Ana SayfaÖZEL HABERRÖPORTAJ | Karayalçın: “İttifakların kurulması seçimin tadını biraz kaçırdı”

RÖPORTAJ | Karayalçın: “İttifakların kurulması seçimin tadını biraz kaçırdı”

Karayalçın: “1989’da yerel seçimlerinde SHP Ankara’yı, İstanbul’u, İzmir’i, çok sayıda büyükşehir belediyesini kazanmıştı. Fakat sonra CHP açıldı 92’de. Ondan önce HEP açıldı. Sonra ÖDP açıldı. Yani CHP’liler, Kürtler ve sosyalistler, bizi 1989 yılında başarıya götürenler ayrıldılar ve ondan sonra bir başarısızlığın yaşanacağı çok açıktı. 94’te bu yaşandı. DSP, CHP, SHP aday çıkarttılar ve kaçınılmaz olarak seçim kaybedildi. 1999 yılında da böyle oldu. Daha sonraki yıllarda da bunu yaşadık. Ben bütün bunları yaşamış birisi olarak Muharrem Bey’in ayrı parti kurmasının da doğru olmadığını düşünüyordum. Hadi ayrı parti kuruldu, seçimlere ayrı gidilmesinin de doğru olmadığı düşüncesini taşıyordum.”

SHP eski Genel Başkanı, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın ile 14 Mayıs seçimlerini, ittifak sisteminin siyaseti nasıl kimliksizleştirdiğini, 1994 yerel seçimleri tecrübesi eşliğinde Muharrem İnce’nin adaylığını konuştuk.

Geçmişte yaşadıklarımıza pek de benzemeyen bir seçim ortamındayız sanki. Seçime tam da bir ay kala, tüm deneyiminizi de göz önünde bulundurarak atmosferi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu anki ortamı geçmiş dönemle, o dönemki alışkanlıklarımızla, beklentilerimizle kıyaslamak çok da olanaklı değil. Ulus olarak yaşadığımız büyük bir felaketin ardından seçime gidiyoruz. Bir yandan bunun getirdiği farklılıkları yaşıyoruz. Diğer yandan siyasi tarihimizde ikinci kez ittifaklarla seçime gidiyoruz.

“Bugünün siyasetçileri siyaset sahnesinin sağında ve solundaki yerlerini unutmamalı

İttifaklarla seçime gitmek hayatımızda tam olarak neyi değiştiriyor?

Geçmişte siyasi partilerin birbirleriyle mücadeleleri, ikili mücadeleleri bilinir, yaşanırdı. Toplum buna alışkındı. Şimdi öyle bir durum yok. İki blok arasında bir tartışma yaşanıyor, onu da ne kadar tartışma olarak adlandırabilirsek…

İttifakların birbirine hiç benzemeyen partilerce kurulmuş olması da toplumda bazı soru işaretlerine, kafa karışıklıklarına sebep oluyor.

İttifak mantığı da aslında tam olarak budur. Birbirine benzeyen partiler ittifak kurmazlar, birbirine benzemeyenler ittifak kurarlar. Amaç da mümkün olan en çok oyun alınmasıdır. Bunun için ittifaka katılan her parti kendi siyasi mahallesinin oylarını bir araya getirmek durumundadır. Tam da bu nedenle ittifakların mümkün olan en geniş şekilde yapılması istenir.

Mevcut iki ittifakın yaklaşımını, tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İttifakların kurulması biraz seçimin tadını kaçırdı. En basit haliyle, seçmenlerin alışkın olduğu tartışmalar yok bugün. Onun getirmiş olduğu bir farklılık yaşanıyor. Belki başka şeyler de sıralanabilir ama bu ikisi zaten başlı başına, geçmiş seçimlerden farklı bir seçim sürecini deneyimlediğimizi gösteriyor. Hani ‘nerde o eski Ramazanlar’ diye bir laf vardır ya, biraz ona benzer bir durum var, ‘nerede o eski seçimler’… Müziği yok, ciddi tartışmaları yok, ciddi tarafları yok. Taraflar da biraz kaybolmuş durumda. Belki buna bir de siyasi ve ideolojik tartışmaların hemen hemen hiç olmamasını da eklemek gerekir. Hiç sağ sol lafı duymuyorsunuz. 

