Ana SayfaRÖPORTAJPORTRE | TÜSİAD’ın Keban’ın bir köyünde doğmuş, Kasımpaşa’da büyümüş solcu mühendis başkanı:...

PORTRE | TÜSİAD’ın Keban’ın bir köyünde doğmuş, Kasımpaşa’da büyümüş solcu mühendis başkanı: Orhan Turan

İktidara yönelik eleştirileriyle tartışılan TÜSİAD’ın başkanı Orhan Turan, İstanbul burjuvazisi kökenli TÜSİAD başkanlarından farklı bir profile sahip. Elazığ Keban’ın kurt inen bir köyünde doğan Turan, birleştirilmiş sınıflarda okumuş, üniversitede solcu olmuş, sabah 5’te kalkıp otobüsle işine gitmiş bir mühendis. Babası göç ettikleri Kasımpaşa’da esnaflık yapan Turan, kendi kurduğu yalıtım şirketiyle zenginler kulübüne girmiş.

Orhan Turan hayat hikayesini Yalıtım sektörü dergisine anlatmıştı:

Elazığ’ın Keban ilçesine bağlı Bayındır Köyü’nde doğmuşum. İklim şartlarının çok zorladığı ve yolların üç-dört ay kar nedeniyle kapalı olmasından dolayı kasabayla ilişkinin kesildiği bir köydü. Öyle zamanlarda hasta olanlar ölüyor; sağ kalanlar, daha dirençli olanlarsa hayatlarını devam ettiriyorlardı. Mesela bir kız kardeşim varmış; bebekken altı ay boyunca ağlamış ve sonunda vefat etmiş. En büyük mücadelemiz doğaylaydı. Kurtlar köyü basardı. Onun için orada evler hep iç içedir. Üç kardeşiz, üçümüzün de nüfus káğıdındaki doğum tarihleri yanlıştır. Ben 1958 doğumluyum. Hangi gün doğduğumu bilmiyorum. Doğum tarihimi sordukları zaman 10 Aralık diyorum, nüfus kağıdımda ise 7 Kasım 1960 yazıyor. O dönemde ancak ilkokula giderken nüfus káğıdı çıkarılırmış. İlkokulun ilk üç sınıfını o köyde okudum. Okulda iki sınıf vardı; birisinde dört ve beşinci sınıflar, diğerinde de birinci, ikinci ve üçüncü sınıflar eğitim görürdü. Öğretmen üç sınıfa birden eğitim verirdi. Üçüncü sınıftayken o sınıfın başkanıydım. Kar yağdığı günler okuldan eve döndüğümüzde annem ellerimizi kendi saçlarına sürerek ısıtırdı. Top peşinde koşardık, bahçelerde oynardık, bakır leğenle kayardık. Sakin bir çocuktum. Genel yapım hırçın değildir, uyumluyumdur. Genelde pek problem yaratmam ve problemin kaynağı olmak istemem.

Annem ve küçük ağabeyimle köyde yaşarken, babam 1950’lerde İstanbul’da ticaret yapmaya başlamıştı. Önceleri portakal falan, sonraları da sırtında halı satıyordu. Büyük ağabeyim de onun yanında lise eğitimini sürdürüyordu. Yazları köye gelir, yanında kaşar peyniri ve sucuk getirirdi. Evde bir bolluk olurdu. Pazar sabahları özeldi; her gün içtiğimiz çorba yerine çay içerdik.

