Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’in Çin ziyareti, uluslararası insan hakları çevreleri tarafından “tam bir mağlubiyet” olarak yorumlandı.
ABD ve Avrupa ülkelerinin dışişlerinden Bachelet’le ilgili olumsuz açıklamalar yapıldı.
ABD’nin eski Birleşmiş Milletler büyükelçisi Nikki Haley, Bachelet’in ziyaretini “Çin için bir propaganda kampanyası” olarak niteledi ve şöyle dedi:
“BM’nin Bachelet’i işten kovması lazım ya da uluslar BM’yi artık finanse etmemeli.”
Almanya Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı yazılı açıklamada “Çin’in kısıtlamaları nedeniyle gezi sırasında kişi ve mekânlara özgür ve engelsiz erişim imkânı sağlanamadı. Bu da sahadaki durumun bağımsız bir değerlendirilmesini yapabilme şansını olanaksız kıldı” vurgusu yapıldı.
Batı demokrasilerinin, Çin’in totaliter rejiminin Uygurlara soykırım uygulamalarının ifşa edilmesinde ve bu konuda Çin’in sıkıştırılmasında hemfikir olduğu anlaşılıyor.
NATO ve Batı ittifakında, Çin’in otoriter uygulamalarına tepki gösterme konusunda en pasif ülkelerden biri şüphesiz Türkiye’dir.
Türkiye, otokratik rejimlerin güçlenmesinden ya da otoriterliğin propagandasından rahatsız olmuyor. İktidar çevrelerinde dış politikayı insan hakları ve demokrasi temelinde yürütmeye yönelik hiçbir çaba yok.
Türkiye, ne Bachelet’in Uygur Bölgesi ziyareti hakkında ne de ziyaret henüz devam ederken BBC’nin yayınladığı, Çin polis departmanından sızdırılan ve Uygur Soykırımı’nın en somut delillerinden biri olan belgelerle ilgili tek kelime edebildi.
Türk siyasiler, Batılı liderlerin Uygur Soykırımını dillendirmesinden rahatsız
Türkiye’nin Çin karşısındaki bu sessizliğinin arkasında sadece ekonomik gerekçeler yok; bunda iktidarın siyasi doktrinindeki değişimlerin de büyük etkisi var.
AK Parti iktidarı siyasiler ile bürokrasi arasındaki ayrımı ortadan kaldırdı. Yasama, yürütme ve yargı kurumlarının bağımsızlığından söz etmek artık pek mümkün görünmüyor. Türkiye’de oluşan siyasi ortam, Çin gibi katı otokrasilerin lobicilik faaliyetlerinin canlanması açısından gayet uygun.
Uygur diasporasının en eski faaliyet merkezlerinden biri olmasına rağmen Türkiye’de Uygur lobiciliği ve siyasi hareketi en zorlu dönemini geçiriyor. Devlet, ikamet izni ve vatandaşlık verme politikasını adeta Uygur siyasi aktivitelerini kontrol etmek için kullanıyor. “Doğu Türkistan STK’lar Birliği” gibi kuruluşlar artık AK Parti uzantısı haline gelmiş durumda.
Düne kadar Batı’nın Uygur konusuna sessiz kaldığından yakınan Türk siyasileri artık Batılı liderlerin Uygur Soykırımını dillendirmesinden rahatsız.
Ankara ya da AK Parti-MHP koalisyonu Uygur meselesine Washington perspektifinden değil, Ankara perspektifinden bakmamız gerektiğini söylüyor. Ama bu söylemin trajikomik yanı, “milli perspektif” denilen bu kavramın ne olduğunun belli olmaması.
AK Parti-MHP iktidarı pek çok konuda olduğu gibi Uygurlara yaklaşımında da boş kavramları debdebelerle süsleyerek siyasi şov malzemesi yapıyor. Ne olduğu belli olmayan esrarengiz söylemlerle kafalarda soru işaretleri yaratarak, kendi tabanının Uygur duyarlılığının da azalmasına neden oluyor.
Rusya’nın Ukrayna işgali, Türkiye’nin denge politikasının sürdürülebilir olmadığı fikrini tekrar gündeme getirdi.
Türkiye, Rusya ve Çin liderliğindeki otoriter rejimlere doğru kökten bir eksen kayması yaşar mı? Reel politik açısından bu olasılık pek gerçekçi değil. Ama Türkiye’nin bu denge politikasını sürdürme çabası Türkiye’nin iç politikasına nasıl yansıyacak? Bu konunun tüm eksenleriyle tartışılması lazım.
Stratejik Batı ile Çin arasında
Hindistan, Avustralya, Japon liderlerini Tokyo’da buluşturan Quad liderler toplantısı sırasında Çin ve Rusya hava kuvvetleri; Japon Denizi, Doğu Çin Denizi ve Batı Pasifik üzerinde ortak bir tatbikat gerçekleştirdi. ABD Başkanı, olası bir işgal durumunda Tayvan’ı savunacağını belirtiyor. Dış politikadaki dengelerin değişmesi Türkiye’nin siyasi pozisyonunu sınayacaktır.
Türkiye’nin Batı ittifakındaki stratejik konumundan vaz geçmesi durumunda elinde kalacak tek şey Çin’le ilişkileri olacak. İnsan hakları ihlalleri ve antidemokratik uygulamalarla ün salan Çin’le yoğun siyasi ve ekonomik ilişkiler Türkiye iç politikasını derinden etkileyecektir. ABD ve AB içindeki krizler ve sosyal çatışmalar üzerine teoriler üretip yargı dağıtabilen iktidar elitleri, Çin’in Uygurlara soykırım politikaları ve Hong Kong’daki antidemokratik uygulamaları üzerine tek kelime bile söylemekten çekiniyor.
Bunun nedenleri arasında ikili ilişkilerin gelişmesi sonucu rejim kültürlerinin benzeşmesi de yadsınmamalı. AK Parti’nin ÇKP (Çin Komünist Partisi) ile geliştirdiği ilişkiler, iktidarın Çin rejiminin otokratik kültürünü benimsemeye başlamasına yol açmış gibi duruyor.
Türkiye’nin içinde bulunduğu demokrasi ve insan hakları krizi, Türkiye’yi insan hakları ve demokrasi gibi değer temelli siyasi yöneliminden uzaklaştırdı. Artık Türkiye, tüm dünyanın en önemli gündemlerinden biri olan Uygur soykırımına ve insan hakları ihlallerine bir demokrasinin vermesi gereken en basit tepkiyi bile veremiyor.
AK Parti’nin getirdiği tek adam rejimi, Türkiye’yi demokratik ülkelerden uzaklaştırmış ve Türkiye’nin demokratik tepki verme yetisinin körelmesine yol açmıştır. AK Parti ve MHP’nin yıllarca propaganda malzemesi yaptığı siyasal İslam ve milliyetçilik, iktidarın insan hakları konusunda temel bir değer geliştirmesine yardım edemedi. Din ve etnik kardeşliğe rağmen iktidar Uygur konusunda değer ekseninde hareket edemedi.
______
*Umun İhsan, Radio Free Asia muhabiri