Bir yandan geçmişteki anlamıyla bir “sağ ve sol”dan bahsetmenin bugün mümkün olmadığı iddiaları var…

Ben o iddiayı doğru bulmuyorum. Sağın ve solun argümanları, söylemleri değişti o doğru. Klasik anlamda sağ-sol argümanlar yok, sağ-sol otorite yok, geçerli değil. O söylemler de yok, ama bugünün siyasetçilerinin sahnenin sağında ve solunda yer almasını gerektiren durumlar var. O da yok. Bir de ilginç bir şey, hemen herkes birbirinden kopya çekiyor gibi. Bir rakibin ona oy getireceğini düşündüğünüz bir sözünü duyuyorsunuz, sağını solunu rötuşlayarak, değiştirerek kendi mücadelenize uyarlayıp ayarlayabiliyorsunuz. Bu da seçimin tadını, lezzetini kaçıran bir şey.

“Ortak liste bir zorunluluk

Farklı partilerden toplam 76 aday CHP listelerinden seçime giriyor. Eleştiriler de var destekleyenler de. Siz CHP ve Kılıçdaroğlu’nun bu kararını fedakârlık olarak mı nitelersiniz yoksa bir kucaklama yahut cömertlik olarak mı okumak gerekir? 

İttifak ya daİttifak ya da koalisyon dünyanın en zor işidir. Aslında her ikisi de aynıdır. Birini seçim sonrasında yaparsınız, biri seçim öncesinde olur. Seçim öncesinde olursa ittifak, seçim sonrasında olursa koalisyon deniyor. Hangisi olursa olsun bunları hakkıyla yapabilmek çok zor bir iştir. Bir ittifakın inşası da, bir koalisyonun inşası da zordur. Dolayısıyla sizin biraz önce sıraladığınız sözcüklere “zorunluluk” sözcüğüyle yanıt vermek daha doğru olur, görünen o ki bu bir zorunluluktur.

“Muharrem Bey’in ayrı parti kurmasını doğru bulmuyorum, seçime birlikte gidilmeliydi”

Hangi ortama girsem kulağıma gelen bir soruyu bunca yıllık deneyiminize dayanarak, en basit haliyle sormak istiyorum: Muharrem İnce ne yapmaya çalışıyor?

Siyaset yapıyor arkadaşlarıyla birlikte. Kendileri için en iyi sonucu elde etme arayışı içinde çok doğal olarak. Biz de sadece siyaset yapmalıyız. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi için en iyi sonucu elde etme çabası içinde olmalıyız.

Bunun en iyi yolu nedir size göre?

Bu konuşmakla olur. Ben bir süredir çıktığım programlarda, yaptığım konuşmalarda “damdan düşmüş” birisi olarak her iki tarafın da dikkatini çekmeye çalışıyorum. 1992 yılında Cumhuriyet Halk Partisi açıldı. Ben o sırada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’ydım. Bana göre Cumhuriyet Halk Partisi açılacaktıysa ya CHP, SHP adını almalıydı; yahut CHP açıldıktan sonra SHP olduğu gibi oraya katılmalıydı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin açılması tek başına doğru bir siyasi adım olmadı, olmayacaktı. Ben öyle görüyordum. Daha sonra olmadığını da gördüm. Solda iki parti vardı. DSP ve SHP’nin olduğu 1989’da yerel seçimlerinde SHP olarak çok büyük bir başarı elde etmiştik. SHP Ankara’yı, İstanbul’u, İzmir’i, Adana’yı, Gaziantep’i, Kayseri’yi, çok sayıda büyükşehir belediyesini kazanmıştı. Fakat sonra CHP açıldı 92’de. Ondan önce HEP açıldı. Sonra ÖDP açıldı. Yani CHP’liler, Kürtler ve sosyalistler, bizi 1989 yılında başarıya götürenler ayrıldılar ve ondan sonra bir başarısızlığın yaşanacağı çok açıktı. 94’te de bu yaşandı. 94 yılında Cumhuriyet Halk Partisi bile bile aday çıkardı. Ankara’da, İstanbul’da, her yerde Cumhuriyet Halk Partisi aday çıkarttı. Kendi çıkarları onu gerektiriyordu. SHP olarak da bizim çıkarımız Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın en azından seçime birlikte girmesini sağlamaktaydı ama olmadı, bir bölünme yaşandı. 94 seçimleri için söylüyorum. DSP, CHP, SHP aday çıkarttılar ve kaçınılmaz olarak seçim kaybedildi. 1999 yılında da böyle oldu. Daha sonraki yıllarda da bunu yaşadık. Ben bütün bunları yaşamış birisi olarak Muharrem Bey’in ayrı parti kurmasının da doğru olmadığını düşünüyordum. Hadi ayrı parti kuruldu, seçimlere ayrı gidilmesinin de doğru olmadığı düşüncesini taşıyordum. Yani ya Muharrem Bey’in ayrı parti kurması önlenmeliydi ya Muharrem Bey’in seçimlere girmesi bir şekilde görüşülerek, müzakere edilerek önlenebilmeliydi. Olmadı, olamadı. Dolayısıyla şimdi kaçınılmaz bir biçimde bu olayları yaşıyoruz.