İstanbul’a gelince kültür şoku yaşadım

İlkokul üçüncü sınıftayken babam bizi de yanına aldı ve 1968 yılında Kasımpaşa’ya taşındık. İstanbul’a taşınacağımız söylendiğinde çok şaşırmıştım; evi de oraya götüreceğimizi zannetmiş ve çocuk aklımla evin altına tekerlekleri nasıl koyacağımızı düşünmüştüm. Köyden şehre gelince bir kültür şoku yaşadım. Dolayısıyla dördüncü sınıfın ilk günlerinde hafiften çuvalladım. Yeni bir ortama girdiğim zaman ortamdaki insanların benden çok üstün zekalı ve başarılı olduklarını düşünürüm. TÜSİAD’a girene kadar aynı şeyleri hissettim. Fakat zaman içinde hiç de öyle olmadığını gördüm. Dördüncü sınıfta ders çalışma metodunu da bilmiyordum. Ama başarılıymışım ki beşinci sınıfta başkan seçildim. Ortaokul birinci sınıfta da zorlanmıştım. Hatta üç dersten ikmale kalmıştım. Babam, ikmal sınavlarına girmememi ve birinci sınıfı tekrar okumamı tavsiye etmişti; daha sağlam olacağını düşünüyordu. Hakikaten de sağlam oldu, ondan sonra hep takdir ve teşekkür belgesi aldım. Piri Reis Ortaokulu’nu bitirdikten sonra Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi’ne devam ettim. Öğrenci hareketlerinin yoğun olduğu bir dönemdi.  

Üniversitede arkadaşlarla çektirdiğim bir tane resmim yoktur; illegalite…

O dönem ciddi bir sol sempatizanıydım. Siyasi görüşlerimin şekillenmesinde İktisat Fakültesi’nde okuyan büyük ağabeyimin etkisi olmuştu. Lisedeyken toplantılara giderdik. Çok iyi konuşurlardı ve ben de çok etkilenirdim. Konuşmaların içeriğinin yanı sıra havası bile beni etkiliyordu. 1976’dan beri hep ciddi işlerle uğraştım. Üniversitede arkadaşlarla çektirdiğim bir tane resmim yoktur; illegalite…

Ekonomik durumumuz kötü olmamasına rağmen ortaokuldan itibaren yaz tatillerinde çalışmaya başlamıştım. Ekonomik bağımsızlığı sevdiğim için çalışıyordum. Kendi paramı kazanmak istiyordum. Çalışma talebi benden geliyordu. Babamın dükkanı da Galata’da olduğu için o civardaki esnafın yanında çalışıyordum. İlk işim Yüksek Kaldırım’da bir radyo tamircisinin çıraklığıydı. Para biriktirip Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Fakir Baykurt ve Orhan Kemal’in kitaplarını alıyordum. Alışverişi Cağaloğlu’ndaki Remzi Kitabevi’nden yapıyordum. Manifaturacıda indirme bindirme yaptım, avukatın yazıhanesinde ve elektrik taahhütü yapan bir firmada çalıştım… Lise son sınıfta ise bir tekstil firmasında tezgahtarlık yapıyordum. İşi öğrenmiştim. Tekstil işinin karlı olduğunu düşünüyordum. Üniversiteye giremeseydim herhalde tekstilci olurdum.

Annem beni gördüğünde bayılmıştı

1977 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Vatan Mühendislik’i kazandım. Sol kökenli öğrenciler okula giremiyordu. Ecevit iktidarıyla beraber işgal kırılmış ve eğitimlere devam edilebilmişti. Yapım gereği rengimi hemen gösteririm. Ben de sol kanattaydım. Dışarıda da çok aktif görevler alıyordum. Stresli bir dönemdi. Uzun süre kabuslar gördüm; güya sağ görüşlü öğrenciler okula hakim olmuşlar, benim de iki dersim kalmış ve ben sınavlara giremiyorum… 

Okulun açıldığı ilk günlerde sağ görüşlü birisi öldürülmüştü. Okulu kapatıp, elimizde T cetvelleriyle bizi de zorla cenazeye götürmüşlerdi. Tanıyacaklarından korktuğum için çok tedirgin olmuştum. Gözlüğümü çıkarıp, yüzümü bereyle falan kapatarak cenazeye gitmiştim. Çok kavga çıkardı. Her kavgadan sonra da polis alır götürür on-on beş gün evden uzaklaşırdık. Bir keresinde on beş gün sonra eve döndüğümde annem o kadar ümidi kesmiş ki kapıda beni gördüğünde bayılmıştı.

