Cumhurbaşkanı Erdoğan partisinin grup toplantısında konuşmasının bir yerinde sözü Edirne’de tutuklu bulunan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ile İmralı’da cezasını çekmekte olan Abdullah Öcalan’a getirdi. Demirtaş ile Öcalan arasında bir ihtilafın yaşanmakta olduğunu ima eden Erdoğan, Demirtaş’ın “en büyük” hesabı Öcalan’a vereceğini söyledi.
“Ama Edirne’deki en büyük hesabı İmralı’dakine verecek. Zannediliyor ki her yer şu anda tozpembe, onların da kendi içinde ayrı bir hesaplaşmaları var, bu hesaplaşmayı da yapacaklar.”
Birçok yoruma kapı açan, gerçekten enteresan bir cümle bu! Dört hususa değinmekle yetineceğim.
1. Evvela, tekin bir cümle değil bu; başka biri kullansa başına olmadık işler gelebilirdi. Herhangi bir vesileyle Öcalan ve Demirtaş’tan bahsedenlerin bile ağzına biber sürüldüğü bir vasatta, “en büyük hesabın verileceği” bir makam olarak kodlanan Öcalan’ı olumlayan bir konuşma, sahibinin en azından bir soruşturma geçirmesine veya gözünü karakolda açmasına neden olabilirdi.
Hele muhalefet böyle bir topa girseydi, o zaman seyreyleyin gümbürtüyü! “İltisak”tan girilir, “irtibat”tan çıkılır ve terörle işbirliğinden bahisle muhalefet bir bütün olarak topa tutulurdu. Ancak, iktidar için elbette böyle bir tehlike yok! Zira burası Türkiye ve hukuk herkese eşit bir mesafede durmuyor. Muhalefet için ayıp, günah ya da suç olarak görülen bir eylem ya da söz, iktidar için mubah ya da hak olarak değerlendirilebiliyor.
2. Erdoğan, taraflar arasında büyük bir mücadelenin yaşandığını ve bir hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Sözlerinden bu mücadelenin dinamiklerini bildiği ve hesaplaşmanın olası sonuçları hakkında bazı öngörülerinin olduğu anlaşılıyor. Erdoğan’ın meseleye bu derece vakıf olması ve bunu kamuoyu ile paylaşmayı uygun görmesi, devletin Öcalan ile görüşmeye devam ettiğinin bir göstergesi olarak okunabilir. Muhtemelen, gerek görüldüğünde, bu görüşmelerden bir siyasi hamle için istifade edilir.
3. Erdoğan’ın ifadelerinde “Öcalan meşru otoriteymiş de Demirtaş ona hesap verecekmiş” gibi bir ton var. Geniş manada Kürt siyasetinde iki güç var (Öcalan ve Demirtaş) ve devlet bu güç mücadelesinde taraflardan biri (Öcalan) lehine ağırlığını ortaya koyuyor. İçerde olmasına rağmen -ve belki de tam da bu yüzden- Demirtaş’ın giderek büyüyen popülaritesinden büyük bir rahatsızlık duyulduğu, iktidar cenahının her halinden belli oluyor. Devlet, bu nedenle, yani makasın Demirtaş lehine daha fazla açılmaması için müdahale etme gereği duyuyor. İki neticeye varılabilir bu tavırdan:
a. “Seni başkan yaptırmayacağız” kampanyasından sonra Erdoğan’ın Demirtaş’a büyük bir öfke biriktirdiği ve Demirtaş’ı siyasi bir rakipten ziyade şahsi bir hasım gördüğü, bir sır değil. Siyasi gelişmeleri göz ucuyla takip eden biri dahi bunu bilir veya en azından hisseder. (Benzer bir durum Osman Kavala için de geçerli.) Demirtaş ile mücadele kişiselleştirildiği için, ona zarar verebilecek her olay ve kişinin kullanılmasından da imtina edilmiyor. Demirtaş’ın hukuki durumu da bundan bağımsız değerlendirilmemelidir.
b. Silahlı çatışmaların çözümünde en önemli derslerden biri, silahlı aktörlere karşı siyasi-sivil aktörlerin desteklenmesidir. Siyasetçilerin ön plana çıkmasıyla birlikte, giderek silahın gerilemesi ve siyasetin belirleyici bir güç merkezi olması beklenir. Lakin buradaki hadise tuhaf; siyasi bir aktörün altı oyulmaya çalışılırken silahlı bir örgütün -artık ruhani de olsa- liderine avantaj sağlamak için devreye giriliyor. Oysa dünya tam tersini yapıyor!
4. Erdoğan’ın müdahalesi, yakın geleceğe dair de önemli şeyler söylüyor. Seçim ister belirlenmiş olan zamanında ister daha erken yapılsın, iktidarın muhalefeti iki yönden sıkıştırmaya çalışacağı aşikâr:
Bir yandan, bütün bir muhalefeti terörle ilişkilendirmek için heybedeki turplar çıkarılacak ve gündemde tutulacak. Diğer yandan da, elden geldiğince HDP’nin Millet İttifakı’ndan ayrı durması sağlanmaya çalışılacak.
Öcalan, burada önemli bir koz; iktidar, HDP’yi Millet İttifakı’ndan uzaklaştırmak için uygun gördüğü bir vakitte Öcalan’ı oyuna dâhil edebilir ve 23 Haziran’daki mektuba benzer bazı atraksiyonlara başvurabilir.
Fakat iktidar adına burada iki önemli açmaz var: Biri, Öcalan’ın da AK Parti ve Erdoğan’ın güç kaybettiğinin farkında olmasıdır. Binaenaleyh Öcalan, zayıflayan bir aktör için öne sürülmeyi kabul etmeyebilir ve seçim sonrasında oluşacak yeni iktidar yapısını görene kadar beklemeyi tercih edebilir. Diğeri ise, Öcalan bir şekilde sürece dâhil edilse bile, bunun HDP ve Kürt seçmenini etkileme ihtimalinin çok ama çok düşük olmasıdır.
HDP, politik algıları gelişkin, istikrarlı ve kararlı bir seçmen profiline sahip; bir kişinin bayrak kaldırmasıyla bu seçmen sağdan sola ya da soldan sağa savrulmaz. Birtakım ayak oyunlarıyla bu seçmenin partisiyle bağını gevşetmenin ve tercihini manipüle etmenin imkânı yoktur.
23 Haziran’da seçmenin aklını küçümseyen oyunlar müspet bir netice vermedi, bundan sonra da vermeyecektir.