Gazete Duvar’daki yazınızda, “Doğu Akdeniz tarihinde ilk kez çok sayıda ülke aynı kampta buluştu ve bunu Türkiye’ye borçlular” diyor ve olan biteni Türkiye’nin kendisini izole etmesine, dostlarını arttıracak bir politika üretmemesine bağlıyorsunuz. Türkiye hangi devletlerle, nasıl bir ittifak kurabilirdi?
Ben bunu özellikle taraftar olduğum için değil, var olan siyaset üzerinden analize tâbi tutuyorum. Reel politik üzerinden; en baştan bunu söylemek isterim. Bu, benim tercih ettiğim bir düzen değil. Doğu Akdeniz’de de değil, dünyada da değil.
Ama şu an sorun ne? Niye biz yatıp kalkıp Doğu Akdeniz konuşuyoruz? Çünkü bir denge vardı. ABD, Türkiye, İsrail, AB, Yunanistan, Güney Kıbrıs dengesiydi bu. Türkiye; İsrail ve Mısır’la ilişkilerini bozunca ABD de Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de daha kolay gözden çıkarılabileceğini göstermek istedi. Bütün denge bozuldu. Yerine başka denge de kuramadı. Cılız aktörlerle oynadı Türkiye. İşte Hamas, Serraj hükümeti gibi… Dolayısıyla o denge bozulduğunda kendi kendini izole etmiş oldu Türkiye. Şimdi “bizi sıkıştırıyorlar” söylemi var ama aslına bakarsanız Türkiye kendi kendini sıkıştırmış durumda Doğu Akdeniz’de. Onu kastetmeye çalıştım.
Aralık 2019’da Doğu Akdeniz’i ele aldığınız bir yazınızda “Türkiye’nin bu şekilde acemice yürütmeye çalıştığı ‘müttefiksiz’ siyaset sınırına dayanmış durumda” demiştiniz.
İşte ondan sonra bunu askeri güçle telafi etmeye çalıştı, onun da sınırına ulaştı.
Türkiye’nin hem Mavi Vatan politikası izlemesi, hem de müttefiklerini arttırması mümkün müydü?
Değildi. Zaten Mavi Vatan’ı tercih etti. Amirallerin, denizcilerin doktrinine sarıldı. Diğerini, yani dostlarını arttırma stratejisine gitmedi. Militerleştirdi dış politikayı. Diplomasi açığını militarizasyona giderek kapatmaya çalıştı. Artık bu da sınırına ulaştı.
“İki milliyetçilik çatışıyor”
Çok naif bir sorum olacak: Yunanistan enerji kaynağı bile aramıyor, Kıbrıslı Rumların bulduğu enerji kaynağı da maliyeti kurtarmıyor, diyorsunuz. O halde bütün bu gürültü ne uğruna? Devletler, denizlerdeki egemenlikleri için savaşın eşiğine gelirler mi?
Geldiler işte! Kardak’ta geldiler. Savaşmıyorlar, savaşmayacaklar da. Ama savaşın eşiğine geliyorlar. Türkiye ile Yunanistan, Fransa arasında bir savaş olmayacak. Mısır’la da olmayacak. Orada potansiyel olarak bulunma ihtimali olan kaynaklar üzerinden yürütülen bir gerilim bu. Şunu kabul etmek lazım: Sonuçta iki milliyetçilik çatışıyor burada.
Meis Adası’na deniz hukuku sözleşmesinin tanıdığı kıta sahanlığını tatbik edersen hakikaten de çok adaletsiz bir durum ortaya çıkıyor. Bunun AKP’yle bir ilgisi olmadığını söylüyorum. Diyelim ki orada deniz yatağında büyük bir enerji kaynağı bulunsa, bu adaletsiz bir şey olur. Çünkü çok küçük bir ada, fakat hak iddiası, karşısındaki koca anakaradan fazla… Türkiye’nin hakkı olmayacak ama Meis Adası’nın mı hakkı olacak? Bu olmaz. Burada ciddi bir sorun var hakikaten. Yunanistan bunu daha maksimalist bir tarzda gündeme getirirse Türkiye de tabii ki bir şey söyler. Ama bunun yeri navtex değil, tatbikat değil, donanmayı Akdeniz’e sürmek değil. Oturup halledilmeyecek bir şey yok.
