26 Aralık’ta Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan kentinde bir doktorun önüne dört zatürre vakası geliyor. Bunların üçü aynı aileden. Doktor şüpheleniyor. 27 Aralık’ta üç benzer vaka daha gelince, durumu Eyalet Halk Sağlığı İdaresi’ne bildiriyor. 31 Aralık’ta başkent Pekin bilgilendiriliyor. Onlar da 24 saat içinde Dünya Sağlık Örgütü’nü bilgilendiriyor. Kullanılan tanımlama şu: SARS’a benzeyen şüpheli zatürre. Dünya Sağlık Örgütü 5 Ocak’ta ilk açıklamasını yapıyor, bilinmeyen nedenli pnömoni, yani zatürre olarak tanımlıyor, belirtilerini sıralıyor, hastaların hepsinin karantinaya alındığını ve bağlantılarının da araştırılıp karantinaya alındığını belirtiyor. 7 Ocak günü virüs izole ediliyor. 12 Ocak’ta virüsün genotipi çıkarılıyor ve dünyadaki birçok araştırma merkeziyle paylaşılıyor. 13 Ocak’ta test geliştiriliyor. Aynı gün Çin dışındaki ilk vaka da; Tayland’da, Wuhan’dan gelen bir Çinli kadında saptanıyor. 14 Ocak’ta Dünya Sağlık Örgütü bir basın açıklaması yaparak bu virüsün insandan insana iletiminin mümkün olduğunu belirtiyor. 22 Ocak’ta Dünya Sağlık Örgütü bir kurul toplayarak hastalığın bulaşıcılığının kanıtlandığını, bu konuda dikkatli olunması gerektiğini söylüyor. 23 Ocak’ta Wuhan kenti karantinaya alınıyor ve sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. 30 Ocak’ta Dünya Sağlık Örgütü bir toplantı gerçekleştiriyor ve bu toplantının sonunda uluslararası halk sağlığı acil durumu ilan ediliyor. 16-24 Şubat arasında ABD ve Rusya’dan Nijerya’ya kadar birçok ülkeden uzmanlar Wuhan’ı ziyaret ediyor ve doktorlardan bilgi alıyor. 11 Mart’ta pandemi ilan ediliyor. Bundan bir gün önce de Türkiye’deki ilk vaka açıklanıyor.
Öncelikle, bu süreç, bilimin nasıl ilerlediği konusunda çok iyi bir örnek oluşturuyor. Önce gözlem, bildiklerinle karşılaştırma, gözlediğin bildiklerine uymuyorsa kuşku duyma, sonra daha çok gözlem yapma ve bunlara analitik yaklaşma… Bu, bilgiyi nasıl oluşturduğumuz nasıl geliştirdiğimiz konusunda güzel bir örnek. İleride ders kitaplarına bile girebilir.
Ardından önemli bir başarı, ilk kuşkulu vakalardan yedi gün sonra hastalık etkeni bulundu. Bu çok hızlı. Örneğin yakın geçmişte yaşanan HIV/AIDS vakasında, AIDS sendromu tanımlandıktan sonra uzun bir süre sonra etken bulunamamıştı. Ondan sonra, bir de bunu dünyayla paylaşma var. Bilim insanları arasında çok hoş bir dayanışma. Buldukları virüsün gen dizilimini diğer önemli bilim merkezleriyle paylaştılar.
Hastalıktan ilk kuşkulanıp bildirilmesinden sonraki bütün gelişmelerin ortasında yer aldı Dünya Sağlık Örgütü, doğal olarak. Zaten en önemli görevlerinden birisi de bu tür ulusal sınırları geçen ya da geçme tehdidi barındıran sorunlara müdahale etmektir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün doğuşu ve gelişimi
Dünya Sağlık Örgütü fikri ilk olarak 1945 yılında doğdu. İkinci Dünya Savaşı bitip de dünya ülkeleri yeni bir düzen kurma, barışı koruyacak bir kurumsallaşma düşünmeye başladığında, Birleşmiş Milletler fikrini tartışan çeşitli ülkelerin diplomatları bir de uluslararası sağlık örgütü olması gerektiğini düşünmüşler, çünkü sağlık sınır tanımıyor, sınırları geçiyor sağlık tehditleri. Onun için, bunu idare edecek, yönlendirecek, bütün insanlığın birikimini temsil edecek, koordine edecek bir ortak yapı düşünmüşler. Herhalde bu fikirler yavaş yavaş olgunlaştı ve 1948 yılında Dünya Sağlık Örgütü’nün Anayasası yazıldı, kendisine misyon olarak da “ayrım gözetilmeksizin bütün insanların ulaşılabilir en yüksek sağlık düzeyine ulaşması” Anayasa’nın en başına koyuldu. Anayasa’yı imzalayanlar arasında iki Türk var. Bir tanesi, Hacettepe’nin ve Bilkent’in kurucusu İhsan Doğramacı. Diğeri de, asıl gidecek olan müsteşar yardımcısı hasta olduğu için katılan bir genç bürokrat. Yani ilk 50 imzacı ülkeden birisi Türkiye, Dünya Sağlık Örgütü’nün kurucu ülkelerinden.
