Hande Yalnızoğlu Altınay ile Gezi Davası’nda çıkan kararı, kendisinin ve eşinin karar sonrası hissettiklerini ve düşündüklerini konuştuk.
Kararın öncesindeki beklentinizden başlayalım. Kamuoyunda davanın Osman Kavala dışındaki sanıkları için böyle cezalar beklenmiyordu pek. Sizler bekliyor muydunuz?
Hem Gezi hem Osman Kavala adı üzerinden, uzun süredir iktidarın bu kadar dilinde, gündeminde olan bir davadan ceza çıkabileceğini düşünüyorduk ama bu kadar yüksek bir ceza çıkabileceğini hatta bir tutuklama çıkacağını beklemiyorduk.
İddianamenin hukuksuzluğu, delillerin durumu malum…
Osman Kavala’nın tahliye olmasını düşük olasılık buluyorduk ama diğer sanıklara, istenilen siyasi tabloya uygun şekilde “bir ceza verdik” denilecek bir cezayla adliyeden eve gönderileceğimizi düşünüyorduk.
Ben karardan önceki son akşam bile Hakan’a “ceza çıkmasıyla ilgili herhangi bir kaygın var mı” diye sorduğumda “yok” demişti. Bizim dışımızda avukatlarımız da, konuştuğumuz siyasiler de hiç böyle bir ihtimali düşünmüyorlardı.
Hakan, iki yaşındaki oğlumuz Ege’yle geri dönmeyecekmiş gibi vedalaşmadı.
Ceza çıkmasını nasıl da beklemediğimizle ilgili şunu anlatayım. Ben Oxford Üniversitesi’nde tarih doktorası yapıyorum. Duruşmanın ertesi gününe, iki ay boyunca Oxford birinci sınıf öğrencilerine kendi danışmanımın Ortadoğu Tarihi dersini vermek üzere İngiltere’ye uçuş biletim vardı. Bir sene öncesinden danışmanıma iki ay süren bir dönem için ders vereceğime söz vermiştim.
Duruşmanın ertesi günü ben, Ege, annem ve babam İngiltere’ye gidecektik. Orada öğrenci yurdunda küçük bir ev tutmuştuk. Ege’yi iki aylığına orada kreşe yazdırmıştım. Babam yerleşmemize yardım etmek için bir haftalığına gelecek sonra dönecekti. Ben, Ege, annem iki ay kalacaktık.
Hatta ben mahkeme salonundan saat 16.00’da uçağa check-in yaptım. 19.00’da karar açıklandı. Ne kadar beklemediğimi buradan da görebilirsiniz.
Hakan’ın yurtdışına çıkış yasağı olduğu için o zaten tutuklama olmaması durumunda da bizimle gelemeyecekti. Aynı gece İngiltere’ye gitmek için hazırladığım bavulu boşaltıp, o bavulu hapishane bavulu yapıp, Hakan’a gönderdim.
Biz bu süreçte birçok şeyi de erteledik. 2019’da biz nikah kıydık ama bizim bir düğünümüz olmadı. Ben bu davanın ne olacağını bilmediğim için ertelediğimiz birçok şey oldu. O psikolojide birçok şeyi yapmak istemiyorsunuz.
Buna rağmen İngiltere planı için hiç şüphe duymamıştım. Çünkü Hakan’ın tutuklanma olasılığını sıfır görüyordum. Hakan da aynı şekilde.
O gün adliyede öğle arasında yemek yerken bir arkadaşına “iki hafta sonra görüşelim” dedi. Kardeşi de “yargılanıyorsun, inşallah de bari” dediğinde kendisi de “yok artık” diye karşılık vermişti. Tutuklamaya hiç ihtimal vermiyorduk.
“Hakan, tutuklandığı ilk günlerde arabanın bakımını hatırlattı”
Karar açıklandığında ve ardından ilk görüşlerde Hakan Bey’i nasıl gözlemlediniz?
Aklıma gelen ilk çarpıcı görüntüyü anlatayım… Karar açıklanınca onları adliyenin alt bölümünde polislerin bulunduğu bir yere indirdiler. Oraya gidip vedalaşabilmemiz için bize de izin verdiler.
