Mustafa Ali Aykol’un “İstanbul’da öğrencilerin barınmak için ya paralarını ya özgürlüklerini feda etmeleri gerekiyor” başlıklı haberinin “Bu da benim barınma hikâyem” ara başlıklı bölümü şöyleydi:
Üniversite öğrencilerinin barınma sorununu bu şekilde özetledikten sonra; kendi tecrübemden yola çıkarak meselenin görünmeyen bir yüzünü anlatmak istiyorum.
Üç yıl önce memleketim Sakarya’dan İstanbul’a üniversite eğitimi için geldiğimde ben de her öğrenci gibi “kalacak yer” arayışına girmiştim.
O zaman evlerin kiraları şimdiye göre “komik” denebilecek kadar ucuzdu fakat birlikte eve çıkacağım bir arkadaşım olmadığı için ilk sene yurtta kalmaya karar vermiştim.
İlk olarak KYK yurtlarına başvurdum. Sonuçlar açıklandı. Bilmem kaçıncı yedek olduğum bilgisi geldi.
Yurt arayışına girdim. Zaten az yurt olan İstanbul’da, Anadolu yakasında erkek yurdu bulmak imkânsız gibiydi. Var olan yurtların büyük bir kısmı ise çeşitli cemaat ve vakıflara aitti.
Cemaat ve vakıflarla ilişkili olmayan yurtlar barınma dışında hiçbir imkân sunmamalarına rağmen (yemek vs) çok pahalıydı. İlişkili olan yurtlar ise tam tersine, üç öğün yemek dahilken bile çok ucuzdu.
Öyle ki, 3 yıl önce bir özel yurtta yemeksiz barınma bedeli aylık 1000-1500 lira civarındayken, cemaat ve vakıf yurtlarında bu ücret, üç öğün yemek dahil, 400-600 lira arasında değişiyordu. Ucuzluğun temel sebebi, bu vakıf ve cemaatlere devlet tarafından “Kamu Yararına Çalışan Kurum” statüsü verilmesiydi.
Cemaat ve vakıflar bu statü sayesinde hem birçok vergi yükünden kurtuluyor hem de devletten maddi destek alıyorlardı. Bu sayede de öğrencilerden 400-600 lira gibi “düşük” ücretler alarak yurtlarında barındırıyorlardı.
Ben de kendime kalacak bir yer ararken, bu yurtlardan birkaçını gezdim. Oraların idarecileri ile şartları konuştum.
Konuştuğum bir yurt müdürü bana akşam ezanında yurtta olmanın kural olduğunu, sakallarımı kesmeden yurtta kalamayacağımı, önce kendilerinin verdiği kitapları, daha sonra onların izin verdiği kitapları okuyabileceğimi söyledi.
Bir başka yurtta ise, “Kursumuza hoş geldiniz” denilerek karşılandım. “Ben burayı yurt sandım” diye masumca konuya girdiğimde bıyık altından gülüşmelerle karşılaştım.
Başka bir yurtta ise okul saatleri dışında yurtta olmam gerektiği, dışarıda bir işim varsa ya da herhangi bir etkinliğe katılacaksam öncesinde yurttan izin almam gerektiği, onların uygun görmediği etkinliklere katılamayacağım söylendi.
Beş vakit namaz kılma, Kuran okuma, sohbetlere katılma vb hepsinin ortak kurallarıydı.
Bu yurtlarda kalan bir arkadaşım, oranın hapishaneden farksız olduğunu fakat ailesinin maddi durumunun başka bir yere yetmediğini, o yüzden de kalmak zorunda olduğunu söylemişti.
Ben o yurtlarda kalamayacağımı anlayınca, son çare olarak bir özel yurtla anlaşmış ve bir süre sonra da kendi evime çıkmıştım.
İstanbul’da yaşanan “barınma” sorunu şu anda birçok öğrenciyi bu yurtlarda kalmaya zorluyor.
Devlete ya da belediyeye ait yurtların yetersizliği bir tarafa, devletin cemaat ve vakıf bağlantılı yurtlara verdiği destek sayesinde diğer özel yurtlar onlarla yarışamıyor.
Ayrıca yönetimdeki öngörülemez uygulamalar, girişimcilerin önünün kapanması, onların engellenmesi de yeni özel yurtların açılmasını, rekabetin gelişmesini ve fiyatların düşmesini engelliyor.
Durum böyle olunca, birçok öğrenci üniversite okumaktan vazgeçecek aşamaya geliyor.
Şu anda yakın çevremden de tanıdığım birçok genç ya parasının büyük bir kısmını kiraya, yurda verip geri kalanı ile geçinmeye çalışıyor ya da üniversite okumaktan vazgeçmeyi düşünüyor. (Serbestiyet, 21 Eylül 2021).