Uygur Soykırımı tezlerini incelemek üzere oluşturulan Uygur Mahkemesi nasıl kuruldu?
Dünya Uygur Kongresi nezdinde Lahey’de Uluslararası Adalet Divanı’nda Uygur Soykırımı dosyası açtırabilir miyiz diye uluslararası hukuk uzmanlarına fikir danıştık. Çin’in Roma statüsünü kabul etmemesi nedeniyle bağımsız uluslararası hukukçuların soykırım suçlamasını inceleyeceği, sunulacak delil ve tanık ifadelerini objektif olarak değerlendirerek uluslararası kamuoyuna bir sonuç açıklayacakları bağımsız özel bir mahkemenin kurulabileceğini söylediler.
Oluşturulan jüri heyeti, mahkemeye sunulacak delilleri ve tanık ifadelerini hukuki bir değerlendirmeye tâbi tutmayı tamamen gönüllü bir şekilde kabul etti. Mahkemenin Başkanlığını Miloseviç’in yargılanma sürecinde önemli katkıları olan Geoffrey Nice yapıyor.
Delillerin, tanık ifadelerinin toplanması, raporlanması gibi aşamalarda mahkemenin davacı tarafı olan Dünya Uygur Kongresi’nden hukuki danışmanlık hizmetleri alındı. Bu raporlama işlemleri için personel giderleri, tercümanlık hizmetleri, salon kirası, salonda dinlenecek yurtdışından gelen tanıkların organize edilebilmesi gibi pek çok masrafı karşılamak için bir bağış kampanyası başlattık. Uygur diasporasının tüm dünyadaki temsilcilerine çağrı yaptık. Çalışmalar 2 yıl kadar sürdü. Doğu Türkistanlılar kimi parasıyla, kimi tanıklığıyla fedakârlıklar yaparak mahkemenin oluşumuna katkıda bulundu.
Bu mahkeme ne gibi sonuçlara ulaşabilir?
Jüri üyelerinin maddi bir beklentisi yok, siyasi beklentisi yok. Miloseviç’in yargılamasına öncülük eden hukukçu Uygur Mahkemesi’nin başkanlığını yapıyor. Mahkemenin hedefi, delilleri ve tanıklıkları inceleyerek Doğu Türkistan’da olup bitene dair bir kanaate varmak. Gazeteciler gördü, siyasetçiler gördü, diplomatlar gördü. Bugüne kadar görmeyenler utanıyor. Bu hafta Çekya ve Belçika’dan soykırım kararı çıktı. Başkaları da bunun soykırım olduğu yönünde adımlar atacak.
Şimdi diyorlar ya bunu ABD kendi çıkarları için kullanıyor, siyaseti için menfaati için, şunun için bunun için, bir sürü şey söylüyorlar.
Ezilen Türk Müslümanlar. Yakılan Kuran-ı Kerim. Kuran-ı Kerim sadece Uygurların Kuran-ı Kerim’i değil herhalde. Bütün Müslümanların bu konuda bir tepkisi, en azından bir duası olmalı diye düşünüyoruz. Biz orada gördük ki bizimle dili, dini hiçbir ortak değeri olmayanlar bir şeyler yapıyorlar. Ortak değerlerimiz olanlar ne yapıyor bilmiyorum.
Burada önemli bir konuyu daha anlatmak istiyorum. Bizim bu davada muhatabımız olan Çin devleti kimseye benzemiyor. Türkiye’de birisi suç işler ve yurtdışına kaçar, bu o kişi ile yargının arasındaki meseledir. O kişinin ülkede kalan yakınlarından suçun hesabı sorulamaz. Hukuken olması gereken budur. Çin’de böyle değil. Bizler memleketimizde yaşananlara dair dünyaya sesimizi duyurmaya çalıştığımızda, Çin konuşanların orada yaşayan annesini, babasını, evlatlarını, kardeşlerini, okul arkadaşlarını, selam verdiklerini bile topluyor. Bunu bile bile insanların tanıklık etmesi büyük bir cesarettir.
Ben bir düşünce kuruluşunda konuşma yaptıktan 1 hafta kadar sonra ablamın toplama kampına alındığını öğrendim. Benim konuşmamdan dolayı esir alındı ablam. O zamandan beri hiç haber alamıyorum. Yaptığım konuşmada da eşimin ailesinin kamplarda olduğunu anlatmıştım. Eşimin annesi, babası, kardeşleri, yeğenleri kamplarda. Uygur aydınları, sanatçılar, yazarlar, din alimleri, iş insanlarından bahsetmiştim. Çin devletinin verdiği görevle Kuran meali yazan teolog Muhammed Salih Hacim’in toplama kampında öldüğünü anlatmıştım.
