalara uygun hudutlardan daha iyi şeyler; işte ırk ve dil gibi değişikliklere rağmen anlaşılan şeyler!” (s. 121)
Ezcümle bir millet, ortak idrak edilen şan ve şereflerin, ortak yaşanan acı ve sevinçlerin üzerine kurulur. Mamafih Renan, milletin oluşumunda acıların sevinçlerden daha mühim olduğunun, müşterek ıstırabın müşterek hazdan daha birleştirici bir yönünün bulunduğunun da altını çizer. Zira insanlar katlandıkları fedakârlıklar, derinden hissettiği ıstıraplar nispetinde severler.
Milli hatıralar söz konusu olduğunda yaslar, insanlara birtakım vazifeler yüklediklerinden, zaferlerden daha kıymetlidirler. Dolayısıyla millet, özünde, karşılaşılan güçlüklerle göğüs germe ve bunların üstesinden gelme duygusunun yarattığı ve bir mazisi olan büyük bir karşılıklı bağlılığı ifade eder. Lakin salt dün yetmez; aynı zamanda yarını kurmak konusunda bugün sahip olunan bir iradenin varlığını gerektirir.
“Millet, halde elle tutulabilir bir olayda hülasa edilebilir: Müşterek hayata devam etme hususunda ifade edilen rıza ve istek. Bir milletin varlığı, tabiri, hoş görünüz, her gün yapılan bir plebisittir… Netice itibariyle daima dikkate alınması gereken tek meşru criterium, milletin dileğidir.” (s. 121-122)
Geçmişi paylaşmak, geleceği programlamak
Hâsılı kelam, milletin bir ayağı geçmişte, bir ayağı gelecektedir. Bir yandan geçmişten gelen müşterek bir şan, şeref ve acılar mirasına, bir yandan da gelecek için gerçekleştirilecek müşterek bir programa ihtiyaç duyar.
6 Şubat felaketinin ardından bir vesileyle Renan’ı tekrar okuma ve üzerine düşünme fırsatı buldum. Sanırım, Türkiye’de toplumun yaşanan felaketler karşısında birleşmede, acıyı paylaşmada, yasta ortaklaşmada ve zorlukları aşmak için dayanışmada bir sorunu yok. Aralarındaki farklılıkları gözetmeden dara düşenin yardımına koşan, elindeki avucundakini paylaşan, dün de bugün de takdir edilesi bir birliktelik sergileyen bir toplum var.
Sorun ya da eksiklik mutluluğu paylaşmada ve geleceğe dair ortak programlar oluşturmada kendini gösteriyor. Türkiye’nin zayıf yanı bu! Ve ortak yaşama iradesini güçlendirmenin ve her gün tekrarlanan plebisitten birliği tahkim eden bir sonuç almanın yolu da, bu zayıf tarafıyla yüzleşmekten ve bunu güçlendirmek için gerekli siyaseti oluşturmaktan geçiyor.
* Ernest Renan, Nutuklar ve Konferanslar, Çeviri: Ziya İshan, MEB Yayınları, 1946.
Perspektif, 26 Mart 2023