Dersleri çok takip eden bir öğrenci olmamama rağmen dört senede mezun oldum. Ön sıralarda oturanlar bana çok şaşırıyorlardı. Dersin özüne çalışıyordum. İstatistik yaparak son beş dönem gelen sorulara odaklanıyordum. Hatta o soruları bastırıp satıyorduk. Gelirini de arkadaşlara veriyorduk.

Mülkiye’yi istiyordum

Mühendisliği bilinçli seçmemiştim. Bir mühendisin ne yaptığını bilmiyordum. Tercihlerim arasında tıp ve siyasal bilgiler de vardı. En çok Mülkiye’yi istiyordum. Makine fakültesini kazanamasaydım Mülkiye’ye girecektim. Soldaki liderlerin çoğunluğunun bu okuldan mezun olması da kararımda etkili olmuştu. Yazar olmayı arzuluyordum. Sanatçılara ve yazarlara karşı büyük ilgim vardı, şiirler yazıyordum. Hatta roman yazmaya bile niyetlenmiştim. Şiir yazarken Nazım Hikmet’ten esinleniyordum. O’nun gibi sosyal içerikli konulara ağırlık vermeye çalışıyordum.

Mühendislik eğitimi analitik düşünmeyi öğretiyor ve insana bir yön veriyor. Fakat ondan sonra kendini geliştirmiyorsan aldığın eğitimin hiçbir önemi yok. Lisans eğitiminden sonra bir yıl Marmara Üniversitesi’nde işletme yüksek lisansı da yaptım. O gün bugündür, 1971’den beri okuyorum. Mesela arabada sol tarafımda okuyacağım bir yığın şey durur. Okuma alışkanlığını ortaokulda edindim. Bazen okuyamadığım zaman uyuyamıyorum, kendimi yemek yememiş gibi hissediyorum. Okuduğum zaman kendimi huzurlu buluyorum. Şu günlerde makro ekonomi ve yönetim tekniklerine ilgi duyuyorum. Öğrendiklerimi firmaya uyarlamaya çalışıyorum.

Sabahın o saatinde sokakta sadece köpekler oluyordu

1981 yılının eylül ayında okuldan mezun oldum. Ardından Marmara Üniversitesi’nde işletme yüksek lisansı yapmaya başladım. O sırada ENKA’nın bir makine mühendisine ihtiyaç duyduğunu öğrendim ve müracaat ettim. İş yeri Tuzla’da, evim ise Kurtuluş’taydı. Mesai 7.30’da başladığından 5.30’da uyanıyor, Elmadağ’a kadar yürüyor ve ilk otobüsle Mecidiyeköy’e, oradan Kadıköy’e ve Kadıköy’den de Tuzla’ya gidiyordum. Sabahın o saatinde sokakta sadece köpekler oluyordu. Kahvaltımı rahmetli babam hazırlıyordu; emeğini hiçbir zaman ödeyemem. Saat beşte mesai bitince de yüksek lisans eğitimine gidiyordum. 23 yaşındaydım ve eve ancak saat onda girebiliyordum, hemen uyuyordum. Hafta sonları da İngilizce kursuna devam ediyordum. Çok zor ve ağır bir dönemdi ve 1983 yılının nisan ayına kadar sürdü. Askere gidince rahatladım.