Orada biraz vakit geçirip vedalaştıktan sonra ben tekrar geri girdim. O an Hakan’ı orada oturup şok içinde, “bu nasıl oldu” dercesine duvara bakarken gördüm.
İlk görüşe beş gün sonra gittik. İlk birbirimize gördüğümüzde ellerimizi camın iki yanına koyarak birbirimize şaşkınlıkla “bu nasıl oldu” diye baktık.
Ama Hakan dirayetli biri. Orada onu Ege dışında çok zorlayan bir şey yok. İnfaz memurları, müdüriyet, doktor hepsinden iyi muamele görüyoruz diyor. Sıklıkla avukatlar ve milletvekilleriyle görüşüyorlar. Bir yandan dayanışmadan mutlu bir yandan da “bu kadar ilgiden utanıyorum” diyor.
İlk günlerde hemen bizim dışarıdaki hayatımızla ilgili şeyleri düşünmüştü. Bana “istersen annenlere yerleş” dedi. “Arabanın bakımı vardı, onu yaptırmayı unutma ki yolda kalma” gibi. İlk başta tabii insani şeyleri düşünüyorsunuz.
Can ve Tayfun’la dava sürecinden önce hiç tanışmıyordu. Bir anda kendilerini birbirleriyle baş başa bir odada bulmuş oldular. Beraber çok iyi anlaşıyorlar, birbirlerini kolluyorlar.
Kararın ilk açıklandığı an siz neler hissetmiştiniz?
Ağlayarak, “bu nasıl oldu” deyip durdum. Hakan’a sarıldım ve ayrılmamız gereken noktaya kadar hiç bırakmadım. İnsan bir süre sarılamayacağını biliyor.
“Bizim hayatımıza ne olacak”, “yıllarca bunu yaşayacak mıyız”, “Ege nasıl hissedecek”, “Ege’ye nasıl tek başıma bakacağım” gibi bir sürü soru geldi aklıma.
Hâkimin o ağır cezaları okurken suratındaki o kayıtsız yüz ifadesi de beni çok üzdü.
“Ege, kapalı görüşlerde babasıyla camın arkasından oyun oynuyor”
Ege bir şeyler hissediyor mu acaba?
Ege iki yaşında. Biz ona bir problem oldu dedik. “Babanın Can Abi ve Tayfun Abi ile bir süre kalması gerekiyor. Problemi çözünce gelecek” dedik.
Süreci siz ne kadar stressiz geçirirseniz o da o kadar stressiz geçirir dediler. Daha çok anneye bağımlı olduğu bir dönem, o yüzden ben iyiysem Ege iyi.
Cezaevine gittiğimiz zamanları bir oyuna çevirmeye çalışıyoruz. En son gittiğimizde otobüse bineceğimiz için heyecanlandı mesela. Güvenlikten geçtikten sonra onların bulunduğu 9. Kapalı Cezaevi’ne gitmek için otobüse biniyoruz.
Arama yapılırken dedektörden korkuyor. Onun için “Abla üzerimizde şeker arıyor. Şekeri çok seviyormuş” diyoruz.
Her gidişimizde “Babayı göreceğiz” diye çok heyecanla gidiyor. Daha yeni yeni konuştuğu için kapalı görüş çok zor oluyor. Telefonda daha bir şey anlatacak durumda da değil.
Kapalı görüşlerde babasıyla camın arkasından oyun oynamaya çalışıyoruz. Ege cama vurunca Hakan geriye doğru uçma taklidi yapıyor. Ege buna çok gülüyor.
Bu oyunu Hakan’la parkta oynarlardı. Ege sallanırken Hakan geriye doğru düşerdi. O oyunu camın arkasından oynamaya çalışıyoruz. Camın arkasında olmasını nasıl algılıyor hiç bilmiyorum.
Son gittiğimiz açık görüşte, dilekçe vererek kaju, fındık getirtmişlerdi. Açık görüşte hep birlikte onları yedik. O günden beri “baba kaju getirdi” diyor. Çünkü kajuyu çok seviyor.
