İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis ve siyaset yasağı cezasının muhtemel sonuçları hakkında; kime yarayıp kime yaramayacağı hakkında her kafadan bir ses çıkıyor. Yıldıray Oğur’un bugünkü yazısının girişinde kararın neden böyle çıktığı hakkında güzel, esprili bir özet vardı:
“İktidar muhalefetin adayı olarak Kılıçdaroğlu’nu istediği için mi? Tam tersine daha zararsız bulunan İmamoğlu’nu parlatmak için mi? Yoksa bazı iktidara yakın isimlerin söylediği gibi yargıdaki derin güçler iktidarı zor durumda bırakmak için mi devrede? Hedef Erdoğan mı? Hedef Kılıçdaroğlu mu? Yoksa hedef İmamoğlu mu? Mutfaktaki derin devlet mi? FETÖ mü? Yoksa dış güçler mi? Bu bir siyasi mühendislik mi? Usta bir satranç hamlesi mi? Yoksa çaresizlik mi? Erdoğan kararı bilmiyor muydu? Kararı aldıranlarla, Kılıçdaroğlu’nu Almanya’ya gönderenler aynı odaklar mıydı? Akşener ve İmamoğlu Kılıçdaroğlu’na tuzak mı kurdular?”
Fakat muhalifiyle muvafıkıyla herkesin hemfikir olduğu bir nokta var. “Böyle bir günde” deniyor, “Kılıçdaroğlu’nun Almanya’ya gitmesinin manası var mıydı?” “Bak işte” deniyor, “aynı gün özel uçak kiralayıp dönmek zorunda kaldı, böyle bir siyasi basiretsizlik görülmemiştir.”
Bu hüküm burada dursun, biz şimdi her yerde “Yarın İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yargılandığı davanın duruşması yapılacak, duruşmada kararın çıkması bekleniyor” haberlerinin çıktığı 13 Aralık Salı gününe dönelim… Bu standart haberler aşağı yukarı şöyle bir şeydi:
“İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, ‘Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkan ve üyelerine hakaret ettiği’ iddiasıyla yargılanmasına Çarşamba günü İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam edilecek. İmamoğlu 4 yıl 1 aya kadar hapis ve Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi uyarınca ‘siyasi yasak’ talebiyle yargılanıyor. Duruşmada kararın çıkması bekleniyor.”
Bu, bir gün öncesinin haberlerinden biri… İstenirse, 14 Aralık Çarşambanın İmamoğlu davasının duruşma günü olduğu ve bu duruşmada büyük bir ihtimalle karar çıkacağını duyuran üç gün, beş gün önceki haberlere de bakılabilir.
Peki, bu haberleri yazan-okuyan biz gazeteciler, kamuoyu yapıcıları, siyasetçiler Kılıçdaroğlu’nun Almanya gezisinin duruşma günüyle çakıştığını bilmiyor muyduk? Biliyorduk tabii. Peki hangimiz “ya, bu nasıl iş” diye sorduk, hangimiz “böyle bir günde Almanya’ya gidilir mi” diye uyardık Kılıçdaroğlu’nu?
Bu sorunun cevabı belli: Kılıçdaroğlu’nun danışmanları da dahil, hiçbirimiz. Neden? Çünkü siyasi yasak kararının bu kadar büyük bir infiale yol açacağı, Kılıçdaroğlu’nun danışmanları dahil hiç kimsenin aklına gelmemişti.
Şurada yüzyüze bakıyoruz: Şayet siyasi yasak kararı çıkarsa ne olacağı hususunda hepimizin açıkça söylemese de inandığı senaryo şuydu: Başta Ekrem İmamoğlu olmak üzere muhalefet liderleri kararı kınayan açıklamalar yapar, Kılıçdaroğlu da belki bir basın toplantısıyla Almanya’dan kınamalara katkı verirdi. Böyle bir siyasi atmosferde kimse de Kılıçdaroğlu’na “oldu mu ya sayın Kılıçdaroğlu” diye sormazdı.
Şimdi bir adım daha atalım, duruşma gününe, hatta duruşmaya ara verildiği öğlen saatlerine gidelim… O andan itibaren ortaya çıkan “Mahkeme kararını vermiş; siyasi yasak geliyor” söylentileriyle karar arasında geçen üç-dört saatte de hiç kimse “Eyvah, Kılıçdaroğlu Almanya’da, siyasi yasak kararı çıkarsa çok zor durumda kalacak” demedi.
Bu soruyu herkesin ağzına yerleştiren şey, İmamoğlu’nun “Saraçhane’de toplanıyoruz” çağrısı oldu. Çağrıdan itibaren saniyeler içinde Türkiye’deki siyasi atmosfer değişiverdi ve Kılıçdaroğlu’nun pozisyonu bir anda “Allah hiçbir siyasetçiyi düşürmesin” pozisyonuna evrildi.
Kılıçdaroğlu ve ekibi, bu siyasi felaketi şöyle açıkladı: E, biz tabii ki biliyorduk Almanya gezisiyle duruşma gününün çakıştığını, fakat erteleme ya da beraat kararı çıkacağını düşünüyorduk, değerlendirmemiz böyleydi, dolayısıyla Almanya planını değiştirmedik.
Bu izah bana hiç inandırıcı gelmiyor. Hatta Perşembe sabahı, yani altı lideri buluşturacak mitingin yapılacağı günün sabahında Kılıçdaroğlu’nun Halk TV’de İsmail Küçükkaya’nın sorularını cevaplandırırken sarf ettiği “hukuka inanç” sözlerinin de bu izahı inandırıcı kılmaya matuf olduğunu düşünüyorum. Özetle ve mealen, “Bu ülkede dürüst, namuslu yargıçlar var, bu karar değişecektir, hukuka inanıyorum” dedi Kılıçdaroğlu ve bunu muhtemelen Halk TV izleyicilerinin canını sıkacak kadar çok tekrarladı. (Bir arkadaşım, Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini alıntılayarak “akşam mitingde kendisini yuhalatmak istiyor galiba” diye yazdı.)
Ben Almanya meselesini böyle görüyorum. Sonuç felaket oldu ama bunun nedeni “siyasi basiretsizlik” değildi, İmamoğlu’nun her şeyi değiştiren hamlesiydi.