“Bugün gelinen noktanın başlangıcı 94’ten de öncesinde dayanıyor”

Bugün gelinen noktayı anlamak için 94 yerel seçimlerini iyi okumak, o dönemi anlamak gerektiği görüşüne katılır mısınız?

Aslında daha da önce başladı. Bizler var olan siyasi düşünceler arasında tırnak içinde “en bilinçli kesim” olarak değerlendiriliriz. Belki de kendi kendimize bu değerlendirmeyi yapıyoruz, bilmiyorum ama o bilinç düzeyini göstermedik. Gösteremedik. Toparlanamadık. Hoş bir şey değil ama söylemek zorundayım. Kendimden örnek vermek zorundayım. Ben Türkiye’nin dışişleri bakanıydım. Türkiye’nin başbakan yardımcısıydım. Türkiye’nin bana göre en görkemli sol partisi olan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin genel başkanıydım ve “birleşelim” dedim. Birleşmek için benim bu koltuklardan vazgeçmem, bırakmam gerekiyordu. Hepsini de çok seviyordum doğrusu ama buna rağmen bıraktım. Bana göre büyük bir özveriydi bu. İçime oturdu, yine de yapmam gerekiyordu, yaptım. Bazen hayat böyledir, siyaset de öyle bir şey. Bazen sana çok büyük haksızlıklar da yapılır. Hani derler ya ‘söz konusu Türkiye’yse gerisi teferruattır’ diye, buna katılıyorum. ‘Söz konusu sosyal demokrasi ise gerisi tümüyle teferruattır’ diyerek yaptım.

Zülfü Livaneli’nin 2019’da T24’e yazdığı bir yazı var; 94’te sandıkların korunamadığını, bugün gelinen noktada yine bu zafiyetin payı olduğunu anlatıyor.

Ben Zülfü Bey’in 94 seçimleriyle ilgili iddiasına ilişkin bir gerçekliği bilmiyorum. Benim önüme böyle bir değerlendirme gelmedi. Ben o zaman SHP’nin genel başkanıydım. İl başkanımız çok deneyimli bir siyasetçiydi. Siyasetin bu yönlerini iyi bilen birisiydi. Ondan ve örgütümüzden sandıklara sahip çıkamadığımıza ilişkin bir saptama almadım, duymadım.

“Bülent Ecevit’le 2006’da 3,5 saat görüştüm, her anlamda unutulmaz bir görüşmeydi”

Bir de Hüsamettin Özkan’ın ‘94’te yaptığımız en büyük hata oyları bölmek’ açıklaması var. Tüm bu geçmişe baktığınızda DSP’nin bugün durduğu noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet, çok iyi demiş, ağzına sağlık Hüsamettin Bey’in. Bu açıklamayı değerlendirmesi gereken de bugün DSP’nin yöneticileri. Ben 93 Eylül’ünde SHP genel başkanlığına seçildim. Çok sevdiğim Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini bıraktım. Bırakmam gerekiyordu. Örgüt benim genel başkan olmamı istiyordu. Ondan sonra da Bülent Ecevit’i ziyarete gittim, koalisyon ortağıydık. Bülent Ecevit’in 7-8 tane milletvekili vardı. Kendisine ‘Sayın genel başkanım, gelin solu birleştirelim ve gelin siz genel başkan olun, hepimizin başına geçin’ diyerek genel başkanlık makamını terk etmeye hazır olduğumu ifade ettim. Bülent Ecevit o tarihte öyle düşünmüyordu. Bülent Ecevit’in değerlendirmesi şöyleydi; ‘her sol parti ayrı ayrı oy alarak meclise gelsinler, parlamentoya girsinler. Mecliste bir araya gelerek hükümet kuralım.’ Bunun doğru bir yaklaşım olduğu kanısında değildim. Zaten uygulama da bunun mümkün olmadığını gösterdi. Parça bölük seçmenin karşısına çıkıp mecliste çok sayıda sandalyeye sahip olacak ölçüde oy almamız, ondan sonra da bir araya gelip hükümet kurmamız olamazdı, olmadı da. Bu 93’tü. Buradan 2006 yılına atlamak istiyorum. 13 yıl sonrasına atlamak istiyorum. Bülent Bey o tarihte DSP’nin genel başkanlığından ayrılmıştı. Bir gün gazetelerde Bülent Ecevit’in ‘sol birleşmeli’ şeklinde demeç verdiğini okudum.

