Musa Anter’in yaşarken de avukatıydınız; nasıl tanıştınız, Kürtler açısından Musa Anter’in anlamı neydi?
Selim Okçuoğlu.
Musa Amca ile benim kişisel tanışıklığım kendisinin Mardin’deki köyünden İstanbul’a gelişinden sonraya rastlar. Ağabeyim Ahmet Zeki ile kendisinin çok eski bir dostluğu bulunuyordu, ahbaptılar. İstanbul’da aynı apartmanda oturuyorduk. Yani komşuyduk.
Musa Amcanın en büyük özelliği açık sözlü olması, sözünü sakınmamasıydı. Oldukça hoş sohbet ve nüktedan biriydi.
Ona baktığınızda aynı anda hem bir Kürt asilzadesini hem de bir İstanbul beyefendisini görmeniz mümkündü.
Cömertti. Paylaşmayı, misafir ağırlamayı, sohbet etmeyi çok severdi. Adeta yaşayan bir tarih gibiydi. Bir akşam sohbetinde ağabeyim Ahmet Zeki artık hatıralarını kaleme alması gerektiğini söyledi. Musa Amca “bunu yapmak için yaşlıyım” dedi.
Bunun üzerine ben ve Bahoz Şavata onun anlatacaklarını kaleme alacağımızı söyledik. Böylece aylar süren bir çalışma başlamış oldu.
Musa Amca çocukluğundan başlayarak hatıralarını anlatmaya başladı ve biz de onun anlattıklarını yazmaya… Bahoz bu süre zarfında Musa Amca’nın evinde kalacaktı.
Bahoz’un babası Muhsin Şavata, Menderes döneminde, 49’lar davası olarak bilinen ve Kürt tarihinde önemli bir yer tutan yargılamada Musa Amca ile birlikte yargılanmış, hapis yatmıştı.
Musa Amcanın anlattıklarının yazıya dökülmesinden ve ardından redakte edilmesinden sonra Doz Yayınlarında HATIRALARIM adıyla basımını gerçekleştirdik.
Kitap büyük ilgi gördü.
Doğal olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından yasaklama kararı verildi.
Yazar olarak onun ve yayıncısı olarak da benim hakkımda o dönem yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu’nun meşhur 142/3 maddesi uyarınca dava açıldı.
Özal tarafından hazırlanan Terörle Mücadele Kanunu’nun 1991 yılı Nisan ayında yürürlüğe girmesiyle birlikte Türk Ceza Kanunu’nun bizim yargılandığımız maddesi de yürürlükten kaldırıldığı için hakkımızdaki dava düştü ve böylece ceza almaktan kurtulduk.
Musa Amca Kürt toplumu için geçmişle güncel olan arasında bir hafızayı, belleği temsil ediyordu.
Barışa inanan biriydi, hümanistti.
Musa Amcanın tam da bu nedenle hedef seçildiğini düşünüyorum. Zira egemen her baskıcı yönetim düşünceyi silahtan daha tehlikeli görür.
Musa Anter’in katil zanlısı Hamit Yıldırım, 20 yıl sonra 2012 yılında Sabah gazetesi tarafından bulunduğunda iktidarın bu cinayeti aydınlatmak istediği düşünülmüştü. Geçen 10 yılda Musa Anter cinayetiyle ilgili neler öğrendik? Sizce Musa Anter neden ve kimlerin talimatıyla öldürüldü?
Musa Amcanın katledilmesinin de içinde olduğu çok sayıda faili meçhul cinayet dosyası, Kürt meselesinde yaşanan yumuşama ve çözüm arayışlarının bir sonucu olarak tozlu raflardan indirilmeye başladı.
Öncesinde bizim başvurumuz sonucunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2016 yılında vermiş olduğu kararla Türkiye’yi yaşam hakkı ihlali ve etkili bir iç hukuk yolu bulanmaması nedeniyle mahkûm etti.
PKK itirafçısı, sonrasında JİTEM mensubu Abdulkadir AYGAN’ın itiraf ve ifşaatları sonucunda Musa Amcanın katledilmesine ilişkin önemli bazı bulgu ve deliller de kamuoyuna yansıdı.
Aygan’ın anlatımlarına göre Cem Ersever, yanında PKK itirafçıları Mustafa Deniz ve Neval Boz ile birlikte cinayet için Ankara’dan Diyarbakır’a gelmişti.
Cem Ersever.
O sırada JİTEM ile çalışan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ile birlikte planlama yapılmıştı.
