Ana SayfaANALİZLERANALİZ | Suriye’nin kuzeyinde Türkiye karşıtı tepkilerin sebebi ‘nankörlük’ mü...

ANALİZ | Suriye’nin kuzeyinde Türkiye karşıtı tepkilerin sebebi ‘nankörlük’ mü kötü yönetim mi?

“Türkiye’nin Suriye’de neler yaptığı” konusu Türkiye kamuoyunda çok az gündem olduğundan bölgeden Türkiye’ye yönelen tepkiler, protestolar da “nankörlük” olarak yorumlanabiliyor. Ama bölgeyi yakından takip edenler için bu tepkiler sürpriz değil. 2016’dan beri Suriye’deki politikasını anti-Esad’dan, anti-YPG’ye doğru değiştirmeye başlayan Türkiye, kontrol altında tuttuğu bölgelerde işbirliği yaptığı silahlı grupların baskıcı politikalarının faturasını ödüyor. Son olayların arka planında Türkiye’nin göz yumduğu HTŞ’ye yönelik Mart ayından beri süren gösteriler ve Türkiye’nin yeni açılacak sınır kapısını Suriye rejimiyle birlikte yöneteceği haberlerine tepkiler var.

2011’de Şam rejimine karşı başlayan ve insan hakları talep eden sivil muhalefet 2012’ye gelindiğinde Şam rejiminin gösterilere uyguladığı devlet terörüne karşı Türkiye, muhalefeti rejimi devirme hedefiyle destekledi. 2016 öncesi Sivil Suriye muhalefetinin lideri Halid Hoca 2011-2013 arası sivil muhalefetin Erdoğan’ın cesaretlendirici açıklamaları sebebiyle rejime karşı dilini sertleştirdiğini ve gösterileri arttırdığını söyleyecekti.

Silahlı muhalefet de Türkiye’nin desteğiyle Şam’a gireceğini hesaplıyordu. Örneğin Halep kuşatması öncesi 27 Temmuz 2012’de Erdoğan şu ifadeleri kullanmıştı: “Halep şehrinin merkezinde rejim tanklarıyla, helikopterleriyle saldırı hazırlığı içerisinde. Temennim odur ki, rejim burada da gereken cevabı, inşallah Suriye’nin öz evlatlarından alsın.” Ancak iç savaş sürecinde 2013’e gelindiğinde silahlı Suriye muhalefetinde güç dengesi ÖSO’dan selefi örgütlere doğru kaydı. Ardından IŞİD’in sahneye çıkmasıyla hem ÖSO hem de sahadaki etkin selefi örgütler güç kaybetti. 2015’te ABD doğrudan Suriye’deki vekalet savaşında partneri olarak PKK/PYD’yi tercih ederken Rusya topyekün müdahale ile Şam rejiminin üzerinde vesayetini ilan etmiş oldu.

2016 milat oldu

2016 sonrası Soçi – Astana süreçleri ile Rusya ile yakınlaşan Türkiye, Mısır, Libya Suriye ve İsrail ile tümden ilişki kesmenin de diplomatik olarak bir yarar getirmediğini gördü. Bu sebeple daha önce sıcak savaş noktasına kadar gelinen Doğu Libya’daki Hafter, Mısır’daki Sisi, İsrail’deki Netanyahu ve Suriye’de Şam rejimi ile normalleşme süreçleri başlatıldı. Aynı süreç Kaşıkçı cinayeti ile karşı karşıya gelinen Suudi Arabistan ve 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü olduğu iddia edilen Birleşik Arap Emirlikleri ile de gerçekleştirilecekti.

Sisi ve Netanyahu ile gerçekleşen “barışma” Mısır tarafından devam ettiriliyor ancak İsrail’in 7 Ekim sonrası Gazze’ye başlattığı saldırılar sebebiyle Erdoğan-Netanyahu yakınlaşması askıya alındı.

Beşşar Esed ise Putin ve Hamaney’den aldığı tam destek nedeniyle elinin güçlü olduğunu görüyor ve Ankara’yı Suriye sahasından çekilmeye en azından alanını daraltmaya zorluyor.

