CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Habertürk TV’de Fatih Altaylı’nın Teke Tek programına katıldı. Gündem yoğundu; Kılıçdaroğlu iktidarın tercihleri hakkındaki itirazlarını dillendirdi ve partisinin duruşunu anlattı. Birçok konuya değindi ama programda ikisi öne çıktı.
Biri, Kılıçdaroğlu’nun bir milletvekili ve muhalefet partisi genel başkanı olarak ziyaret etmek istediği kamu kurumlarına (Türkiye İstatistik Kurumu, Milli Eğitim Bakanlığı) alınmamasıydı. Kamu kurumlarının kapısının bir milletvekiline kapatılmasına tepki gösterdi. “Saraydan talimat aldığını” söylediği TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u da, milletvekillerinin hakkını korumadığı ve haksızlıklara sessiz kaldığı için sert sözlerle eleştirdi.
Akılda kalan diğer konu ise, İçişleri Bakanlığı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkında başlattığı teftişti. Kılıçdaroğlu, bu teftişin tamamen bir kumpastan ibaret olduğunu ve önceki dönemlerde belediyede yapılan birtakım hukuksuzlukların hesabının sorulmasını önlemeyi amaçladığını söyledi. Bu çerçevede Kılıçdaroğlu, dönemin İBB genel sekreter yardımcısı olan ve şimdi ulaştırma ve altyapı bakanı olarak görev yapan Adil Karaismailoğlu’nu işaret etti.
Madalyonun yüzleri
Kendilerini hedef alan iddia ve ithamlara karşılık evvela Şentop, ardından da Karaismailoğlu Habertürk TV’nin canlı yayınına bağlandılar ve Kılıçdaroğlu’na cevap verdiler. Tarafların karşılıklı suçlamaları ve yanıtları, bunların halk nezdinde nasıl mâkes bulduğu, argümanlarının ve performanslarının kimi ne kadar ikna ettiği ayrı bir tartışma konusudur. Lakin iktidarın iki ağır topunun ana muhalefet liderine canlı yayında karşılık vermesi, bugünün Türkiye’sinde başlı başına bir hadisedir. Mevzuya iki açıdan bakılabilir.
Birincisi, kamu görevini ifa eden bir kişiye dönük bir iddia dile getiriliyorsa, o kişinin kamuoyunu aydınlatmak ve aleyhindeki iddialara cevap vermek hakkı vardır. Binaenaleyh, Şentop ve Karaismailoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun iddia ve ithamlarına karşı kendi tezlerini ortaya koymaları tabiidir. Habertürk TV de evrensel yayıncılık kurallarının gereğini yerine getirmiş, iddia ve ithamlara maruz kalmış iki siyasi aktöre cevap hakkını kullandırarak toplumun doğru bilgiye ulaşmasına hizmet etmiştir.
Madalyonun bir tarafı budur; desteklenmeli ve alkışlanmalıdır. Ancak unutmadan bir hususun üzerinde durulmalıdır. O da, bundan sonraki süreçte cevap hakkının, gerçekten ilkelerden taviz vermeden ve her bir taraf için eşit olarak kullanılmasının sağlanıp sağlanmayacağıdır. Misal, suçlayan taraf iktidar ve suçlanan taraf muhalefet olduğunda da cevap hakkına riayet edilecek midir?
Daha somut soralım. Malum, siyaset ısınıyor. Yarın-ertesi gün Cumhurbaşkanı ve AK Parti’nin Genel Başkanı Erdoğan bir canlı yayına katılsa ve muhalif siyasetçileri çok ağır suçlasa, mesela İmamoğlu ve/veya Yavaş’ın belediye kaynaklarını terör örgütlerine tahsis ettiğini ve teröristlere iş verdiğini söylese, acaba İmamoğlu ve Yavaş’ın da cevap hakkına saygı duyulur mu? Haklarında kabul edilmesi imkânsız ithamlarda bulunulan kamu görevlilerine, bu ithamlara karşılık verme ve kendi cevaplarını topluma iletme hakları tanınır mı?
Ya da Erdoğan, davaları yürümekte olan Demirtaş ve Kavala’ya “terörist” dediğinde, Demirtaş veya Kavala’nın kanuni temsilcilerine bu suçlamaya karşılık verme hakları kullandırtılır mı? CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yayınına bağlanıldığı kadar rahat bir biçimde AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın da yayınına bağlanılabilir mi? Kılıçdaroğlu’na cevap verildiği gibi Erdoğan’a da cevap verilebilir mi?
Madalyonun diğer yüzü budur ve umulur ki ilerleyen günlerde bu yüzü de ağırtacak örnekler sergilenir.
Tepeden bakış
İkincisi, çok uzun zamandır iktidar ve muhalefeti aynı platformda görmek, bir meseleyi birlikte konuştuklarına ve ele aldıklarına tanık olmak olanaksız hale gelmişti. Muhalefetin ısrarla “beraber tartışma” taleplerini iktidar elinin tersiyle itiyordu. Medyada kurduğu egemenliğe güvenen iktidar, tartışma yerine propaganda yapmayı tercih ediyordu.
İktidar, muhalefeti bütünüyle görmezden geliyor ve hiçbir şekilde muhatap kabul etmiyordu. Onlarla konuşmayı bir israf olarak niteliyor, hatta onlara prim kazandıracağını söyleyip adlarını bile anmaktan imtina ediyordu. Kaf Dağı’na kurulmuş bir iktidarın, altlarda bir yerlerde duran muhalefeti tahkir eden bir bakışı söz konusuydu. İktidara, belli ve güvenilir (!) isimlerle, önceden kararlaştırılmış sorular ve hazırlanmış cevaplarla bir tartışma mizanseni yaratmak yetiyordu.
Fakat Teke Tek programı, bu tepeden bakışta bir kırılma olduğunu gösterdi. Kırılmayı yaratan, iktidarın demokratik teamüllere hassasiyeti veya halkın bilgilenme hakkına duyduğu saygı değil, kendini cevap vermek zorunda hissetmesiydi. Gücünden emin olduğu dönemde muhalefete dönüp bakmayan ve muhalefetin söylediklerine zerre değer vermeyen iktidar, muhtemelen altındaki zeminin aşındığının farkına vardı ve mecbur kaldığı için muhalefeti muhatap aldı.
Bu mecburiyet ise, bir yandan muhalefetin gündeme getirdiği iddiaların toplumda bir karşılık bulduğunu ve toplumu etkilediğini yansıtıyor. Diğer yandan ise, salt kendi kendine konuşmanın bir taşıma kapasitesinin olduğuna ve bu kapasitenin dolduğuna işaret ediyor. İktidar, artık tek taraflı bir propaganda ile muhalefetin iddialarını -istediği nispette- değersizleştiremeyeceğinin farkında; muhalefeti direkt muhatap almasının ve onlara cevap yetiştirmeye çalışmasının altında yatan budur.
Velhasıl Kaf Dağı’nda bir kırılma var. Normal bu; zaten ilelebet orada oturamazsınız.