Askerde hayatım değişti

Asteğmen olarak Tuzla’da dört ay eğitim aldık. Ben, takım komutanı olarak ücra yerlere gitmek istemediğimden meslek kurası çekmek istiyordum. Otuz üç makine mühendisi vardı ve bunların 22’si takım komutanı olacaktı. Kura çekilirken bir yarbay, ‘Biriniz gelin bakın da hile yapmadığımızı görün’ demişti ve ben de gönüllü olmuştum. Kağıtların içinde 11 tane dolu, 22 tane de boş vardı. Dolu kağıtlar aydınger olduğu için arkadan bakınca belli oluyordu. Sayarken bir tanesini kırıp kendime göre işaretlemiştim. Sıra kura çekmeye gelmişti. Kura sırası bana geldiğinde torbanın içinden o işaretlediğim kırık kağıdı bulabilmek için biraz zaman harcamış ve çabuk olmam konusunda bir uyarı almıştım; fakat sonunda doluyu seçmiştim. Askerliğimin geri kalanını Eskişehir’de hava kuvvetlerinde yaptım. İnşaat Emlak’a gittiğimde hiçbir şey bilmiyordum. Hayatım orada değişti. Taahhütü, yalıtımı, inşaat sektörünü, keşif yapmasını ve birçok şeyi orada öğrendim.

Para yok, pul yok, tecrübe yok, çevre yok…

Askerliğim sırasında 1984 senesinde fakülteden arkadaşlarımın firma kurduklarını öğrendim. Laleli’de bir iş hanının dördüncü katında 19 metrekarelik bir ofisti. Bir masa vardı ve erken gelen o masaya oturuyordu. Kalorifer tesisatı, borulama, boya, elektrik, enerji nakil hattı gibi taahhüt işleri yapıyorlardı. Askerlik dönüşü benden ortak olmamı istemişler ve ben de kabul etmiştim. Firmanın ismi ODE’ydi. ODE ismi o iki arkadaşımın Oğuz ve Demirci olan soyadlarının kısaltmasıydı. Dünya Gazetesi’nden ihale takip ediyorduk. İlk işim SSK Kadıköy Dispanseri’nin kalorifer tesisatının değişimiydi. 900 bin liraya almıştık ve ondan da zarar etmiştik. Para yok, pul yok, tecrübe yok, çevre yok… Düzenli maaşı olan bir işte çalışmam konusunda ailemden ve eşimden çok baskı görüyordum. Fakat bir şeyleri başaracağıma dair bir inanç vardı içimde. Bir süre sonra ortaklarıma Beşiktaş’ta bir mağaza açmayı teklif ettim. Bayilik alacaktık. Vitrifiye satışı da yapmakla birlikte özellikle yalıtıma odaklanmayı planlıyordum. 1986 yılının haziran ayında mağazayı açtık. Ticareti Beşiktaş’taki mağazada öğrendim. Mağaza yolun altındaydı ve ben ‘eksi 1’ diyordum. Yani ticarete sıfırdan değil eksi birden başlamıştım. Soğuk bir yerdi. Biraz para kazanınca kömürlü bir kazan almıştık. Kurtuluş’taki evin altını da depo olarak tutmuştum, akşamları malzeme geldiği zaman kapıcıyla beraber indirirdik. O yılın sonunda Veysi Oğuz; 1987 yılının sonunda da diğer ortağım Mustafa Demirci ortaklıktan ayrıldı. 1988’in ilk günü ‘Yalıtıma odaklanacağım’ diyerek tek başıma masaya oturdum. Yalıtımda o zamanlar mühendislik hizmeti verebilecek firma yoktu. O boşluğu görmüştüm. İzocam, Sika ve BTM’nin bayiliğini yaparak işe başladım. O zamanki bayi firmalar radyatör, vitrifiye gibi her türlü ürünü satıyor, bunların yanında yalıtım malzemesi ticareti de yapıyorlardı. Ama biz sadece yalıtıma odaklandığımızda o firmalar süreç içinde elendiler ve yalıtımdan çekildiler. Bizim gibi firmalar artmaya başladı. Mühendislik hizmeti verip de yalıtım işine giren ilk firmalardan birisiyiz.