Diyarbakır Belediyesinin düzenlediği kültür festivali bahanesiyle ikna edilerek Diyarbakır’a gelmesi sağlanan Musa Amca o sırada PKK’den kaçan ve Cem Ersever ile Yeşil’in bir ekiple birlikte Güney Kürdistan’a giderek alıp getirdikleri Hogır kod adlı Cemil Işık’ın da aralarında bulunduğu bir ekip tarafından tuzağa düşürülmüş ve böylece katledilmesine varan süreç yaşanmıştı. Musa Amca, asıl görevi kendisini otelden alıp Yeşil, Cemil Işık, Abdulkadir Aygan ve Mustafa Deniz’in bulunduğu gruba teslim etmek olan Şırnaklı korucu Hamit isimli birinin paniğe kapılması sonucu vurularak öldürülmüştü. O sırada Musa Amcanın yanında olan Orhan Miroğlu da ağır bir biçimde yaralanmıştı.
Daha öncesinde, Mesut Yılmaz’ın başbakanken verdiği talimat üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanmış olan meşhur Susurluk Raporunda Musa Amcanın katledilmesine karar veren “Ankara’daki karar vericiler”in sonradan bu kararlarından pişman oldukları itiraf edilecekti: Zira onun öldürülmesinin yaratmış olduğu etki tahmin ettiklerinden çok daha fazla olmuştu.
Cem Ersever o sırada JİTEM gruplar komutan vekili olarak Ankara’da görev yapıyordu. Mahkeme önündeki yargılamada talebimiz üzerine mahkemece Genelkurmaya yazılan yazı üzerine gelen cevapta bu ortaya çıkmıştı. Buna göre Kutlu Savaş’ın “Ankara’daki karar vericiler” olarak isimlendirdiği ekibin içinde Cem Ersever’in bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Üstelik Abdulkadir Aygan’ın yukarıda sözünü ettiğim anlatımları göz önüne alındığında Cem Ersever yalnızca karar vermekle yetinmemiş, verilen bu kararın uygulanmasını sağlamak ve nezaret etmek üzere yanında Mustafa Deniz ve Neval Boz isimli itirafçılardan oluşan yakın ekibiyle Diyarbakır’a da gelmişlerdi.
Mahkeme sürecinde pek çok talebiniz oldu, bu taleplerle ortaya önemli yeni bilgiler çıktı? Nasıl bir dirençle karşılaştınız, bu direncin kaynağı neydi?
Yargılama Diyarbakır’da başladı. Daha sonra kamu güvenliği gibi anlaşılması güç bir gerekçeyle davanın Ankara’ya nakline karar verildi.
Ankara’daki yargılamada mahkeme talebimiz üzerine İsveç’te mülteci olarak bulunan Abdulkadir Aygan’ın ifadesinin uluslararası istinabe kuralları gereğince alınmasına karar verdi ve gerekli yazışmaların yapılması için Adalet Bakanlığına bildirimde bulundu. Bunun üzerine bakanlık hemen müdahale ederek mahkemenin bu kararından vazgeçmesini, bunun yerine Aygan’ın ifadesinin İsveç yetkili makamları tarafından alınması için yazı yazılmasını sağladı. Bu konudaki karşı çıkmalarımızı mahkeme dikkate almamış, bakanlığın dediği olmuştu. Aygan’ın ifade vermeyi reddetmesi üzerine mahkemenin bizzat gidip İsveç’te ifadesini alması için ısrarlı taleplerimiz oldu. Mahkeme ikinci kez bu yönde ara karar oluşturdu ve bakanlığa bu konuda bildirimde bulundu.
Aradan geçen yıllara rağmen bu bir türlü gerçekleşmeyecek ve Aygan’ın ifadesinin alınması bir türlü mümkün olmayacaktı.
Mahkeme sürecinde çok sayıda talebimiz oldu. Bu taleplerimizin bir kısmının kabul edilmesi sonucu çok sayıda resmi yazışma yapıldı, onlarca tanık dinlendi. Yargılama henüz şeklen de olsa devam ettiği için bu konuda ayrıntıya girip yorum yapmayı doğru bulmuyorum.
Ancak şu kadarını söyleyebilirim ki, mevcut delillere göre Musa Amcayı kimin ne amaçla katlettiğini bir mahkeme kararıyla hüküm altına alacak kadar veri, delil dava dosyasında yer alıyor. Mahkeme ısrarlı taleplerimize rağmen Aygan hakkındaki yargılamayı ayırıp mevcut sanıklar için bir karar verilmesini hep reddetti.
Bu arada Diyarbakır JİTEM Ana Davası olarak bilinen, çok sayıda faili meçhul cinayet dosyası ile, Ayten Öztürk’ün Dersim’de kaçırılıp işkence edilerek öldürülmesine ilişkin dava dosyasının da bizin dava dosyamız ile birleştirilmiş olduğunu belirtmeliyim.
20 Eylül 1992’de işlenen Musa Anter cinayeti davasının 30 yıllık zamanaşımı süresi 20 Eylül’de dolacaktı. Mahkeme, son duruşmada bir sonraki duruşma tarihi olarak zamanaşımı tarihinden bir gün sonrasını, yani 21 Eylül’ü belirledi. Dosya zamanaşımından düşecek yorumları yapılıyor. Diğer taraftan dosyanın insanlığa karşı suç kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve bu nedenle zamanaşımından düşürülemeyeceği yorumları da yapılıyor. Sizin değerlendirmeniz nedir?
