Ana SayfaHaberler“YAE” nefreti / 5: Liboş nedir?

“YAE” nefreti / 5: Liboş nedir?

Ümit Kıvanç’ın “Yetmez Ama Evet nefreti”ni ele aldığı, Bağımsız Gazetecilik Platformu P24’te yayımlanan dizisinin beşinci bölümü: “Topluca karar alıp uygulayan ekip gibi sunulan ve topluca hakaret hedefi yapılan bu gruptan kim, evet diyerek hangi çıkarı sağladı?”

“YAE’ciler” hakkında ortaya sürülen ve referandumda oya sunulan maddelerin içeriğiyle ilgili olmayan üç iddiayı ele almaya başlamıştık. Şunlardı:

1. Ne olursa olsun, teklifi AKP getirdiği için hayır demeliydiniz.

2. Demediyseniz ya bir planın parçasısınız ya da çıkar karşılığı böyle yaptınız.

3. Evet dediğiniz için bütün bu felaket başımıza geldi.

İlk madde hakkında geçen bölümde konuşmuştuk.

İkinci maddeye geçerken, aslında bir başka önemli başlığın altını da doldurmaya başlıyoruz: Kim bu “YAE’ciler”? Topluca böyle adlandırılacak birileri var mıdır? Genellikle Etyen Mahçupyan, Ali Bayramoğlu, Cengiz Çandar, Murat Belge… diye yola çıkan, Ahmet Altan’ı, Oya Baydar’ı… içine alan, DSİP’e uğradıktan sonra, benim gibi, bir sonraki kuşaktan kimseleri de önüne katıp az ileride duran katardaki topluluk ilginç bir bileşim sunuyor bize. Orada sahiden liberal diye tanımlanabileceklerle, karar ve tutumlarını kendilerine göre sosyalistliklerine dayandıranlar birarada. Bazılarının birlikte belki bir-iki siyasî adım atması mümkün, ama sonrasında yollarının ayrışması kaçınılmaz. Velhâsıl, aslında, gerçek hayatta bazen birarada davranabilen küçük gruplar, sadece bu vesileyle yanyana gelmiş insanlar falan sözkonusu. Bu insanlardan bir kısmını biraraya getiren vesileler, mâhût referandum dışında, ancak genel demokratik mücadelenin, onlara küfredenler dahil pek kimsenin karşı çıkmayacağı icapları olmuştur. Karşı karşıya getiren vesileler de olmuştur.

“YAE’ciler” yaftası, siyasî bakımdan birbirinden farklı insanların topluca muhatap alınabilecek yekpâre grup olarak algılanmasını sağlıyor. Buna neden gerek duyulduğu kolayca anlaşılır.

Birçok konuda farklı tavır alabilecek insanları bir tür “tıynet” ortaklığına sokar, herhangi birinin yaptığından öbürlerinin de sorumlu tutulabileceği bir hayalî bağlantı yaratır ve bunu gerçek diye yutturursanız, bütün bu grubu sık sık suçlamak bakımından imkânlarınız çoğalır, çeşitlenir. Genel olarak fiile değil faile bakma da nasıl olsa yerleşik alışkanlık, böylece biri bir sebeple kötü oldu mu öbürlerinin artık hep kötü sayılmasının yolu açılır. Hasımlarınızı birbirlerine ne kadar yapıştırabilirseniz o kadar tesirli silah elde edersiniz: Ne amaçla ve geçici olarak yanyana geldiklerini gerçekte gayet iyi bildiğiniz insanları fıtraten her konuda hep birlikte davranır göstererek, birinin yanlışından hepsini sorumlu tutma, bir taşla yirmi kuş vurma imkânına kavuşursunuz. Tipik örnek, 2010 referandumunda bazısı hayır’cı, bazısı boykot’çu, bazısı evet’çi olan “Hrant’ın Arkadaşları”nın topluca “YAE”ci ilan edilmesidir. Düpedüz yalandır, ama her yerde her fırsatta tekrarlanır, kimilerince, Hrant Dink Cinayeti Davası’na sahip çıkmamanın bahanesi olarak kullanılır. Şu dünyadan ayrılmadan görülecek hesaplarım arasındaki bu iç acıtıcı mevzuya başka zaman gireriz. 

Ne diyemiyoruz da onu diyoruz?

