Röportajın tamamını Serbest TV’de izlemek için:
HDP’den istifa dilekçenizde, “Bireysel beklentilerle değil, toplumsal kaygılarla” istifa ettiğinizin altını çiziyorsunuz. Nedir sizi HDP’den istifa sürecine götüren bu toplumsal kaygılar?
Siyasetin işlevi sorun çözmektir. Türkiye’nin kangrenleşmiş sorunlarının çözümü konusunda siyaset olumlu katkı sağlarsa değerlidir, bu rolü oynayamadığı takdirde ise eleştirilmeli, yeniden gözden geçirilmeli ve yeni bir yol aranıp bulunmalıdır.
Sorun eksenli bakılması gerekiyor. Toplumsal sorunların çözümüne siyasi çalışmalarımızın ne kadar olumlu katkı sağladığı ya da ne kadar çözümsüzlüğü derinleştirdiği konusunda gerçekçi, objektif değerlendirmeler yapmamız lazım. Yoksa kişisel kariyer arayışları ile, kişisel kolay ve hızlı rant elde etme amaçlarıyla siyasi tercih, siyasi arayış içerisinde olursak bu tam da siyasetin çözümsüzlüğüne, siyasete yönelik güvensizliğe, çürüme ve çürütme kaygısına hizmet eder. Dolayısıyla siyasetin daha çözüm odaklı yürümesi, daha öngörülü, ileri görüşlü, daha diyalog eksenli, daha çözüm için bir araya gelme iradesi ekseninde yürümesi gerekiyor.
Bunun ihtiyacını hissediyoruz ve bu doğrultuda bir çalışma, bir çaba ortaya koymak istiyoruz.
Kürt sorunu ile ilgili çeşitli eleştirileriniz oldu hükümete ve HDP’ye. HDP’nin Kürt sorununu çözme yeteneğini ve fırsatını kaybettiğini düşündüğünüzü ifade ediyorsunuz. Neden? Ne değişti? En son Kars belediye başkanlığı görevinde bulundunuz. Belediye başkanlığı döneminiz siyasete bakışınızda bir değişime yol açtı mı?
Hayatımda HDP yokken de ben benzer arayışlar içerisindeydim. 2000’li yılların başlarında insan hakları alanında çalışmalar yaparken, insan hakları hareketinin neden toplumsallaşamadığı, neden tüm kesimleri kuşatan bir hak temelli mücadeleye dönüşemediği gibi birtakım sorularım vardı. Sivil toplumun siyasallaşması, sivil toplumun siyaseti ve karar süreçlerini etkileyici olabilmesi konularını tartışmaya açmıştım o zamanlarda da.
Farklı bir siyasi hareketi o yıllarda da oluşturmaya çalıştık fakat sonra bu gerçekleşmedi. Benim Konya’dan “Bin Umut Adayı”, sonrasında BDP ve en son HDP sürecim başladı.
O yıllarda çözüm sürecinde ve Türkiye’nin sivil bir anayasa yapmak için Meclis’te komisyon oluşturması döneminde kimi eleştirilerim oldu hem kendi partime yönelik hem de Türkiye kamuoyuna yönelik. O sürecin verimli işlemediği, sağlıklı yürütülmediği ve ne yazık ki bir enerji kaybından öte geçemeyeceği ile ilgili gördüğüm bazı risk ve yanlışları paylaşmaya çalıştım. O dönemde de, BDP sonrasında 4-5 yıl siyasetin dışında durdum.
HDP kurulduğunda, bu eksikleri giderebilecek bir özne olabileceğini düşündüm. Öyle umdum. Türkiye’nin hem barışına hem de demokrasisine hizmet edebileceğini düşündüğüm için de içerisinde aktif olarak rol aldım.
Dolayısıyla siyaset benim için vazgeçilmez bir angajman, kutsanmış bir alan değil. Sorunların çözümünde işe yaradığı sürece değer emek harcamaya. Ama kendisi bir amaç değil. Kendisi fetişe edilecek, dogmalaştırılacak, kutsallaştırılacak bir alan değil. Yani bu arayışım son dönemin tıkanması ile ilgili değil, kendimi bildim bileli siyasal mücadele ya da sivil mücadele zeminlerinde olduğumdan beri bu arayışın içerisindeyim.
Özel olarak belediye başkanlığı dönemimin benim için öğretici tarafı şudur:
Türkiye siyasetinde kamplaşma ve kutuplaşmanın daha ziyade merkezi bir sorun olduğunu, Ankara eksenli bir sorun olduğunu görmemi sağladı. Yerelde toplumun birbirine değdiği, iç içe geçtiği, birbirinin taziyesine, düğününe gidip acısını tatlısını paylaşması konusunda toplumun siyasetten daha ilerde olduğunu, daha olgun, daha sağduyulu olduğunu öğretti.