Dünya Sağlık Örgütü’nün merkezi Cenevre’de. Modern bir bina, özellikle yapıldığı dönem için oldukça avangard sayılabilecek bir bina. Orada 1500 civarında insan çalışıyor. Bir Genel Direktör var. Şu anki Genel Direktör Tedros Ghebreyesus, biliyorsunuz. Kendisi Etyopya’nın Sağlık Bakanı’ydı 2005-2012 arasında. Çok başarılı bir Sağlık Bakanı’ydı. Herkesin, özellikle de Amerikalıların çok övdüğü bir Sağlık Bakanı’ydı. 2012’den sonra 5 yıl süreyle Dışişleri Bakanlığı yaptı, aynı zamanda diplomasiyi de çok iyi bilen birisi. Üç yıl önce Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörlüğü’ne seçildi. Genel Kurul tarafından seçilen ilk Genel Direktör’dür. Daha öncekilerde hep Yönetim Kurulu adayları eler, bir adayı onaylanması için Genel Kurul’a sunardı, Tedros’u birçok aday arasından Genel Kurul doğrudan seçti. O anlamda, arkasındaki politik destek çok güçlü olan, sevilen birisi.
Herkes Dünya Sağlık Örgütü’nün Cenevre’deki Genel Merkezi’nin çok yetkili olduğunu sanır. Değil, orası sekretarya, Dünya Sağlık Örgütü’nün sekretaryası. Esas karar alıcı organ, Dünya Sağlık Asamblesi denilen, üye ülkelerin hepsinin gönderdiği delegasyonlardan oluşan kurul. Bu delegasyonların içinde sık sık Sağlık Bakanları da olur. Ya da Bakan olmasa bile, çok yüksek düzeyde temsilciler olur. Onlar karar verir. Politikaları onlar onaylar, bütçeyi onlar onaylar, Genel Direktör’ü onlar onaylar. Her şeyi oradaki üye ülkeler yapar. Şu anda 194 üye ülke var Dünya Sağlık Örgütü’nde ve dolayısıyla Dünya Sağlık Asamblesi’nde. Tabii bu kadar büyük bir yapının her şeyi çok hızlı yapması mümkün değil, onun için, seçilmiş bir Yönetim Kurulu vardır. Yönetim Kurulu’nda 34 üye olur. Bunlar, teknik kapasiteleri, uzmanlıkları için oraya seçilirler, ama genellikle hepsi birer ülkeyi temsil eder ve dönüşümlüdür, 3 yılda bir bu üyelikler yenilenir. Yönetim Kurulu Ocak’ta ve Mayıs’ta olmak üzere yılda iki kere toplanır, Asamble’den biraz önce. Yönetim Kurulu planları, bütçeleri vb hazırlar ve Asamble’nin onayına sunar. Asamble bunları tartışır, olduğu gibi ya da değiştirerek onaylar.
Asamble çok önemlidir. Sadece oradaki resmî toplantılar değil; aralarda, yan odalarda bir sürü küçük grup olur ve oralarda bir sürü şey kotarılır aslında. Sağlığın geleceğine ilişkin vizyonlar oralarda çatılır, oralarda lobi faaliyeti yürütülür, ülkeler birbirleriyle ittifak yaparlar, yeni öneriler getirirler vb. Hareketli, hem eğlenceli, hem yorucu, bazen de tabii formel toplantılar nedeniyle sıkıcı olur. Çok önemli konuk konuşmacılar, orada bulunanların vizyonunu geliştirebilecek liderler çağrılır her sene. Castro gibi, Prens Charles gibi.
Dediğim gibi, Dünya Sağlık Örgütü’nde karar vericiler ülkeler. Sekretarya değil, Genel Direktör de değil.
Genel Direktör’ün dışında 6 tane Bölge Direktörü vardır: Batı Pasifik, Güneydoğu Asya, Akdeniz, Avrupa, Afrika ve Amerikalar. Bu Bölge Direktörleri, o bölgedeki ülkelerin oylarıyla seçilir. Dolayısıyla kendilerini en az Genel Direktör kadar önemli kabul ederler ve onun lafını da her zaman dinlemezler. Her bölgenin yönetimi konusunda o bölgedeki üye ülkelerin lafı çok önemlidir. Bunları şundan söylüyorum. Dünya Sağlık Örgütü üye ülkelere çok dayanan bir örgüttür, onları memnun etmek zorunda olan bir örgüttür, kuruluş yapısı buna dayanır. Ama şu da bir gerçek, üye ülkeler kendilerini patron olarak gördükleri için, DSÖ’ye diğer birçok Birleşmiş Milletler ajansından daha çok güvenirler.