Hakan, Ege’ye bir resim yapmış. Oturduğumuz mahalleyi çizmiş. Her sabah birlikte gittikleri bakkalı çizmiş. Martılara ekmek atarlar, martıları çizmiş. Görüşe gittiğimizde de “bakkala” diyor babasına, yapmayı en çok sevdiği şey babayla bakkala gitmek çünkü.
Ben de her hafta Ege’nin fotoğraflarını çekiyorum, Hakan’a gönderiyorum. Ege’nin yaptığı şeyleri güncel tutalım diye.
Bence düşündüğümüzden çok daha fazla şeyin farkında.
İki yaş çok güzel bir yaşmış. Ege daha yeni konuşmaya başlıyor. Her gün çok komik şeyler söylüyor.
Babasından ayrı geçirdiği her saniye için çok üzülüyorum. Bu adaletsizliğin içinde iki yaşında bir çocukla birlikte kalmış olmak gerçekten çok zor.
Dava süreciyle ilgili nelerden bahsetmek istersiniz?
Hakan’ın sosyal bilimci kimliğinden, yaptıklarından, verdiği derslerden öte Hakan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Bu kimliğe sahip kimsenin uğramaması gereken bir haksızlığa ve hukuksuzluğa uğramış birisi. Bu dava kapsamında ceza alan insanların hiçbirinin kim oldukları çok önemli değil.
Şubat 2020’de bu davadan beraat etmelerinden sonra bu dosyaya tek bir delil eklenmedi. Ama aynı dosyadan Şubat 2020’de beraat ederken bu sefer 18 yıl mahkûmiyet ve kaçma şüphesiyle de tutuklama verildi.
Bütün dava boyunca yargıç heyeti tek bir soru sormadı. Yargılama faaliyeti şundan ibaret. Bir savcı bir iddianame yazıyor. Sanıklara sürekli olarak savunma yaptırılıyor.
Hakimler tek bir soru sormadı, tek bir delil toplama talebi kabul edilmedi, tek bir tanık dinlenmedi. Biz birçok tanık çağırdık.
Mevcut Dışişleri Bakan Yardımcısını çağıralım, eski büyükelçi çağıralım. “Türkiye’nin aleyhine işler yaptınız” suçlaması aleyhine bildiklerini anlatacak insanları çağıralım dedik.
Ayrıca bilindiği gibi neredeyse bütün iddianame, bugün FETÖ’den mahkûm olmuş hâkim ve savcıların telefon dinlemelerinden oluşuyor. Bunlar yasak delil. Ayrıca yasak olmasa da dinlemelerde hiçbir suç unsuru yok. Zaten karara muhalefet şerhi koyan hâkim de bunu söylüyor.
500 küsür sayfalık gerekçeli kararda Hakan’la ilgili 1,5 sayfa var.
Hüküm giydikleri suç; TCK 312. maddeye yani hükümeti devirmeye teşebbüse yardım. Bu suç için mutlaka cebir ve şiddetin kanıtlanması gerekiyor. Cebir ve şiddet kanıtlanmadan bu suçtan mahkûmiyet verilemez. Tek başına bu durum aslında sanıkların bu suçtan hüküm giymemesinin sebebi olmalıydı. Cebir ve şiddete dair hiçbir şey yok ortada.
“Mavi Marmara’dan sonra ‘Türkiye isyanında haklı’ diye yazı yazan, Yunanistan’ın Öcalan’a desteğini Avrupalıları toplayıp eleştirtmiş biri”
Hakan için delil olarak koydukları tek şey bir mektup. Hakan’ın da dahil olduğu yirmi kişi AB dışişleri bakanlarına bir mektup yazmışlar. Mektupta AB dışişleri bakanlarına şunu söylüyorlar:
“Gezi eylemleri sırasındaki orantısız güç kullanımını bahane ederek uzun zamandır planlanan müzakere görüşmelerini ertelemeyin.”
Bu mektupta Gezi eylemcilerinin barışçıl gösterildiği gibi bir sonuca varılıyor, sanki bu suçmuş gibi yansıtılıyor ve daha da ötesinde devletin çıkarlarına aykırı hareket edildiği iması yapılıyor.
Hakan’ın aslında en çok alındığı, üzüldüğü şeylerden biri de bu.