Toplumun hiç suçunun olmadığını, nefret söylemine hiç prim vermediğini söylemem mümkün değil. Şüphesiz toplumun da eleştirilmesi gereken boyutları var ama toplumu geren, toplumu ayrıştıran dinamikler daha çok siyasetten geliyor. Siyasal tercihler, siyaset tarzı, siyasetin daha ötekileştiren, daha kolaycı üslubu yani o kamplaşma siyasetinin sonucu toplumu bu hale getiriyor. Siyaset doğru bir tarzda, daha diyalog endeksli, daha müzakere endeksli, daha amacına uygun yapılırsa toplumun siyasete çok daha aktif ve verimli katılacağına inanıyorum.
Belediye başkanlığının bana öğrettiği en temel şey; toplumun bir piramit gibi olduğu. Eğer en yukarıdan dikey kesitler üzerine siyaset kurmazsanız toplum yatayda kendi yerel sorunlarını da, ülkenin gidişatı ile ilgili ortak zemini de inşa edebilecek bir eğilime, bir bilince bence sahip.
Bir süredir kamuoyunda milliyetçi-muhafazakâr-dindarlar tarafından kurulacak yeni bir partiden söz ediliyor. Partinizin kurucuları ve üyeleri arasında eski MHP’li, eski AKP’li isimlerin olacağı iddia ediliyor. Bu iddiaların gerçeklik payı nedir? Sizin kuracağınız parti ideolojik ve toplumsal olarak bu çizgide mi yer alacak?
Öncelikle şunu söylemem lazım; Türkiye’de bir ihtiyaç varsa, siyasette bir boşluk varsa bu yeni bir siyasi fikir ve bu fikrin toplumsal bir özneye dönüşmesi ile ilgilidir. Yoksa, bir fikir olmadan, bu fikir olgunlaşmadan toplumsal bir zeminde taban bulmadan, ‘Bizim de bir partimiz olsun’ mantığıyla bir parti kurmanın çok anlaşılır bir tarafı yok.
Biz, siyasi partiden önce ve öte, bir siyasi harekete ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Bunun içerisinden bir partinin doğması, bu partiyi Türk siyasal hayatına kazandırması bahsettiğim tartışmaların kendi doğallığında, toplumsal ilgi, heyecan ve katılımla netleşecek bir şey.
Nasıl bir fikre ihtiyaç var diye soruyu tekrar sorarsak, Türkiye’de eski mahalle siyasetine değil, farklı kesimlerin bir araya gelmesinden doğacak sinerjiye, enerjiye ihtiyaç olduğunu öncelikle belirtmek gerek. Yoksa geçmişi tekrar etmek olur. Dolayısıyla bizim hiçbir kesimi baştan dışlayacak, onları mümkün olduğu kadar bu çalışmanın dışında tutacak bir lüksümüz yok.
İddiamız bu ülkede barış içerisinde, onurla, kardeşçe yaşamaksa o zaman ülkeyi kimin yönetmesi gerektiğini düşüneceğiz? Sadece ben ve benim gibi inananlar, düşünenler mi yoksa bu ülkede kim yaşıyorsa, hangi siyasi aidiyete mensup insanlar varsa hep birlikte mi?
Siyaset bir kişinin veya grubun tekelinde olmamalıdır, siyaseti farklı kesimlerin bir araya gelip uzlaşarak, müzakere ederek, doğru sözü arayarak ve bunu toplumda sınayarak inşa etmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Resmi olarak MHP üyeliği ya da AK Parti üyeliği değil burada kast ettiğimiz. Gelenek olarak, 120-130 yıllık Türkiye siyasetinin gelenekleri olarak daha muhafazakâr çevrelerde görev yapmış kişileri kast ediyorum. ANAP olabilir, bugünkü iktidar partisi olabilir ya da geleneksel olarak milliyetçi olarak siyaset yapmış, gençlik örgütlerinde, yayın organlarında görev almış kişiler olabilir. Bu tarz isimlerin bir program etrafında buluşması, ortaklaşması -tabii ki daha sol, daha Alevi, daha Kürt çevreler de dahil olmak üzere söylüyorum- değerli olan budur.
Önemli olan bir çevre değil, bir program üzerinden siyaset kurmaktır. Bu programı birlikte inşa etmektir. Herkes olsun ama onlar olmasın diye bir kez kategorize etmeye başladıktan sonra bunun sonu yoktur. Bir başkası gelir Aleviler neden olsun diyebilir, bir başkası Kürtler niye olsun diyebilir. Dolayısıyla bu, küçük bir siyasi arenaya dönüşür. Buna ihtiyaç yok. Böyle olduğu sürece mevcudu tekrarlamaktan ileri gidemeyiz. Oysa bizim ihtiyacımız olan denenmemişi, şimdiye kadar zor olduğu için göze alınmamış olanı tercih etmektir.
Biz insanların geçmişleriyle yargılanmasından yana değiliz. Hatta tam tersine, az önce saydığımız kimliklerde bulunmalarına rağmen geçmişte o aidiyetlerine rağmen, Türkiye’nin bugünkü sorunlarının demokrasi ortak paydasında, özgürlük, eşitlik ekseninde çözülmesini önemsiyorlarsa, kabulleniyorlarsa bu bence çok daha değerlidir.