İdare ediyorduk 

Eşim Seher Hanım ile aynı mahallede oturuyorduk. Bir halk oyunları grubundaydık. O, Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun. 1982’de nişanlandık ve ben askere gittim. 1984 yılının eylül ayında evlendik. Askerde üç-beş kuruş para biriktirmişim. Bu parayı da şirkete elektrik parası, su parası diye veriyordum. Cebimde para yoktu ama yine de evlenmiştik. Seher çalışıyordu ve standart bir geliri vardı. Evi de babam vermişti, idare ediyorduk. Eşimin yaşantısı benden daha düzenliydi. 1988 yılında ithalat yapan bir firmada muhasebe müdürü olarak çalışıyordu. Firma batınca tazminat olarak bir bilgisayar verdiler. O bilgisayarla bizim firmaya muhasebeyi düzeltsin diye geldi fakat ‘hala düzeltemedi!..’. Şimdi firmamızın mali işlerine bakıyor. Birlikte çalışıyoruz. 16 yaşında bir oğlumuz var. Notre Dame de Sion’da okuyor. Müziğe ve bilgisayara karşı ilgisi var. ODE’de çalışmak isterse tüm personelim gibi ondan da hiçbir tecrübemi esirgemem.

Kömür parası toplamıştım

Maddi sıkıntılar da çekiyordum. Hatta bir seferinde, 1988 yılında bayiliğini yaptığımız bir firmanın Kıbrıs’ta bayiler toplantısı vardı. Cebimde de para yoktu. Oturduğum apartmanın yöneticisi olduğum için tüm dairelerden kömür parası toplamış, kömürcüye vadeli çek vermiş ve böylece nakit parayla Kıbrıs’a gidebilmiştim. O zamanlarda kredi kartları da yaygın değildi. Lokal bayiliklerimiz devam ederken bir süre sonra bayilik sistemiyle uzun vadede benim vizyonuma uygun işler yapamayacağımı düşündüm ve farklı bir şeyler yapmak istedim. İthalat yapmayı kafama koymuştum. Türkiye’ye kauçuğu, polietileni, folyo bandını, korozyon bandını, akustik foumu, flanşı ve fleksible havalandırma kanallarını ilk biz getirdik. Bir süre sonra ithalatla da olmayacağını düşündüm. 1995’e kadar iyi bir sermaye birikimi yaptık ve onunla da Çorlu’da yatırıma başladık. Polietilen üretimi daha ucuz bir yatırım olduğu için ilk bu malzemenin üretimini gerçekleştirdik.

Global ve vizyoner düşünememişim

Bir pazar günü Çorlu’ya arazi bakmaya gittik. Doğulu olduğum için daha global ve vizyoner düşünememişim. Doğulularda hep ‘yarın’ endişesi vardır. 13 dönüm yer aldım. Fakat polietilen üretimi yapılan bir bina, bir depolama tesisi ve bir de idari bina yapınca ve ardından da kauçuk üretimine geçince o arsa iki sene sonra tamamıyla doldu. Bugün 120 bin metrekare açık arsa, 30 bin metrekare de kapalı alanımız var. 1996’da polietilen üretimine geçtikten sonra bayi ağı oluşturmak amacıyla arkadaşları toplayıp, ‘İkişerlikten ekipler oluşturun, bir grup Karadeniz’e, bir grup Akdeniz’e, bir grup Ege’ye, bir grup da İç Anadolu’ya gideceksiniz’ demiştim. Çocuklar da, ‘Bize kim bayi olur ki?’ cevabını vermişlerdi… O yıllardan bu yana çalışan bayilerimiz var. Bayilerimizi iş ortağı olarak görüyoruz, samimi bir ilişkimiz var. Bilgi ve deneyimleri paylaşıyoruz. Bayilik sistemine başladığımızda bütün köşeler kapılmıştı. Olmayan bayileri oluşturduk ve rakiplerimizin bayilerinin karşısına diktik. Bu kolay bir iş değil. Bir fark yaratmak gerekiyordu. O farkı yarattık ki şu anda 140 iş ortağımız var.”

- Advertisment -