Ne düşündünüz, hissettiniz?

Gözlerime inanamadım. Haberin kaynağına baktım: Anadolu Ajansı. Anadolu Ajansı’nda tanıdığım gazetecilere telefon açtım ‘bu doğru mu?’ diye. Doğru olduğunu öğrendim ve derhal Bülent Ecevit’ten randevu istedim, kendisi de bana derhal randevu verdi. Bir araya geldik, sağlığı iyi değildi. Üç buçuk saat görüştük. Bülent Bey’le benim en uzun görüşmemdir bu. Yine biraz geriye gideceğim; 1978’de, Motel Hükümeti kurulduğunda ben İngiltere’den henüz dönmüştüm. Yüksek lisansımı tamamlamış, Köy İşleri Bakanlığı’na müsteşar yardımcısı olarak atanmıştım. Hiç beklemediğim bir şeydi. Müsteşar yardımcılığı oldukça üst düzey bir kamu görevi, yani hükümete epey yakın bir konumdasınız. O dönem dahil Bülent Ecevit’le hiç bu kadar uzun bir görüşmem olmamıştı. Aslında o görüşmeye saatlerce devam edebilirdim ama bir noktada kesme ihtiyacı duydum; çünkü sağlık durumundan ötürü heyecanlanmak Bülent Bey’e iyi gelmiyordu. O yüzden ayrılmam gerektiğini düşündüm; ama benim için çok keyifli, unutulmaz bir görüşmeydi siyasi açıdan, ideolojik açıdan, bireysel açıdan, beşerî açıdan…  Hoş bir görüşmeydi. Bülent Bey sonunda “birlik” diyordu. Herkes ayrı ayrı girsin, sonra mecliste bir araya gelelim noktasından “bir araya gelelim ve meclise birlikte girelim” noktasına gelmişti. Doğrusu da oydu. Sayın Hüsamettin Özkan’ın bu açıklamasını o çerçevede değerlendiriyorum ama darısı DSP yöneticilerinin başına diyemiyorum çünkü yapmadılar.

“Teklif gelmedi, gelmesi de beklenmemeliydi”

Her seçim döneminde cumhurbaşkanlığı olsun, Ankara’da büyükşehir belediye başkanlığı olsun sizin adınızı muhakkak duyarız. Bir “Karayalçın” denir, bir “İlhan Kesici” gelir kulağa. Cumhurbaşkanı adayını belirleme sürecinde size bir teklif, öneri geldi mi?

Teklif gelmedi. Zaten böyle bir şey beklenmemeliydi. Partimizin genel başkanının söz konusu olduğu bir seçim sürecinde bir başka partilinin adaylığı söz konusu olamazdı. Bu konu çok konuşuldu. Benimle çok değişik çevreler bu konuyu konuştular. Benim cumhurbaşkanı adayı olmamı istediklerini söylediler. Ben de kendilerine ‘genel başkanımız aday olduğu sürece her partili gibi bana da düşen genel başkanımızın yanında dimdik durmaktır’ yanıtını verdim. Öyle ki bu durum sayın genel başkanımızın Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilmesinden sonra da sürdü. Geçen hafta Mersin’de, Atatürkçü Düşünce Derneği ve Mersin Yenişehir Belediye’sinin ortaklaşa düzenledikleri bir etkinliğe katıldım. Sorular bölümünde birisi kalktı dedi ki ‘Siz benim cumhurbaşkanı adayımdınız. Ben sizin cumhurbaşkanı adayımız olmanızı çok istemiştim’. Çok teşekkür ettim tabii, çok onore edici bir durum bu. Ancak orada da aynı ifadeleri tekrar ettim ‘Adayımız Sayın Kılıçdaroğlu, hep birlikte onun yanında dimdik duruyoruz’ dedim.

- Advertisment -