Bakın devletler Çin’den çekinip tenkit bile edemezken, Çin ile ilişkimiz bozulur, paramızı keser derken arkadaşlarımız çıkıp bizim ailemizin durumu bu diyerek anlatıyor. Bunu anlatmak çok zor. Bir kadının mahkemede dinleyiciler önünde hem de tüm dünyaya canlı yayın yapılırken “ben cinsel saldırıya uğradım” demesi çok zor bir şey.
G7 Zirvesinde Biden hem Uygurlara yönelik insan hakları ihlallerine değindi hem Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesine bir alternatif sundu. Sizce bu tutum değişikliğinde Uygur Mahkemesi’nin bir etkisi oldu mu?
Etkisinin olduğunu düşünüyorum. Mahkeme sonrası bizlerin de çeşitli temasları oldu. 10 Haziran günü ABD Dış İlişkiler Komisyonu’nda konuşma yaptım. Uygurlara özel bir oturum yapıldı. Senatörler Ed Markey, Mitt Romney, Marco Rubio vardı. Kişisel tanıklığıma dair ablam Gulshan Abbas’ı, Uygur Soykırımına ilişkin diğer bulguları ve Uygur Mahkemesi’nde şimdiye kadar işlenen hususları anlattım. ABD ve İngiltere nezdinde başka parlamenterler ile Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle de görüşmelerimiz oldu.
Kuşak-Yol Projesi Uygur Soykırımının önemli nedenlerinden biri. Bu projenin dört ana güzergâhı var ve hepsi Doğu Türkistan’dan geçiyor. Çin jeostratejik planlamalarından dolayı Uygurları yok ediyor.
Şimdi özgürlükleri ve demokrasiyi savunmazsak hepimiz kaybederiz. Hep birlikte kaybederiz. Bu sadece Uygurların meselesi değil tüm dünya için demokrasi ve özgürlük kaygısı. Bu siyasi ya da ekonomik bir mesele değil. Bu insanlık meselesi. G7’deki liderler Uygurlar için bir şeyler yapmazsa onlara da insan mısınız diye sorulur.
Temaslarımız sırasında New York’ta Yahudi bir genç bir bana şöyle dedi: “Biz Yahudilerin bugün Uygur Soykırımına karşı durmamız için bir değil iki değil 6 milyon sebebimiz var.”
Müslüman ülkelerde bu konu Batı’nın Çin’e karşı bir propagandası gibi sunuluyor ama soykırımı yaşamış bir toplumun insanı bunu çok iyi anlıyor.
Orta Asya’da, Orta Doğu’da Müslüman dünyası gözünü kulağını kapattı. Hiçbir şeyi görmeden duymadan yaşıyor. Soykırım insanlığa karşı da suç dinimize de evrensel değerlere karşı da suç. Bugün buna hep birlikte dur demezsek yarın hepimizin torunlarının yaşadığı hayat bugünkü Doğu Türkistan’daki hayat gibi olur.
Türkiye’de Batı ülkelerinin Çin’in tamamen karşısında olduğuna dair, Çin’in Batı kamuoyunda sesinin kısıldığına dair bir algı var. Siz Batı ülkelerinde diaspora faaliyeti yürüten bir insan olarak daha net gözlemlere sahipsinizdir. Batı’da Çin lobisi var mı?
Biliyorsunuz ABD’de lobicilik meşru bir kurum. Orada ücret karşılığı yasal olarak lobi faaliyeti yapılıyor. Nancy Pelosi’den önceki temsilciler meclisi başkanı Cumhuriyetçi Partili John Boehner lobi şirketi kurmuş. Çin lobiciliği yapıyor. Bunun gibi başka lobiler var. Jeffrey Sach gibi tanınmış akademisyenler Çin’i savunuyorlar. Çin lehine yazıp çiziyorlar.
Çin, büyük ticari ilişkileri olan dev holdinglerin yöneticilerine de “ilişkili olduğunuz çevreler bizi savunsun” diyor. ABD’de şimdilerde görüşülen köle işçiliği engelleme yasası var. Coca Cola dahil pek çok büyük şirket şimdi bu yasanın çıkmasını istemiyor. Kendileri de faydalanıyor çünkü.
ABD’de Uygur konusunda 2018 sonuna kadar yaprak bile kımıldamadı. İstanbul’da ailem nerede diye ortaya çıkan, sesini duyurmak isteyen, Çin Başkonsolosluğuna dilekçe sunmak isteyen arkadaşlar gibi bizler de Batı’da kapı kapı dolaşıp her mecradan sesimizi duyurmaya çalıştık. Bugün hâlâ yeterli olmayan belli bir bilinç oluştuysa yıllara yayılan emeğimizin, çabamızın sonucu.