Hakan vatanseverdir. Yaptığı eleştirileri bu toplumun faydasına gördüğü için yapar. Eleştirisini bir muhalif kimlik adına yapan biri değildir.
Çok sağduyulu, vicdanlı ve akıllı bir insandır. Zamanında Ergenekon ve Balyoz davalarını çok az insanın eleştirdiği dönemlerde eleştirenlerden biridir.
Sarkozy, “Türkiye Avrupalı değildir” dediğinde Avrupa’nın Türkiye destekçisi saygın isimlerini organize edip Le Monde’da buna itiraz edilmesini sağlamış bir insandır.
Mavi Marmara’dan sonra “Türkiye isyanında haklı” diye yazı yazan bir insan. “Amerikan petrol şirketleri insanlığa karşı suç işlemekten yargılanmalı” diye yazısı var. “Dünyanın umudu Davos’taki Batılı seçkinler değil sıradan insanlardır” diye yazısı var.
Yunanistan’ın Öcalan’a olan desteğini yine Avrupalıları toplayıp eleştirtmiş biri. Ona Türkiye’nin çıkarlarına aykırı hareket ettiniz iması çok ağır geldi.
Green Card’ını iade etmiş bir insan. Kaderini buraya bağlamış. Bütün yatırımını, insani manevi yatırımını da buraya yapmış bir insan.
Tutuklamanın gerekçesi olan bir kaçma şüphesi var biliyorsunuz. Biz niye kaçalım?
Bütün mesleki yatırımımızı buraya yapmışız. Zaten 4 yıldır yargılanıyoruz bu davada. Beraat ettik, o sırada Hakan’ın yurtdışı çıkış yasağı kalktı. O zaman da buradan gitmeyi düşünmedik.
Beraat kararının istinafta bozulacağını da biliyorduk yine de gitmedik. Bunu bilsek de Hakan’ın pasaportunun 2021’de süresi bitiyormuş. Hakan beraat aldıktan sonra 2021’de süresi bitecek olan pasaportunun süresini bile uzatmamış.
Kendisi de “benim kaçacağımı iddia etmek çok edepsiz bir tavırdır” diyor. Beş yüz sayfalık gerekçeli kararda tutuklanma nedenleriyle ilgili de hiçbir şey yok. Bu insanlar neden tutuklandılar?
“Anadolu Kültür yönetim kurulu üyeliği, Gezi’den 4 yıl sonra başladı”
Hakan’la ilgili gerekçeli kararın da ilk cümlesinde geçen, suç unsuruymuş gibi yazılan Açık Toplum Vakfı’nın ve Anadolu Kültür’ün yönetim kurullarında görev yapmış olması meselesine geleyim.
Sanki buralarda görev yapmak bir suç teşkil ediyor gibi bunlar yazılarak başlıyor Hakan’la ilgili bölüm.
Burada iki sorun var. Birincisi bu iki kurumun da Gezi olaylarıyla ilgili hiçbir bağı delillendirilmemiş.
Açık Toplum Vakfı’nın Gezi’nin organize edilmesi için hangi fon desteğini verdiğinin yanıtı bu iddianamede yok. Çünkü zaten öyle bir şey yok.
Ayrıca bu kurumlar defalarca MASAK tarafından denetlenmiş olan kurumlar ve hiçbir suç tespiti de yapılmadı.
İkincisi doğrudan bizi ilgilendiren ise şu. Hakan’ın Açık Toplum Vakfı’ndaki imza yetkisi 2009’da, istihdam ilişkisi ise 2011’de bitmiş. Daha sonra bir dönem yönetim kurulu başkanlığı yapıyor, o da Gezi eylemlerinin başlamasından dört ay önce Şubat 2013’te son buluyor.
Daha trajikomik olan, her yerde yazılan Anadolu Kültür yönetim kurulu üyeliği 2017’de başlıyor. Yani Gezi’den dört yıl sonra başlıyor.
İddianamede, esas hakkında mütalaada devamlı olarak savunma soruluyor ve bunları tekrar tekrar anlatıyoruz. Ama duvara konuşuyoruz.
Bir de şunu söylemek istiyorum. Bu iddianameye bakarsak; Açık Toplum Vakfı, 2013 yılında hükümete karşı bir kalkışmanın finansörü.