Yunanistan da biliyor, uluslararası hukuk da bu konuda Yunanistan’ın yanında olmaz. Herkesin malumu. Ama bunun için bu kadar gerginliğe gerek yok. Sanki burada büyük bir enerji kaynağı bulunmuş da… Ortada bir şey yok.
Doğmamış çocuğa don biçmek gibi mi yani?
Biraz öyle. Somut olan tek şey, Meis’in kıta sahanlığını kabul edersek, hakikaten de Türkiye’ye alan kalmıyor orada. Bunu da bizim kabul etmememiz lazım. Yunanistan çok aşırı bir talepte bulunuyor.
Buna benzer şeylerle dünyada daha önce karşılaşıldı. Buna “yanlış taraftaki adalar” diyorlar. Kendi anakarasına değil de komşunun anakarasına yakın adalar yani. Bunlara genelde anakarayla aynı hak verilmiyor. Çünkü hakkaniyet ilkesi.
Türkiye de tersinden tanımlamaya çalışıyor: “Hiçbir hakkı yoktur ada olduğu için” diyor. Bu da doğru değil ama adanın bir anakara kadar hakkı olmadığı da açık. Hukuk mantığa dayanır. Mantıktan baktığınızda haritaya bunun böyle olmayacağını söylersiniz.
Dış politikada yakın zamanda iki strateji önemliydi: Komşularla sıfır sorun ve Mavi Vatan. Bu siyasi tercihlerin getirdiği kazançlar, ödettiği maliyetler birbirine ne kadar benziyor?
İkisi de başarısız. Komşularla sıfır sorun zaten çöktü, o tarihin bir araştırma konusuna dönüştü. Mavi Vatan ise bir yere varmıyor. Tamam, denizlerdeki haklarımızı arayalım mantığıyla ortaya çıktı ama orada da bunu AKP ve militerleşmiş bir dış politikayla yürütmenin mümkün olmadığı anlaşıldı bana sorarsanız.
“Muhalefetin dış politika tavrı seçimlere odaklı”
Son olarak, muhalefet Oruç Reis’in dönüşünü taviz olarak nitelendirdi. Türkiye’de muhalif siyasetin Cumhur İttifakı’nın öne sürdüğü politikalardan başka önerisi yok mu?
Genelde geliştiremiyor, geliştirmek istemiyor. Bu, çok uzun süredir devam eden çizgisi muhalefetin. Milli konularda bizi “gayrı-milli” olarak etiketlemesinler diye, bu endişeyle… Muhafazakâr-milliyetçi oyları sanki çok alabiliyorlarmış gibi; alamadığı ve alamayacağı oyu kaybedeceği korkusu var. O yüzden de nedense böyle milliliğini kanıtlama uğraşı içindeler. Bu siyasetin bir çıkışının olmadığı, CHP’ye de bir fayda sağlamadığı ortada ama daha uzun vadeli bakıyorlar, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bakıyorlar galiba. O yüzden bu söylemin dışına çıkmıyor, bir alternatif öneri getirmiyorlar.
Peki, muhalefetin bu taktiği doğru mu?
Bence bütün politikayı seçimin üstüne kurmuşlar. Bunu anlık değil, zamanı gelince bize lazım olacak gibi düşünüyorlar. Öyleyse sağlamasını da o zaman göreceğiz. Şu an CHP’nin oylarına bir fayda sağlamıyor, bir etkisi yok, bir artı puan getirmiyor. Bu çok açık. Ama zamanı geldiğinde işe yarar mı? O zaman göreceğiz.