Siz sunuşta da bahsettiğim üzere, geçmişte üstlendiğiniz roller ve yaptıklarınız ile Kürt siyasal hareketinin dindar kanadının temsilcisi konumundasınız. Sizin HDP’den ayrılmanız, aynı zamanda Kürt meselesinde İslamcılar, dindarlar arasında bir kırılma, yeni bir arayış anlamına mı geliyor?
Benim aslında daha esastan bir itirazım var. O da artık temsil siyasetinin kendisinin küresel ölçekte bir kriz yaşadığı yönünde. Yani bir camiayı temsil iddiası üzerine kurulu kurgular, yapılar geçiş dönemlerinde çok değerlidir. Sembolik olarak değerlidir, psikolojik olarak değerlidir. Güven oluşturması açısından önemlidir.
HDP’nin kuruluşu esnasında da farklı aidiyetlerden, farklı geleneklerden insanların bir araya gelmesi önemli bir sinerji oluşturmuştur, umut oluşturmuştur. Nitekim geçmişte alınan geleneksel oyun iki katına yakın bir oy alınmıştır 7 Haziran sürecinde.
Burada bir kimliği merkeze koymak, diğerlerini daha tali bir pozisyona itmek elbette ki bir tercih olamaz, olmamalıdır. Eğer siz bir biçimde kimlikleri değil programı esas alırsanız, sözü tartışırsanız, konsepti tartışırsanız o zaman birinin yanında ya da birini dışlayan bir siyasal kurgu değil, herkesin eşit, yatay, kendince doğrudan katıldığı bir siyasal özne inşa edersiniz.
Temsili demokrasinin en büyük handikabı bugünün dünyasında, artık katılımcılığın sürekli siyaset yapmaya, sürekli karar alma süreçlerine dahil olmaya yetmemesi. Daha somut ifade etmek gerekirse, birine yetki verip sandıkta 5 yıl boyunca ‘Ne yapıyorsan yap’ demeniz artık sorun çözmeye yetmiyor.
Dolayısıyla artık dünyada demokrasinin yeni trendlerinden olan, ‘sürekli katılım’ olarak ifade edilen, daha müzakereci, daha katılımcı demokrasi mekanizmalarını ön plana koymak lazım.
Yani ben dindarları temsil ediyorum, öbürü Alevileri, diğeri Kürtleri gibi bir durum olmamalı. Bence artık bunu aşmalıyız. Bütün kesimler daha insan merkezli, daha yurttaş paydasında ama tabii kendi aidiyetiyle, kimliğiyle ve önceliğiyle siyaset yapmalı. Yoksa bir kesim adına, ‘Onlar için ben siyaset yapıyorum’ derseniz bu sizi tekrar temsili demokrasinin sınırlılığına mahkûm eder. Bunu artık aşmamız lazım. Bu çok değerlidir. Ama artık yetmiyor. Bunu artık aşan, temsilin ötesinde sahici bir katılım süreci mekanizması inşa etmeliyiz.
Parti kurma çalışmalarınızda son durum nedir? Partinin kuruluşu için hangi tarihi öngörüyorsunuz?
Tabii tartışma sıralamasını doğru yapmak zorundayız. Atla arabanın yerini ters bağlarsak oradan sağlıklı bir süreç çıkartamayız. Burada hem fikri netleşmeyi, hem de bu fikrin toplumsal zeminde doğru ve sağlıklı algılanmasını sağlayacak bir süreçten bahsediyoruz.
Bu süreçte son derece hızlı hareket etmeye çalışacağız. İmkânlarımız ölçüsünde bunu çok zamana yaymayacağız. En fazla birkaç ay içerisinde bu tartışmayı berraklaştırmamız gerekiyor.
Ben her halükârda Türkiye’de bir siyasal harekete ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Bu hareketi partileştirmekten çok hareketin kalıcı olması ve mümkünse bunun içinden bir siyasi partinin doğmasının daha doğru olduğu kanaatindeyim.
Türkiye’de siyasi partilerin rolü sofraya servis yapmaktır. Dolayısıyla mutfağınız yoksa, mutfakta özgür bir üretim yoksa, siz onu ne kadar iyi servis etmeye çalışırsanız çalışın beslenmenizi ya da doğru bir tat almanızı sağlamaz. Dolayısıyla ben o mutfak kısmının daha kalıcı, daha kurumsal, daha uzun soluklu planlanması gerektiğini düşünüyorum. Ama siyasi parti konusunda gelişmeleri, Türkiye’deki seyri dikkate alarak ve elbette bizim de imkânlarımızı göz önünde bulundurarak bu yol haritasını hazırlamamız gerekiyor.
Çok uzun olmayan bir takvimde ilk olarak bu platformla ilgili çalışma planlamamızı netleştiririz, daha sonra da bu yürüttüğümüz çalışmalar kapsamında yeniden bir süreç planlaması yaparız.