O zaman bu ülkenin bakanları Gezi’den altı ay sonra, bir buçuk sene sonra bu vakfın temsilcilerini resmi makamlarında nasıl ağırlıyorlar.
Gezi’den bir buçuk yıl sonra Kasım 2014’te dönemin Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın kendi Twitter’ında paylaşımı duruyor. Açık Toplum Vakfı’nın danışma kurulu başkanı ve genel sekreterini makamında ağırlıyor ve bu ziyarette Açık Toplum Vakfı için “demokrasi alanında önemli çalışmalar yapan güzide bir kuruluşumuzdur” diyor.
Gezi’nin üzerinden bu kadar zaman geçmiş ama Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanları kendilerine karşı kalkışma finanse etmiş bu vakfın temsilcilerini hala makamında mı ağırlıyor? Bu nasıl bir çelişkidir?
Bu davanın önemli bir yönünü daha vurgulamak istiyorum. Yasal ve meşru sivil toplum faaliyetlerini, fon almayı, fon vermeyi, toplantı yapmayı, belgesel çekmeyi kriminal bir faaliyet gibi göstermek ve böylece de Türkiye’de sivil toplum alanını korkutma ve sindirme hedefi var.
Halbuki bu iddianamede geçen her türlü sivil toplum faaliyeti yasal. Zaten Gezi’ye dair hiçbir yerde fon alma, verme ilişkisi delillendirilmiş, kanıtlanmış değil.
Hakan savunmasında da söyledi. Türkiye’de yurtdışından fon almak yasaldır. Bu konudaki mevzuatı da AK Parti değiştirip, kolaylaştırdı. Eskiden Türkiye’de fon almak Bakanlar Kurulu onayına tâbiydi. Şimdi sadece bildirim yapmanız gerekiyor. Bunu da AK Parti yaptı.
İsterse kanun koyucu bunu hemen değiştirir. Yarın meclisten yasa geçirir “yurtdışından fon almak yasaktır” der.
Ama bunlar an itibariyle meşru faaliyetlerdir ve suç gibi gösteremezsiniz. Maalesef bu korku yaratıldı.
“Eylemci olarak, ‘organizatör’ olarak, ‘finansör’ olarak Gezi ile hiçbir ilişkisi olmayan bir insan”
Hakan Bey başka yerlerde de vurgulandığı gibi “Gezi eylemcisi” diye tanımlanacak birisi değil. Gezi eylemleriyle ilişkisinden bahseder misiniz?
Hakan’ın Gezi eylemleriyle ilişkisi gözlem yapmak amaçlı olarak parka bir iki defa gitmek ve bir toplumsal olay olarak Gezi’yi sosyal bilimci kimliğiyle izlemek. Oradaki farklı kesimlerden insanların dayanışma halini, şenlik halini önemsemek. Bunun ötesinde eylemci olarak, “organizatör” olarak, “finansör” olarak Gezi ile bir ilişkisi yok.
Hakan’ın bu davada var olma sebebi Gezi’yle bireysel ilişkisi değil. Sebebi şiddetle ilişkilendirilmeye, hükümete karşı bir kalkışma olarak nitelendirilmeye çalışılan Gezi’yi aynı zamanda bir komplo teorisi mantığıyla birtakım yurtiçi ve yurtdışı sivil toplum odaklarıyla da ilişkili gibi göstererek Gezi’nin meşruiyetini kaybettirmeye çalışma çabası.
Bunun üzerinden meşru ve yasal sivil toplum faaliyetlerini de suçmuş gibi gösterme, Türkiye’de sivil toplum alanını sindirme ve korkutma çabasının parçası. Osman Kavala da bütün bunların tepesindeki insan gibi gösterilmeye çalışılıyor. Hakan bundan dolayı bu davaya dahil edilmiş gibi duruyor.
“Hakan, ‘Ortak vicdanı ayakta tutalım’ diyor”
Hakan Bey bu süreçte neler düşünüyor? Nelerden söz ediyor?
Hakan, bu toplumun ortak bir vicdanı olduğuna inanıyor ve buna sesleniyor.
Bu noktada direktörü olduğu Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulu ile ilgili bir şey söyleyeyim.
