İktidarı destekleyen medya ile muhalif medyanın hallerini, geleneksel medyanın dijitalleşme ile imtihanını ve 6. Anadolu Medya Ödülleri’ni Prof. Süleyman İrvan ile konuştuk.
Bir dönem Türkiye’de “ana akım” tartışmaları yaşanıyordu. Sizce şu anda Türkiye’de ana akım bir medyanın varlığından söz edebilir miyiz?
Ana akım medya kavramı İngilizce “mainstream media” kavramının tercümesi olarak kullanılıyor. Temel olarak, 19. yüzyılda ortaya çıkan, partizan olmayan, geniş kitlelere seslenen ve asıl amacı popüler haberler ile yüksek tirajları hedefleyen gazeteler için kullanılıyordu. Günümüzde de aynı şekilde, ideolojik bir duruştan çok farklı kesimlere seslenen medya olarak değerlendirebiliriz.
Ben daha önce News Lab Turkey için hazırlanan bir haber için yaptığım değerlendirmede ana akımı, “Politik bir angajmanı olmayan, toplumun geneline hitap eden, gündemi belirleyen, aktivist olmayan, sadece gazeteciliğe odaklı medya” şeklinde tanımlamıştım.
Türkiye’de bu tanıma tam uyan bir medya yok. Çünkü Türkiye’de tarihsel olarak hep kutuplaşmış bir medya ortamı söz konusuydu, günümüzde bu kutuplaşma daha da arttı.
Yine de merkezde yer alan Demirören Medya (Hürriyet, Milliyet, Posta, CNN Türk, Kanal D) ile Ciner Medya’yı (Habertürk TV ile Haberturk.com) ana akım olarak tanımlayabiliriz.
Sizce iktidara yakın medya organları halk arasında etkili mi?
AK Parti iktidarı başlangıçtan itibaren kendisine muhalefet eden medyaya savaş açtı ve sonuçta medyanın yaklaşık yüzde 90’ını içeren bir iktidar medyası oluşturdu.
Bu aslında kötü bir fikirdi çünkü nihayetinde medya haber olanı aktarması gereken bir iletişim mecrası. Siz bütün medyayı kendinize bağlasanız bile işler iyi gitmediğinde, bu iyi gitmeyen işleri aktaran bir alternatif medya her koşulda ortaya çıkıyor.
Kontrol ettiğiniz medya olumsuzlukları aktarmadığında halkın haber alma ihtiyacını, gerçekleri öğrenme ihtiyacını karşılamıyor demektir. Bu da sonuçta medya kuruluşlarına duyulan güvenin azalmasına yol açıyor.
2020 yılı TÜİK rakamlarına göre gazete tirajları son 10 yılda yarı yarıya azalmış görünüyor. Pandemi sürecinde gazete tirajlarının tümden eridiğini de not edeyim. Bu tabloya bakarak iktidar medyasının halk arasında etkili olduğunu söylemek mümkün görünmüyor.
İktidarı her daim öven ve hiçbir olumsuzluğu haber yapamayan bir medyaya halk neden güvensin?
Öte yandan televizyon haberciliği anlamında Kanal D, Show TV, ATV, CNN Türk, Habertürk gibi TV kanallarında ana akım anlayışına uygun bir habercilik yapıldığını söylemek mümkün.
Ayrıca, muhalif konumdaki Fox Tv’nin haberlerinin her daim reytinglerde zirvede olması da halkın beklentilerini görmek açısından bize bir fikir veriyor olmalı.
Muhalif medyada sık sık milliyetçi ve ayrımcı açıklamalar, haberler yer alıyor. Buna en yakın örnek, Sözcü gazetesinin attığı “Yunan kaşıntı sezonu başladı” manşeti oldu. Bu durum, muhalif medya neden ana akım olamıyor sorusuna bir cevap oluşturuyor mu yoksa bunun farklı sebepleri de var mı?
Her şeyden önce muhalif medya illa da “daha iyi” ve “etik” medya anlamına gelmiyor. Türkiye’de kendisini muhalif olarak konumlandıran ancak politik olarak ırkçı ve ayrımcı söylemlerin sözcülüğünü yapan medya kuruluşları da var. Dolayısıyla muhalif olan mutlaka iyidir söylemi doğru değil.
