Muhafazakâr kimliğiyle tanınan insan hakları savunucusu Nesip Yıldırım’ın “FETÖ’cü” olduğu iddiasıyla gözaltına alınması, onu tanıyanların büyük tepkisine neden olmuş, “baltanın taşa vurulduğu” yorumlarına yol açmıştı.
Şimdi, Yıldırım’a yöneltilen suç isnatlarının belli olmasından sonra, “FETÖ’cülük” suçlamalarında bir zıvanadan çıkma halinin; bırakın hukuku, akıl-mantık sınırlarının da dışına çıkma halinin belirdiğinden rahatlıkla söz edebiliriz. (Bunu retorik sayınız, tabii ki biliyorum öncesinin de olduğunu; fakat bu defaki hakikaten iyice tuhaf).
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Diyarbakır Kurucu Şube Başkanı avukat Nesip Yıldırım Cuma günü (11 Şubat) bir şafak baskınıyla gözaltına alınıp emniyete gönderildi. Yıldırım, Pazar günü önce savcılığa ardından da mahkemeye çıkarıldı ve serbest bırakıldı.
Parantez: 3 Mart 2021’de (yani aşağı yukarı bir yıl önce) Adalet Bakanlığı’nın hazırladığı İnsan Hakları Eylem Planı’nı sunuş konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle demişti: “Hiç kimse, başkalarının kişilik haklarına saygı göstermek suretiyle yaptığı eleştirisi veya düşünce açıklaması nedeniyle özgürlüğünden yoksun bırakılamaz. İfade vermek için mesai saati dışında gözaltına alma, otelde gecenin bir yarısı gözaltına alma gibi uygulamalara son veriyoruz.”
Parantezi kapattık…
Independent Türkçe’den Abdulhakim Günaydın’a konuşan Nesip Yıldırım, kendisine yöneltilen suçlamayı şöyle anlattı:
“Kolluk ifademde de doğru olmadığını söyledim ama dosyam ile ilgili iddia şudur: 2013-14 yıllarında Diyarbakır’dan bir FETÖ’cü 2 defa telefonla beni arıyor ve 37 saniyelik bir görüşme olduğu iddia ediliyor. Bir insan hakları savunucusuyum, beni herkes arayabilir. Çok farklı zıt gruplardan mağduriyete uğradığını ileri süren birçok insan beni arar, ben de onlara hukuk çerçevesinde görüşlerimi söylerim. Çocuk olmadığımız gibi kandırılacak yaşta da değiliz.”
Evet, Av. Yıldırım’ın dediği gibi: Bir baz istasyonu incelemesinde (tarihe dikkat: 2013-2014), bir “FETÖ’cü”nün Yıldırım’ı iki kez aradığı (toplam 37 saniye) ortaya çıkmış, hepsi bu. Ne konuştukları da belli değil doğal olarak. Sadece konuşmuşlar.
Nesip Yıldırım’a göre bu bir “hukuk ihlali…” Şöyle anlatıyor:
“Neden? Çünkü kimse 2013-14 yıllında onların bir örgüt olduğunu ya da ileride bir kalkışma veya darbe yapmak isteyebileceğini kestiremiyor. İnsanların geçmişinden dolayı bu tarz konular yüzünden suçlanmasının yolu açılırsa kaba tabirle ortada kimse kalmaz. Herkesin bir tanıdığı, arayıp görüştüğü veya selam verdiği birileri vardır. Birinin kötü niyeti herkesi kötü veya suiistimalci yapmaz.”
Savcılık, Yıldırım’ı denetimli serbestlik talebiyle mahkemeye sevk etti, sulh ceza hakimliği ise iddiaların ciddi olmadığına hükmetti ve serbest kalmasına karar verdi. Fakat soruşturma sürüyor. Sonunda dava da açılabilir, takipsizlik de verilebilir.
Şimdi hakikaten, nedir bu? 2013’te Gülen Cemaati AK Parti’ye ve hükümete karşı muhalefet eden fakat medyasıyla, bankasıyla, okullarıyla legal bir grup sayılıyordu. Örneğimizdeki “şüpheli” telefonda kiminle konuştuğunu bilmiyor bile, fakat o günlerde, cemaat mensubu olduğunu bildiği birileriyle sürekli konuşanlar ne olacak? Suçsa bu, açık açık yapınca değil de baz istasyonu verileri gösterince mi işlem yapılacak?
Nesip Yıldırım’a yöneltilen iddianın maksimumu şu olabilir (ona şöyle denmiş olabilir): “Nesip Bey, bakın sizi o tarihte iki kez arayan, adı şu soyadı bu olan kişinin ‘FETÖ’cü’ olduğu mahkeme kararıyla sabit, zaten şu anda da cezasını çekiyor. Yani siz bir ‘FETÖ’cüyle’ görüşmüşsünüz, demek ki siz de ‘FETÖ’cüsünüz…”
Nesip Yıldırım, etrafındaki herkesin şahitlik ettiği nezaketiyle konuşmuş, yaşadığının bir “hukuk ihlali” olduğunu söylemiş. Kendisini sorgulayanlara, “hadi hukuku boş verdiniz, mantığınızı da mı tatile gönderdiniz” diye sorsaydı haklı olmaz mıydı?
Türkiye’de bazı şeyler uzun bir süredir fars gibi yaşanıyor, bu da hukukun fars gibi tezahür ettiği bir örnek olarak geçti kayıtlara.