Bu dava ve tutukluluk başladıktan sonra en çok önemsediği ve sırtını dayadığı şey 2014 yılında kurulan bu okul. Her yıl iki defa yapılan birer haftalık bir program.
25-35 yaş aralığında farklı partilerden, farklı görüşlerden gençler buraya başvuru yaparak seçilip eğitime geliyorlar.
Şu ana kadar beş yüze yakın mezunu var. Yarısı da AK Partili, MHP’li, muhafazakâr STK’lardan insanlar. O insanlar da tutuklama sonrası Hakan’a çok sahip çıktı.
Hakan toplumun her kesimine konuşabilen bir insan. Onun şu anda içeriden yapmaya çalıştığı şey de “bu kadar zedelenmiş bir hukuk sisteminin bu ortak vicdanı çürütmesine izin vermeyelim. Ortak vicdana verilen zararın vebalini hiçbirimiz taşıyamayız” demek.
En çok önemsediği şeylerden biri “akranların helalliği” meselesi. Onun için en son bir dayanışma metni yayımlandı.
O metinde “bizler Hakan’ı tanırız, kefiliz” deniyor.
Cezaevinden yazdığı son yazısında da birbirimizin sicil amiri olalım, toplum olarak bu adaletsizliğe cevap verme zorunluluğumuz var diyor. Bu Hakan, Mine, Çiğdem meselesi değil. Hiçbirimize bunun yapılmaması lazım. AK Partili, MHP’li avukat ya da milletvekili iseniz gelin Silivri’ye bu davayı, adaletsizliği konuşalım diyor. Görüşe gidemiyorlarsa mektup yazın konuşalım diyor.
Bu topluma inanmaya devam ediyor. Okulda tanıştığı her görüşten, her meşrepten insan bunu sağlıyor. “Ortak vicdanı ayakta tutalım” diyor.
“Fethullahçı medya tarafından şeytanlaştırılmıştı”
Hakan Bey’in AK Parti’nin yaygın tabirle “ilk dönemi” diye bahsedilen AB’yle daha iyi ilişkiler kurulan dönemindeki tutumu nasıldı?
Hakan, AK Parti’nin ilk dönemindeki AB’yle ilgili reform süreçlerini desteklemiş biri. 2004’te Türkiye-AB ilişkileri adına yapılmış çok başarılı bir kamu diplomasisi girişimi olan Bağımsız Türkiye Komisyonu’nda kurucu isimlerden birisi. O süreçlerde hükümeti son derece destekleyen biri.
Açık Toplum Vakfı’nın Prof. Binnaz Toprak tarafından yapılan Mahalle Baskısı Araştırması döneminde Fethullahçı medya tarafından şeytanlaştırılmış biri. Aksiyon Dergisi’nde “Al sana açık toplum” diye kapak yapılmış, FETÖ’cülere yönelik davalarda yasadışı dinlenmeye maruz kalmış mağdurlar arasında yer alan birisi. 17-25 Aralık sonrasında Batı basınına “hiçbir toplum böyle gayrisaydam bir yapıyı kabul etmez” diyen birisi.
Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarında “burada hukuksuzluklar yapılıyor” diyerek Oda TV davasının her duruşmasını takip etti, Prof. Dani Rodrik’in Türkiye’de Balyoz davasındaki çelişkileri gösteren sunumlarına katılan çok az insandan biriydi, bunlara dikkat çekti.
O dönemlerde iktidara eleştirilerini de bugün de olduğu gibi somut şeyler üzerinden kuran biri. Olaylara ideolojik bir perspektiften bakan bir insan değil. İyi yapıldığını düşündüğü işe “iyi yapılıyor” diyen, bir haksızlık yapıldığını düşünüyorsa buna ses çıkaran ve her türlü baskıya rağmen ses çıkaran bir insan. Tarih Hakan’ı hep haklı çıkarmış, bugünlerin de tarihi yazıldığında elbet hakkaniyet teslim edilecek. Ama bizden çalınan günler geri gelmeyecek.
Hala toplumun her kesiminden insandan destek bulması da bu sayede. Kanaatlerini yapılan işler üzerine oluşturmuş bir insan.