“YAE’ci hainler” olarak isimleri hep birarada sayılan şahıslar arasındaki siyasî farklılıklar, dürüstlükten azıcık nasibini almış herkesin kolaylıkla göreceği, teslim edeceği açıklıktadır. Bahsedilenlerin bazıları zaten solcu değildir, genel olarak solla ilgili hissiyatı hiç de hoş olmayanlar vardır. Dolayısıyla “hain” diye suçlanabilmelerinin yegâne -uyduruk- zemini, dindar değil “çağdaş-modern” sayılan kesime uygun giyim-kuşamları, hayat tarzlarıdır.

“YAE’ciler”i tecrit girişimlerinde, ne yazık ki 12 Eylül öncesinden beri sol içi iktidar alanı açma ve “saha temizleme” mücadelelerine damgasını vuran kötü alışkanlıklardan biri daha devreye sokuldu. Fazla kırıp dökmeden, basitçe şöyle anlatayım: Adımın geçtiği her yerde başına “liberal” ekleyen birileri, meselâ, benim liberallikle pek alâkam olmadığını gayet iyi bilir. Ancak solcularda alerji yaratan böyle bir kavramı birine yamadığınızda, tanımayanlar ve gençler onun her yaptığına bu etiketin gölgesinde bakacaktır. Yine anmam lazım, fiile değil faile göre düşünme kültürümüzün zemini üzerinde, “Bu adamın şu yaptığı liberallik”ten, “O yapıyorsa liberalliktir”e kolayca geçilebilir. (“Liberal” lafının küfür gibi kullanılması tabiî ayrıca ele alınması gereken tuhaf ve nâhoş mevzu. Nâhoş, çünkü liberal, gerçekte tartışılması solcuyu besleyecek muhataptır.)

İşi “liboş”a vardırdığınızdaysa şahıs en alt aşağılama-dışlama basamağına indirilmiş demektir: artık kimse yüzüne bakmayacak, onunla konuşmayacak, en önemlisi, onunla yanyana görünmeyecektir. Bu kavram, bir yandan içerdiği “kıçı rahat”lık göndermesiyle, askerlerin pek sevdiği, “Boğaz’a karşı viski içenler” motifine bile uzanabilecek “havası” nedeniyle, ancak şüphesiz esas “nonoş” çağrışımı nedeniyle böylesine gözde oldu. Ancak bu “gizil” içeriği açıkça ortaya sürmek, LGBTİ+ haklarını savunmanın 1980 sonrasında istemeye istemeye de olsa benimsendiği sol ortamlarda kabul görecek davranış değil. Sosyaliste liberal denmesinin doğal olarak aşağılama-dışlama işlevi gördüğü ortamda “bu ibneler”in yerini kolayca tutabilen “liboş” kavramı tam bir riyakârlıkla kullanıldı, kullanılıyor. Yüz kızartıcıdır.

Çıkar meselesi

2010 referandumunda Yetmez Ama Evet diyenlerin bir bölümü, evet, Türkiye ölçülerinde liberal diye tanımlanabilecek kimselerdi. Bunlardan birkaçı, AKP’den büyük demokrasi adımları da bekliyorlardı ve bu beklentilerini en azından Gezi İsyanı sonrasına kadar sürdürdüler, doğru. Ancak “YAE’ci hainler”in esas ağız dolusu küfürler yiyen ve sanırım hakaret edildikçe edeni daha çok tatmin eden kısmı, kendini sosyalist kabul edenlerdir. Örgüt olarak DSİP, gerikalanı tek tek bireyler.

Şüphe yok ki, bugün her fırsatta üzerlerine pislik boca edilen insanların hayatları boyunca yapıp ettiklerinde ortalama bir sosyalistin beğeneceği, katılacağı, destekleyeceği, yapıldı diye memnun olacağı, ilham alacağı, besleneceği, başkalarına da sunacağı çok şey var. Ancak ağızlarını açar açmaz, “Bu satılmış yavşak hâlâ konuşuyor mu!”dan hafif kalmayan saldırılara uğruyorlar (uğruyoruz). Sosyalist gençlerin bu insanların hepsine dışkı yığınına bakar gibi bakmasını sağlamakta, yoksa birilerinin çıkarı mı var?

