Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmede, hükümet sistemi de gündeme gelmiş. Demokratik bir başkanlığa karşı olmadığını fakat Türkiye’de denetlenemeyen bir başkanlık sistemi bulunduğunu belirten Karamollaoğlu, yürürlükteki bu sistemin birçok soruna yol açtığını Erdoğan’a ifade etmiş. Erdoğan bu eleştirileri paylaşmamış; gerek ekonomide gerek dış politikada herhangi bir problemin olmadığını ve işlerin yolunda gittiğini söylemiş. İçte ve dışta “her şeyin dört dörtlük” olduğunu düşünen Cumhurbaşkanı, bu nedenle sistemde bir düzeltme yapılmasına da ihtiyaç olmadığı kanaatindeymiş.
Mamafih Erdoğan, meri sistemin cumhurbaşkanı seçilmek için % 50+1 oyu zorunlu kılmasından şikâyetçiymiş. Karamollaoğlu’na “50+1’in mahzurlu olduğunu anladık. 50+1’i o zaman bu kadar sıkı bir şeye bağlamamamız gerekirmiş. Onun farkına vardık” diyerek, sistemin bu özelliğinden duyduğu rahatsızlığı dillendirmiş.
Aslında % 50+1’in AK Parti için ciddi bir soruna dönüşeceği başından beri biliniyordu. Nitekim anayasa değişikliğinin konuşulduğu dönemlerde, öngörülen sistemin genel olarak Türkiye’deki siyasi partilerin tabiatını bozacağına ve özel olarak da AK Parti’nin başına belalar açacağına dair görüşler, parti içindeki bazı isimlerce de öne sürülüyordu. Eleştiriler başlıca iki noktada toplanıyordu.
Cirminden fazla yer yakan küçük partiler
1. AK Parti, parlamenter sistem içinde kendisini ya tek başına iktidar ya da iktidarın büyük ortağı yapabilecek güçlü bir seçmen tabanına sahiptir. Vaziyet bu denli kendi lehineyken, iktidar için çıtayı çok daha yükseklere çekmesi siyasi açıdan doğru bir hamle olarak nitelenemez.
2. % 50+1 mecburiyeti, bütün partileri mutlak bir ittifak arayışına yöneltir. Bu da, seçmen desteği sınırlı partileri, seçmen desteği geniş partiler karşısında avantajlı bir konuma getirir. % 35-40 oy alan bir parti, % 1-2 oy alan partilere muhtaç hale gelir. Dolayısıyla “küçük” partiler, siyasi alanda, gerçekte hiç elde edemeyecekleri kadar büyük bir güce erişebilir. Halktan yetki için yeterli desteği alamasalar da, sistem sayesinde bu yetkiyi kullanan bir pozisyona oturabilirler. Küçük partilerin cirminden fazla yer yakmasına yol açan bu sistem, hem partilerin genetiğini hem de siyasetin genel dengesini bozar.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasıyla kabul edildi ve 9 Temmuz 2018’den itibaren de uygulanmaya başladı. Aradan geçen üç yılı aşkın sürede, bu eleştirilerin doğru olduğu anlaşıldı. Bilhassa AK Parti’deki oy erimesinin görünür olmasıyla birlikte, % 50+1 kuralı daha çok ve daha gür sesle sorgulanmaya başladı. Erdoğan’ın işaret fişeğinin ardından, bu yöndeki tartışmaların çoğalacağını tahmin etmek zor değil.
Muhtemelen, Erdoğan’ın gönlünden geçen, cumhurbaşkanlığı seçiminin tek turlu yapılması ve en çok oyu alan adayın cumhurbaşkanı seçilmesidir. Duyduğu hoşnutsuzluğu Karamollaoğlu’na iletmesi, bu meyanda, muhalefete atılan bir pas olarak da görülebilir. Erdoğan, cumhurbaşkanının seçilmesine ilişkin yöntemi değiştirmeyi düşünmeleri durumunda, muhalefete kapılarının açık olduğunu ima ediyor.
