Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a yapılan saldırının görüntüleri ortaya çıktı. Saldırganlar iki arabayla geliyor, arabalarda şoförler bekliyor, beş kişi saldırıyı gerçekleştiriyor ve ardından hazır bekleyen arabalarıyla hızla olay yerinden kaçıyorlar. Toplamda yedi kişiler; öncesinde bir plan yaptıkları ve örgütlülük içinde hareket ettikleri açık.
Özdağ ile aynı gün iki kişiye daha, eski Ülkü Ocakları Başkanı Afşin Hatipoğlu ve Yeniçağ gazetesi yazarı Orhan Uğurluoğlu’na da saldırılmıştı. Yakın tarihlerde de bazı eski MHP’li siyasetçi ve gazeteciler darp edilmişti.
Bütün bu saldırıların Ülkü Ocakları ve MHP’nin mensupları ya da bu yapıların yanında yöresinde yer alan kişilerce gerçekleştirildiği biliniyor. Saldırılardan sonra aynı çevrelerin yapılanları yüceltmeleri, saldırganları korumaları, saldırının üzerine giden yargı mensuplarına, gazetecilere ve siyasetçilere yeni tehditler savurmaları da faillerin kimliği hakkında herhangi bir şüpheye yer bırakmıyor.
Çok tehlike bir gidişat bu; bir siyasi partinin taraftarlarının ya da üyelerinin hoşlarına gitmeyen sesleri kesmek üzere şiddete başvurmaları, o partinin yöneticilerinin de bu saldırganları arkalamaları ve sırtlarını sıvazlamaları, kaotik bir ortama davetiye çıkarır. Çünkü saldırganları cesaretlendirir, yeni saldırılara zemin hazırlar.
Türkiye’nin bu mevzuda yeterince tarihi tecrübesi var. Memleketi şer’e sürükleyecek böylesi bir gidişatın önüne, ancak keskin bir karşı duruşla geçilebilir. İktidarın da muhalefetin de bu noktada çok ciddi yükümlülükleri vardır.
Öznesiz şiddet eleştirisi
Lâkin iktidarın bir süredir devam eden saldırılar karşısındaki tutumu tatmin edici olmaktan uzak. Düşünün; ülkenin başkentinde, gün ortasında bir siyasi partinin genel başkan yardımcısı öldüresiye dövülüyor. Bu, herkesten önce vatandaşların can ve mal güvenliğini korumakla mükellef olan iktidar için ciddi bir sorundur. İktidardan beklenen, ânında ve bir daha kimsenin böyle bir saldırıya cüret etmesini engelleyecek derecede net bir tutum takınmasıdır. Gerekli tedbirlerin alındığına dair topluma teminat vermesi, söylem ve eylemleriyle de toplumu buna ikna etmesidir.
Ne var ki böyle olmadı. İktidar cenahında gözlemlediğim iki tavır var. İlki Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanının tavrıdır. Her ikisi de Özdağ’ı telefonla arayarak geçmiş olsun dediler. Fakat bu saldırıları kınayan bir mesaj yayınlamadılar. Kameraların önünde buna ilişkin bir açıklamada bulunmadılar. Bilhassa dişini geçirebildiği kesimler söz konusu olduğunda aslan kesilen ve onlara karşı en ağır sıfatları kullanmaktan imtina etmeyen İçişleri Bakanının bu husustaki ısrarlı ve istikrarlı suskunluğu manidardır.
İkincisi, iktidar partisinin bazı yetkililerinin açıklamalarındaki öznesiz şiddet eleştirisidir. AK Partililer somut olaya, faillere ve faillerin irtibatlı olduğu partiye değinmeden şiddetin kötülüğünü ve şiddetin siyasette yerinin olmadığını belirtmekle yetiniyorlar. Oysa böyle davrananların, PKK’nin ismini vermeden yapılan şiddet karşıtlığının bir anlamının olmadığını söylediklerini ve bu bağlamda HDP’yi de şiddetin adını koymadığı için suçladıklarını biliyoruz. Şimdi yıllarca yanlış buldukları ve kınadıkları bir davranışı kendileri sergiliyorlar.
Adli vaka değil siyasi şiddet
Elbette bu davranışın bir nedeni var; AK Parti yönetimi ittifak ortağı MHP’nin tabanını karşısına almak istemiyor. Saldırıya uğrayan kişiye bir telefon edilerek veya şiddet karşıtı genel sözler söylenerek zevahir kurtarılıyor ama MHP’yi küstürmemek için asıl yapılması gerekenden — yani saldırıları adını koyarak kamuoyu önünde kınamaktan ve mahkûm etmekten — imtina ediliyor.
Fakat iktidar, bugün MHP’yi kızdırmamak için izlediği yolun yarın en çok kendi başına dert açacağını unutmamalıdır. İktidar ortağı diye MHP’ye açılan alanın, kısa bir süre sonra AK Parti’yi kıstırmak için kullanılacağını bilmelidir.
Mevcut şartlarda yükün büyüğü muhalefetin sırtında duruyor. Muhalefet, MHP’nin durduğu hukuk-dışı zemine karşı hukuki ve demokratik değerleri savunan sağlam bir blok inşa etmeli. Öncelikle bu saldırıların sıradan adli bir vaka değil siyasi bir şiddet eylemi olduğunun altı çizilmeli. Doğrudan Bahçeli ve MHP muhatap kılınarak, siyasetçilerin ve gazetecilerin tehdit edilmesinin ve hedef gösterilmesinin asla kabul edilmeyeceği olabildiğince açık ve yüksek sesle söylenmeli.
Eğer saldırıya uğrayanların ve tehdit edilenlerin yanında ilkesel bir duruş sergilenmezse, korkarım ki bu saldırıların arkası gelir. Vites yükselten “azgın milliyetçilik”, ancak güçlü bir dayanışma ile, ağır ve kararlı bir demokratik siyaset savunusu ile püskürtülebilir.
(*) Gazete Pencere, 21.01.2021