Dünya Sağlık Örgütü’nün kaynakları
Peki, kararları ne etkiliyor? Bütün kuruluşlar için, ama en çok da uluslararası kuruluşlar için, kaynaklarını kimlerin sağladığı önemlidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün bütçesi 2018-2019’da yaklaşık 4,5 milyar dolar. Bu paranın yaklaşık yüzde 15’ini, 450 milyon dolara yakın bir parayı ABD veriyor. İkinci en büyük finansör, Gates Vakfı, Bill ve Melinda Gates’in kurdukları vakıf. O da bütçenin yüzde 12’sini veriyor. Üçüncü finansör aşı konusundaki kamu-özel ortaklığı Gavi (Global Alliance for Vaccines and Immunisation). Orada da en çok ABD’nin, Gates’in vb lafı geçer; ilaç şirketleri de vardır, ama onların payı daha azdır. Ondan sonra yüzde 8 ile İngiltere, yüzde 5 ile Almanya ve yavaş yavaş diğer Avrupa ülkeleri, İskandinavlar vb. gelir. Birleşmiş Milletler’in diğer kuruluşlarından da bir miktar para gelir ortak programlar için. Mesela Çin’in 2018 bütçesindeki katkısı yüzde 0,20’dir. Geçenlerde politik atışmalar başlayınca Çin, ‘ben daha fazla para vereceğim’ dedi. Ne kadar? 40 milyon dolar daha. Yani ABD’nin verdiğinin onda birini daha verecek, bütçedeki payı yüzde bir civarına çıkacak. Türkiye’nin katkısı da yüzde 0,09 dolayındadır.
İşin kötü tarafı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün de çok şikâyetçi olduğu konu, giderek bu paranın daha fazla oranları şartlı veriliyor. Yani, ‘al bu parayı, örgütün kararlaştırdığı plan, program dahilinde kullan’ denmiyor, ‘al bu parayı sıtma için kullan’, ‘al bu parayı, alkolizm için kullan’ deniyor. Tabii bu, örgütün yönetimini ve iyi çalışmasını çok olumsuz yönde etkiliyor.
Dünya Sağlık Örgütü herkesle birlikte çalışmaya çalışır, sağlıkla ilgili olan her kesimi, her sektörü kurulları içinde temsil etmeye çalışır. Tabii hükümetler, sağlık bakanlıkları en önemli ortakları, aynı zamanda patronları. Ama diğer devlet kurumlarıyla da işbirliği yapar. STK’larla işbirliği yapmaya özellikle son 20-30 yıldır çok önem veriyor. Özel sektörle, mesela ilaç endüstrisiyle işbirliği yapmaya çalışır. Tabii ki dünyanın önemli araştırma merkezleriyle ve akademiyle çok önemli işbirlikleri var. Çeşitli meslek kuruluşlarıyla birlikte çalışır, diğer BM ajanslarıyla birlikte çalışır, çok geniş bir ilgili kitleyi bu kurulların bünyesinde barındırmaya çalışır. Tabii ki bunu belli dengeler içinde yapması lazım. Diplomatik bir şekilde yapması lazım, hiç kimseyi kızdırmaması lazım. Basınla da iyi geçinmesi lazım.
Onun için kaçınılmaz olarak, biraz ağır aksak işler, bu kadar çok insanı, bu kadar çok kurumu memnun etmeye çalışırsanız hızlı karar almanız çok güçleşir.
Kararlar nasıl alınıyor?
Kararları nasıl alır Dünya Sağlık Örgütü? Program, politika konularında Genel Kurul karar veriyor, ama biliyorsunuz, Dünya Sağlık Örgütü’nün en önemli görevlerinden biri, standartları ve normları oluşturmak. Bunu sekretarya tek başına yapmıyor, yapamaz. Sekretaryada çalışan 1500 kişi, bu konudaki taslakları hazırlayabilir en fazla. Bütün önemli teknik kararlar uzman kurullar aracılığıyla alınır. Bu uzman kurullar nasıl seçilir? Gerçekten dünyada bilinen, bu konuda yayın yapmış, rüştünü ispatlamış bilim insanları arasından seçilir. Örgüt, burada da bir denge gözetmeye çalışır, altı bölgesinin her birinden insan çağırmaya çalışır. Yaş dağılımına dikkat etmeye çalışır. Cinsiyetler arası dengeye dikkat etmeye çalışır. Konu STK’ları ilgilendiriyorsa mutlaka oradan temsilciler bulmaya çalışır. Mesela kadın sağlığıyla ilgili toplantılarda mutlaka birkaç kadın STK’sının da temsilcisi olur. Sonuçta, kararları her zaman bu kurullar verir. Pandemi olduğuna da bu kurullar karar verir.
22 Ocak’ta Dünya Sağlık Örgütü, içinde salgın hastalık uzmanlarının da olduğu uzman âcil işler komitesini toplantıya çağırdı. Onlar eldeki verilere baktı ve buna eldeki verilerle uluslararası halk sağlığı acil durumu diyemeyiz, on gün sonra yeni verilerle tekrar değerlendirelim diyerek dağıldılar. Ama Genel Direktör kendisi Çin’e gidip durumu görünce aceleyle dönüp onları gününden önce toplantıya çağırdı. 30 Ocak’ta bir uluslararası halk sağlığı acil durumu olduğu ilan edildi. Pandemi kararını da aynı kurul, belli kriterlere bakarak verdi.