“2023’e bu arabayla gidilecek”
Lâkin salt cumhurbaşkanı seçimine dönük bir öneriyi muhalefet kabul etmez. Bugüne kadarki tavırlarına bakıldığında, muhalefet partilerinin, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminden parlamenter hükümet sistemine geçişi öngörmeyen bir anayasa değişikliğini müzakere etmesi veya buna destek vermesi düşünülemez. Ne muhalefetin ne de iktidarın Meclis’teki güçleri anayasayı değiştirmeye yetmediğinden, ister erken ister vaktinde yapılsın, önümüzdeki seçimlere hâlihazırdaki kurallarla gidilecektir. Bu itibarla, sistem etrafında örülen düğümü halk çözecektir.
Elbette seçim birçok ihtimale gebe; çıkacak neticeye bağlı olarak sistem kalıcılaşabilir, hızla değişebilir ya da değişimi bir süre alabilir. % 50+1’in hem bugün hem de gelecekte sıkıntılara sebebiyet vereceğini ve Türkiye’yi bir kaosa sürükleyeceğini belirten eski meclis başkanı Cemil Çiçek, bunun hem iktidar hem de muhalefet bakımından düşünülmesi gerektiğinin altını çiziyor.
“Diyelim ki, parlamenter sistem doğrudur. Ama Haziran 2023’teki seçim bugünkü sisteme göre yapılacak. Araba kötüdür, lastikleri kabak, motor gücü zayıftır dedik vs. Muhalefet açısından anlatıyorum. Ama bu arabayla 2023’e gidilecek. 2023’te seçim yapıldı, Meclis’te 360 çoğunluk elde edilemedi. Parlamenter sistemi isteyenler 320’de kaldı. O zaman ne olacak? 5 yıl bu sistemle gidilecek! Bu sistem problem çıkarıyorsa, kaosa sebebiyet veriyorsa, ülkenin iyi yönetilmesini engelliyorsa… Bu sistemle Türkiye 5 sene bir belirsizliğe girmiş olacak. Siyaset yapanların bunu görmesi gerekiyor. İki tarafın da!”
Sistem değişikliğinin en hevesli taliplisi
Kuşkusuz, Mecliste anayasayı değiştirebilecek bir milletvekili sayısına ulaşamadığı takdirde muhalefet tek başına sistemi dönüştüremez. Fakat bu noktada asıl belirleyici husus, parlamento aritmetiğinden ziyade, cumhurbaşkanlığı makamında kimin oturacağıdır. Zannımca, Beştepe’yi kaybetmesi halinde, AK Parti bir gün bile bu sistemin arkasında durmaz.
Çünkü bu sistem tamamen Erdoğan düşünülerek tanzim edildi. Erdoğan veya AK Parti’den biri cumhurbaşkanı sıfatı taşıdığı müddetçe, AK Parti bu sistemi savunabilir. Ama bu devâsâ ve denetim dışı kudret muhaliflerin eline geçtiğinde, bunun kendilerine dönebileceğini en iyi AK Partililer bilir. Erdoğan’ın yetkilerinin tamamen bir başka siyasetçiye -mesela Kılıçdaroğlu’na- geçtiği bir Türkiye manzarasının AK Parti yönetimini epey bir endişeye sevk edeceği aşikâr olsa gerektir. Bu nedenle, muhalefete düşmüş bir AK Parti’nin sistem değişikliğini desteklemesi ve hattâ değişikliğin en heveskâr taşıyıcılığını üstlenmesi şaşırtıcı sayılmamalıdır. Velhasıl, ruhsatı kendilerinde olduğunda bu “lastikleri kabak ve motoru zayıf kötü arabayı” AK Partililer sahiplenebilir veya sahiplenir gözükebilirler. Ama ruhsat sahibi değiştiğinde, böylesine kötü bir arabaya AK Partililerin de binmek istemeyeceğinden emin olabilirsiniz.