Sözcü gazetesinin nefret söylemi ve yabancı düşmanlığı içeren malum haberini ben de twitter üzerinden eleştirmiş ve kendilerine Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından hazırlanan Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ndeki “Gazeteci; insanlar, uluslar ve topluluklar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır” şeklindeki ilkeyi hatırlatmıştım.
Bunun ana akım olamamakla bir ilgisi yok çünkü aslında ana akım olarak tanımladığım Hürriyet gazetesi de geçmişte böyle nefret söylemi ve yabancı düşmanlığı içeren çok sayıda habere imza atmıştı. Örneğin 1996 yılında Türkiye ile Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren Kardak krizinde Hürriyet gazetesinin çok büyük payı vardır. Medyanın Kardak Krizi’ndeki rolüne ilişkin bir değerlendirmeyi yıllar önce 1999’da Birikim dergisinde yapmıştım.
Ayrımcı, ırkçı, yabancı düşmanı söylemler medyada maalesef daha fazla ilgi görüyor. Oysa ana akım ve alternatif medya ayrımının ötesinde etik ilkelere dayalı ve barış gazeteciliğini önceleyen bir bakış açısına ihtiyaç var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından verilen 6. Anadolu Medya Ödüllerini kazanan isimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
En başta bu ödüllerin hangi gazeteciye, hangi medya kuruluşuna neden verildiği, ödül jürisinin kimlerden oluştuğu belli değil. Öylesine rastgele iktidara yakın gazetecilere ve medya kuruluşlarına dağıtılmış izlenimi veriyor.
Meselâ “yılın gazetesi” ödülünü verdikleri gazetenin hangi haberlerini dikkate alarak bu ödüle değer gördüklerini açıklamalılar. Yılın köşe yazarı olarak seçtikleri Abdulkadir Selvi’ye bu ödül neden verildi belli değil.
Ben açıkçası bu ödüller hakkında daha fazla değerlendirme yapmaya gerek görmüyorum.
Daha da kötüsü şu: 2020 yılı sonunda açıkladıkları listede “Yılın erkek haber spikeri” ödülünün Habertürk’ten Veyis Ateş’e, “Yılın kadın haber spikeri” ödülünün de Show TV’den Ece Üner’e verileceği açıklanmıştı. Demek ki ödüller aslında 2020 yılı performanslarına dayalıydı. Sonra Veyis Ateş’le ilgili iddialar ortaya atılınca ödül vermekten vazgeçilmiş. Aynı şekilde Ece Üner de haber spikerliğini bırakmış ama sonuçta ödüller 2020 yılına ilişkin performanslara aitse, ilan edilen kişilere verilmeliydi.
Zaten Aralık 2020’de ilan edilmiş ödüllerin Eylül 2021’de yani 9 ay sonra verilmesi de işin ciddiyetini gösteriyor.
Bir ülkenin cumhurbaşkanının, “yılın gazetecilerine” ödül vermesi normal mi?
Cumhurbaşkanı’nın yılın gazetecilerine ödül vermesini normal karşılamakla birlikte, Cumhurbaşkanı olarak diğer ödül törenlerine de katılıp örneğin ÇGD’den, TGC’den ödül alan gazetecilere de ödül verebilmeli.
Geçmiş yıllarda düzenlenen ödül törenlerine hem iktidar hem muhalefet partilerinin liderleri katılırdı.
Eğer Cumhurbaşkanı sadece iktidarı destekleyen medyayı ve gazetecileri ödüllendiren törenlere katılırsa elbette partili kimliği eleştiri konusu olacaktır.
Evrensel bir “gazetecilik etiği”nden söz etmek mümkün mü? Türkiye bu açıdan ne durumda?
Gazetecilik evrensel bir meslektir ve gazetecilik etiği de evrensel ilkelerden oluşmaktadır. Türkiye’de geliştirilmiş meslek ilkeleri başka ülkelerdeki gazetecilik meslek örgütlerinin geliştirdiği ilkelerden farklı değildir.
Örneğin gazeteciliğin en önemli etik ilkesi doğruluktur, hatta “gazetecilik doğruları söyleme mesleğidir” şeklinde tanımlanır ve bu ilke bütün evrensel gazetecilik etiği belgelerinde mevcuttur.