Ama biz şu anda Yetmez Ama Evet diyenlerin böyle davranarak sağladığı ileri sürülen “çıkarları” arıyoruz! Sorumuz şu: Evet, topluca karar alıp uygulayan ekip gibi sunulan ve topluca hakaret hedefi yapılan bu gruptan kim, referandumda evet diyerek hangi çıkarı sağladı? Dediğim gibi, bazı liberal yazar-çizerler, AKP’den ve arkasındaki Müslüman taşra hareketinden büyük dönüştürücü işlevler bekliyorlardı ve umutlarını kesmeleri epey zaman aldı. Bu insanlar iktidara yakın gazetelerde yazdılar, televizyonlarda program yaptılar. Referandumda evet diyerek çıkar sağlamanın ölçüsü herhalde bu olamaz. O referandum olmasaydı da bu insanlar bu tutumu takınacaklardı, -pek çoğumuza niyeyse tuhaf görünüyor:- çünkü böyle düşünüyorlardı. 

“YAE’ci hainler”in büyük gövdesine -ki birazdan bunun büyüklüğüne bakacağız ve patırtı esas orada kopacak- gelince. Şu basit gerçeği bu konuda laf edecek herkesin lafa başlarken, besmele gibi tekrarlamasında yarar var: Kimse herhangi bir çıkar sağlamadı. Başlarda söylediğim gibi: aksine.

Siyasete bulaşmayan duygulu şair pozlarına bürünmeyi seven, vicdanlı-sağlam, sözünü sakınmayan insan imajını nasıl olduysa bir ara bir yerden aşırıp üstüne geçirmeyi becermiş, gerçekte bunlarla alâkası olmayan, kendini gaddar bir iktidarın hizmetine koşmuş tipik bir küçük taşra düzenbazı şahsiyet, nedense benimle uğraştığı bir yazısında, mealen şöyle demişti: “Bu adam da kendi mahallesine bir türlü yaranamıyor, o yüzden yaranmak için çırpınıyor.” Mevzu neydi, unuttum. Fakat buradaki salaklığa çok hayret etmiştim. “Kendi mahallesi” diye tarif ettiği dar çevrenin hiç değilse yarısı, geniş çevrenin dörtte üçü, bana bakınca ölesiye nefret ettiği “YAE’ci hain” gören birileriydi. Ve ben şimdiye kadar ne yaptıysam mahalleyle aramızın fena halde bozulmasını göze ala ala yapmıştım. Keşke bozulmasaydı, tabiî. Çoğunluğun -“bizim” çoğunluğun- hoşuna gidecek güzelleme filmleri ve ajitatif yazılarla mütemadiyen onaylanan bir kimse olmak, her konuda her şeyden eminmiş gibi atıp tutarak, resmî tarihle, milliyetçilikle, devlet sahipliğiyle dirsek teması içerisinde alkış garantili “stil ikonu” mertebesine yükselmek, zorunlu yüzleşmelerden kaçmak için yükseklerden herkese “sınıfsallık” talimatları yağdırmak belki fena olmazdı; kimbilir… Ama yeryüzü adaletini bir yerde görürken başka tarafa yürürsen neye yaradı o hayat!.. Görünüşte hassas şair, gerçekte iktidar yalakası artist olan eleştiricim, tavrımın gerisinde mahalleye yaranma çabasını arıyordu. “YAE’ci” liboşlukla suçlayan da, öbür taraftan çıkar sağlama hesabını arıyor. İnsanın ne yapıyorsa çıkar karşılığı yaptığını düşünmeyen birileri de var vallahi, biliyorum. Belirtmeye gerek yok ki, burada bendeniz sadece temsilî bir örneğim.

Var mı sağlanmış çıkar? Yok. Kaybedilmiş şeyler var mı? Çok. Soluk aldığında göğsü umutla şişen, ideallerinin güzelliğiyle başı dönen tek bir gencin bile seni kötü insan bellemesi, içinin kararması, hayata küsmen için sebeptir. Müşterisiz dükkânında ayağını altına almış oturduğu yerden etrafa kötülük saçan siyaset bezirgânlarıyla itişip kakışarak elde edilecek hayır yok, insanlık nâmına. Fakat gençlere böylesine acımasızca yalan söyleniyor oluşu fena. Buna kayıtsız kalınamaz.

- Advertisment -