Bilindiği gibi önceki ceza kanununda insanlığa karşı suç diye bir fiil bulunmuyordu. 2005 yılında yürürlüğe giren yeni ceza kanununda soykırım suçu yanında, insanlığa karşı suç fiillerine de yer verildi ve bu suçlardan dolayı işlenen fiillerde zamanaşımının işlemeyeceği hüküm altına alındı. Fakat bizim taleplerimiz arasında yer vermiş olmamıza rağmen bu davada zamanaşımı olmayacağına ilişkin beyanlarımızın mahkemece kabul edilmesi ihtimalini imkânsıza yakın görüyorum.
Musa Anter cinayetinde tetiği çekmekle suçlanan, davanın tek tutuklu sanığı Hamit Yıldırım, Haziran’daki duruşmada adli kontrolle tahliye edilmişti. Duruşmaya katılmadı. Duruşmada, 5 Eylül’de adli kontrol tedbirleri kapsamında karakola vermesi gereken imzayı da vermediği ortaya çıktı. Hamit Yıldırım’ın kaçtığı iddia ediliyor. Sizin bir duyumunuz var mı?
Abdulkadir Aygan’ın başlangıçta “Şırnaklı korucu Hamit” olarak ismini verdiği, daha sonra gazeteciler Ferhat Ünlü ve Abdurrahman Kılıç’ın kendisi ile yaptığı röportajda kesin bir biçimde tetiği çeken kişi olarak teşhis ettiği Hamit Yıldırım 5 yıl süre ile tutuklu kaldı. Kanuni tutukluluk süresi dolmasına rağmen, yargılama bitmediği için haftada bir imza atması ve yurtdışına çıkışının yasaklanması kararıyla tahliye edildi. Mahkemeye Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilmiş olan bir yazı ile 5 Eylül günü mazeret bildirmeksizin imza vermek için karakola gitmediği anlaşıldı. Ancak Hamit Yıldırım daha sonra vermiş olduğu bir dilekçe ile covid olduğu için evden çıkamadığını, bunun için imza vermeye gidemediğini ileri sürdü.
Anter cinayetinde AK Parti eski milletvekili Orhan Miroğlu da yaralanmıştı. Onun davanın aydınlatılması için bir çabası oldu mu?
Musa Amcanın katledildiği sırada yanında olan Orhan Miroğlu da ağır bir biçimde yaralandı. Orhan Bey, hatırladığım kadarıyla, Diyarbakır ve Ankara’da birer kez olmak üzere toplam iki kere duruşmalara katıldı. Avukatları zaman zaman duruşmalara katılım gösterdi.
Kendisi uzun bir süredir iktidar partisi içinde politika yapıyor. İki dönem milletvekilliği yapmanın yanında, halen genel merkez düzeyindeki görevi devam ediyor. Bu etkili konumuna karşın yargılamada sonuç alıcı bir katkı yaptığını, örneğin Adalet Bakanlığının olumlu bir tutum almasını sağlamak amacıyla müdahalelerde bulunduğunu söylemek zor. Özellikle Mehmet Eymür’ün tanık olarak dinlendiği duruşmada Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’a atfen söylediği “Ben onu Tayfun olarak biliyordum” biçimindeki anlatımından sonra kendisinin davaya ilgisinin daha da zayıfladığını söylemek mümkün.
Dosya zamanaşımından düşerse nasıl bir yol izlenmesi düşünülüyor?
Musa Anter devletin klasik Kürt politikasının bir tezahürü sonucunda bir plan dahilinde, birçok aydın ve toplum ileri geleni gibi, katledildi. Böylece geniş toplum kesimlerinin sindirilmesi, baskı altına alınması amaçlanıyordu.
AK Parti iktidarının bir döneminde gündeme getirilen yumuşama ve çözüm arayışlarının bir sonucu olarak tozlu raflardan indirilen soruşturma dosyaları, bu politikanın gündemden düşmesiyle birlikte, belli bir süre sonra tekrar meçhule bırakılmaya başladı.
Yarınki (21 Eylül) duruşmada muhtemelen bazı sanıklar yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilecek.
Böylesi bir karara karşı bizim için öncelikle Anayasa Mahkemesine ve daha sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru süreçleri gündeme gelecektir.
Sonuç olarak, 20 Eylül 1992 tarihinde Diyarbakır’da, Seyrantepe’de bir çıkmaz sokakta akşam karanlığında Musa Amcaya sıkılan kurşun, 20 Eylül’den bir gün sonra, 21 Eylül 2022’de, Ankara’da bir mahkeme salonunda bu ülkenin barışına, gelecek umuduna sıkılmış olacak.