Aynı şekilde gazetecinin dürüst olması, haber kaynaklarını koruması, güçlünün karşısında güçsüzlerin sesi olması, mağdurları koruyan bir dil kullanması, nefret söyleminden kaçınması, bilgileri teyit etmeden haber olarak yayımlamaması gibi her ülkede geçerli ilkeler söz konusudur.
Etik ilkeler bakımından Türkiye gayet iyi ve örnek gösterilecek durumdadır. Elbette önemli olan sadece ilkelerin varlığı değil, uygulanıp uygulanmadıklarıdır. O noktada ciddi sıkıntılar olduğunu söylemek gerekir.
Dijitalleşme geleneksel medyayı nasıl etkiledi?
Bence olumlu etkiledi. Zaten Z kuşağı dediğimiz kuşak geleneksel medyadan çok dijital medyayı, çevrim içi olmuş medyayı takip ediyor. Bu kuşağa dijitalleşmeden ulaşabilmeniz mümkün değil.
Peki nasıl olumlu etkiledi derseniz, dijital medyanın imkanları çok fazla. Haberleri çok faklı ve ayrıntılı aktarma imkanı söz konusu. Veri gazeteciliği dediğimiz yeni bir gazetecilik anlayışı gelişiyor, bunu geleneksel medyada yapabilmek pek mümkün değildi.
Aynı zamanda yer sıkıntısı da olmadığı için çok ayrıntılı, bilgilendirici haberler yapabilmek mümkün dijital medyada. Benim “süregiden haber” dediğim bir formatta örneğin pandemi gibi haberleri gün gün geliştirmek veya yeni haber formatları denemek mümkün.
Türkiye, medyada teknolojiye ayak uydurma konusunda ne durumda?
Türkiye her alanda teknolojiye kolayca uyum sağlıyor. Örneğin 1988 yılında yüksek lisans için ABD’ye gittiğimde bizi bir yerel gazetenin matbaasına götürmüşlerdi. O matbaada daha yeni yeni sadece birinci sayfayı renkli basabilen makineler kullanılmaya başlanmıştı. Gazete baskısını öve öve bitiremediler. Ben de kendilerine Türkiye’de götürdüğüm rengarenk gazetelerimizi göstermiştim. Renkli gazete öyle olmaz böyle olur demiştim.
Bugün de medya dijital teknolojiye uyum sağlamış görünüyor. Ancak Türk medyasının teknoloji imkanlarını yeterince kullanmadığını, örneğin veri gazeteciliği gibi uygulamaların çok sınırlı olduğunu, henüz robot gazetecilik denemelerinin yapılmadığını söyleyebilirim.
Robot gazeteciliği özellikle amatör spor dallarında, finans haberciliğinde, trafik haberciliğinde ve meteoroloji haberciliğinde kullanılabilir. Bu alanlarda zaten doğru düzgün haber üretilmiyor.
Muhalefet partileri ile muhalefete yakın medya kuruluşları arasındaki dil ve söylem farklılığı kararsız seçmen üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?
Açıkçası ben iktidar medyasına karşı olduğum gibi muhalefet medyası kavramına da karşıyım. Medya bağımsız olmalı ve işini düzgün yapmalı. Medyanın asli görevi muhalefet etmek ya da iktidara destek olmak değil, toplumun bilmesi gereken haberleri, güncel gelişmeleri etik ilkelere uygun biçimde aktarmak olmalıdır.
Türkiye’de mülteci düşmanlığının pompalanmasında medyanın takındığı tutum ve geliştirdiği söylem de önemli bir rol oynuyor. Sığınmacı, göçmen ve mülteci haberleri yapılırken medya nelere dikkat etmeli? Neler yapmalı, nelerden kaçınmalı?
Medya öncelikle sığınmacı, mülteci, göçmen kavramlarını doğru biçimde kullanmalıdır. Ciddi anlamda bir kavram kargaşası yaşandığını görüyorum. Ayrıca, yabancı düşmanlığını körüklemeyen, sığınmacıların sayılardan ibaret olmadığını, onların da insan olduklarını, insanca yaşama haklarına sahip olduklarını vurgulayan bir habercilik yürütülmelidir. Medya ombudsmanı Faruk Bildirici’nin hazırladığı “Sığınmacı ve mülteci haberleri kılavuzu” gazetecilere yol gösterici niteliktedir.