Zalim Esed’den Sayın Esed’e

Erdoğan’dan Şam’a son barış mesajı Nisan 2023’te gitmişti. Aradan 1 yıl geçmesinin ardından bu kez Esed’den olumlu sinyal gelmesinin ardından Erdoğan 28 Haziran’da Cuma Namazı çıkışı şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmaması için hiçbir sebep yok. Yani biz Suriye’yle bu ilişkileri geliştirmekte geçmişte nasıl birlikteysek, yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz. Ve Suriye’nin de içişlerine karışmak gibi bir derdimiz, bir hedefimiz asla olamaz. Çünkü Suriye halkı bizim kardeş halklar olarak beraber yaşadığımız bir topluluktur. Ve nasıl ki biz Suriye’yle ilişkilerimizi çok çok canlı tuttuysak geçmişte, ailece görüşmelere varıncaya kadar… Biliyorsunuz, Sayın Esed’le biz bu görüşmeleri yaptık. Yarın olmaz diye bir şey kesinlikle mümkün değil, yine olur. Ve Suriye’nin içişlerine karışmak gibi de bir derdimiz asla yok.”

Bu açıklama Türkiye’nin “güvenli bölge” diye adlandırdığı kontrol bölgelerinde yaşayan Suriyeliler için büyük bir kaygı kaynağı.

Yaklaşık 10 gün önce açılmasına karar verilen ve el-Bab bölgesinde bulunan Ebu Zindeyn Gümrük Kapısı’nın Şam rejimi ile ortak biçimde yönetileceğine dair alınan karar bölge halkının tepkisine yol açtı. Son 2 aydır el-Bab’da sınır kapısının kapanması ya da rejim kontrolünde olmamasına yönelik protesto gösterileri yapılıyor.

Öyle ki Türk bayraklarının ve bazı Türk tırlarının tahrip edildiği son olaylar da bu “sınır kapısı protesto gösterilerinin” çığırından çıkması sonucu yaşandı.

İstihbarat örgütlerine alan açıldı

Bölgedeki Suriyeli grup ve örgütlerin homojen olmadığı, farklı grupların Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez ülkelerinin istihbarat teşkilatlarıyla irtibatlı olduğu, bazı kişi ve grupların ise YPG/PYD ile ilişkide olduğu da yerel kaynakların aktardığı iddialar arasında.

Ayrıca bizzat Şam rejiminin Muhaberat teşkilatı da bölgede aktif. Muhaberat da Türkiye’yi bölgede geriletme ve nihayetinde Suriye’de rejimin tümüyle hakim olması için faaliyetler içinde.

El Bab’da tahrip edilen bir TIR.

8 Türk vatandaşı yaralandı

El-Bab ve Azez’i kapsayan Fırat Kalkanı harekat bölgesindeki ilk hedef, Türkiye’nin açtığı PTT şubeleri oldu. Şubeler basılıp çalışan memurlar çıkartılırken ve Türk bayrakları indirildi, daha sonrasında olaylar Azez’e ve oradan Babu’s Selam sınır kapısına sıçradı. Olaylarda yaralanan 8 Türk (6’sı ağır) vatandaşı Azez Vatan Hastanesi’nde tedavi altına alındı.

Olaylar ağırlıklı olarak Azez, Afrin, Çobanbey, Cerablus, el-Bab bölgelerinde yaşanıyor. Halen de yatışmış değil. İdlib bölgesinde ise Etarib bölgesi dışında herhangi bir taşkınlık olmadan barışçıl gösteriler ve yürüyüşler yapılıyor.

Müdahalede 1 ölü 3 yaralı

İdlib dışındaki diğer bölgelerde özellikle Afrin bölgesinde hükümet konağı olarak kullanılan ve “Saraya” olarak bilinen valilik binasına silahlı saldırı düzenlendi. Öte yandan Öncüpınar Sınır Kapısı’na yönelik saldırı girişimi oldu. Bu saldırıları püskürtmek ve eylemcileri dağıtmak amacıyla Türk güvenlik güçleri tarafından ateş açıldı , açılan ateş sonucu 3 kişi yaralanırken ve 1 çocuk hayatını kaybetti. Müdahalelerde ölü sayısının artabileceği belirtiliyor.