ABD’de ifade hürriyeti var ama bundan en iyi faydalanan gene Çin. Çin’de Twitter yasak, Facebook yasak, Instagram yasak. Ama Çin dışında bunları en etkili kullanan Çin rejimi. Batı’daki ifade özgürlüğü ortamından yararlanarak kendi propagandasını ulaştırıyor. Akademisyenlere para dağıtıyor, öğrenci bursları dağıtıyor. Hollywood Çin’in hoşuna giden filmler yapılınca Çin’den para kazanıyor.
İstanbul ziyaretinizin özel bir amacı var mı?
Ben anneyim. Doğu Türkistanlı annelerin birçoğu depresyonda. Çocukları için, eşleri için milyonlarca insan kampta geri kalanlar korku kampında. 3 farklı kamp hayatı aslında. Üçüncü grupta diasporadaki Uygurlar. Uygur Hareketi olarak buradaki annelere yardımcı ve destek olmak için geldik. Dertlerini dinleyeceğiz, destek vereceğiz, paylaşacağız. Çin’e gidip savaşması değil. Ama insanlarımızın büyük düş kırıklıkları var. Camilerde Filistin için dualar ediliyor ve hep birlikte ediyoruz. O zulme karşı haykırıyoruz. Filistin, Keşmir, bütün dünya Müslümanları için dualar ediliyor ama Doğu Türkistan akıllara gelmiyor. İnsanlarımız çok üzülüyor, “bizim ailemiz de zulüm görüyor niye bahsedilmiyor” diyor. Türkiye’de halktan beklentim bir selam verin, bir dertlerini dinleyin.
Geçtiğimiz haftasonu Volkswagen’in Urumçi’deki fabrikasını kapatması talebiyle 12 ülkede protesto gösterileri yapıldı. Soykırım bölgesinde üretim yapılması ve fabrikada zorla çalıştırılan köle işçiler olduğu iddiasına dair Volkswagen yönetimine bazı raporlar sunuldu. Bunlara bir yanıt alındı mı?
Dünya Uygur Kongresi yöneticileri Volkswagen CEO’su ile görüştü. CEO bunu bilmiyorum diye yanıtladı. Daha önce Reuters muhabiri Urumçi’deki fabrikayı kapatacak mısınız diye sorduğunda, “Biz siyasi konulara girmiyoruz” demişti.
Volkswagen meselesi önemli çünkü Nazi iktidarı zamanı da Yahudi toplumundan köle-işçi çalıştırmıştı. Yahudi Soykırımında Volkswagen’in tarihe düştüğü bir kara leke var. Volkswagen ders almamış, 21. yüzyılda tekrarlıyor bu suçu. Volkswagen, Çin hükümetinin soykırım suçuna ortak oluyor.
Urumçi’deki fabrika açılmadan önce de Dünya Uygur Kongresi Almanya temsilcileri şirket yöneticileriyle görüştü. Volkswagen yetkilileri, Uygurlara çok istihdam sağlayacağız, fabrikadaki işçilerin yüzde 70’i Doğu Türkistanlı olacak diye söz verdi. Fabrika açıldığında bu söz de tutulmadı.
Sadece Volkswagen değil diğer büyük şirketlere de bu çağrıyı yapıyoruz. Köle işçiliğe izin vermeyin. Buradan elde edilecek kâr insan kanıyla elde edilmiş olur. Bugün bunu yapanlar itibarlarını kaybedecek ve her yerden çekilmek zorunda kalacak.
BMW’nin otomotiv alanında farklı şirketleri var. Çin’in ürettiği otomobillerin parçalarını satıyor. Continental’in çeşitli işbirlikleri var. Mercedes Benz yıllık kârının yüzde 40’ını Çin pazarından elde etti. İnsan haklarına saygılıyız derken Çin’i ve soykırımcı politikalarını güçlendiren bu şirketlerin yöneticilerine sesleniyoruz. Çin’in büyük teknoloji şirketlerine teknolojik destek Alman Siemens’den gidiyor.
ABD’den açıklama geldiği zamanlarda Çin yanıt veriyor ama Almanya ile çok zıtlaşmamaya çalışıyor. Pandeminin başında tüm seferler durdu, bir tek Almanya ile devam etti. Almanya ile Çin arasında havayolları hep çalıştı. Almanlar bu konuda duyarlı olmalı. Yahudi Soykırımından sonra “Bir daha asla” diyorlardı, unuttular mı?