Bölgedeki gelişmeleri aktaran yerel kaynaklar, Azez’deki olayları çığırından çıkmasında Tel Rıfat’tan gelerek gösterilere sızan PYD unsurları olduğunu iddia ediyor. 

PKK/YPG, Rusya’nın hava desteğiyle Şubat 2016’da Tel Rıfat ve çevresindeki bazı yerleşimleri ele geçirmişti. YPG, Tel Rıfat ve çevresinden yaklaşık 250 bin sivili yerinden etmiş, söz konusu nüfus Türkiye sınırına yakın bölgelere sığınmıştı.

PKK/YPG, buradan Fırat Kalkanı Harekatı ve Zeytin Dalı Harekatı bölgesindeki yerleşim yerleri ile emniyeti sağlayan Türk güvenlik güçlerine ve muhalif savaşçıların mevzilerine saldırıyor. Sızmalar gerçekleştiriyor.

Türkiye, özellikle 15 Temmuz 2016 darbe süreci sonrası Suriye politikasında köklü bir değişime gitti.  2016 sonrası Türkiye Suriye konusunda rejimi değiştirme, muhaliflere bu amaç doğrultusunda destek verme politikasından aşamalı olarak vazgeçti.

 Aralık 2016’da halen Esad, Erdoğan’a göre “Zalim Esed’di”: “Fırat Kalkanı harekatının amacı ‘Devlet terörü estiren zalim Esed’in hükümdarlığına son vermekti.”

Ancak 2016 sonrası Ankara’nın ekseninde Rusya ile hatta Şam ile işbirliği yaparak PYD ile mücadele etmek var.

Bunu yaparken de bölgedeki demografik yapıyı etnisite eksenli biçimde şekillendiriyor. Bu da sosyolojik gerilime, zaman zaman da tepkilere yol açıyor.

ABD – PYD ittifakına karşı Rusya’ya yakınlaşan Ankara, ÖSO’yu önce kendisine bağımlı kıldı ardından da Suriye Milli Ordusu (SMO) çatısı altında yapısını değiştirdi.

Suriye halkının belleğinde katliamlar ve işgal ile anılan “Rusya ile beraber hareket eden Ankara” imajı Suriyeli muhalifler arasında rahatsızlık yaratıyor.

2016-2017’de Türkiye-Rusya-İran, Astana 3’lü Zirveleri başladı. 2018 ve 2019’da da iki Soçi Mutabakatı imzalandı.   

Ankara’nın bölgeye atadığı yerel komutanların ve idarecilerin halk nezdinde sevilmeyen, yolsuzluklara karışan, mafyatik ilişkileri olan çeşitli uyuşturucu ve insan kaçakçılık ağlarını yöneten figürler olması rahatsızlıkları artırdı.

Türkiye medyası pek ilgilenmese de 2022’den bu yana bölgede Ankara’yı Rusya ve Şam’la yakınlaşması bir çok kentte protesto ediliyor.

Öte yandan Ankara’nın Heyetu Tahriru’ş Şam’a (HTŞ) göz yumması ve zımnen desteklemesi de başka bir faktör.

HTŞ’nin halka yönelik dayatmacı politikaları, muhaliflerine baskı kurması gibi olumsuzluklar dolaylı da olsa Türkiye’nin hanesine yazılıyor.

İdlib’de HTŞ kontrolü altındaki bölgeler ve çevresi 25 Şubat 2024’ten bu yana devam eden protestolara sahne olmakta. Protestolarda HTŞ kontrolündeki Kamu Güvenliği Teşkilatı’nın dağıtılması ve düşünce suçlularının serbest bırakılması talep ediliyor.

Protestolar, hızla yaygınlaşıyor.

Türkiye 2012’den bu yana aktif olarak müdahil 2016’dan bu yana da köşeye sıkışan silahlı muhalefeti kendine bağımlı hale getirdi. Bağımlılık o noktaya ulaştı ki silahlı muhalefet asıl amacı yerine Ankara’nın paralı askerleri olarak Libya iç savaşına hatta Afrika’nın başka ülkelerine SADAT kontrolünde gönderildiğine dair iddialar da mevcut. Bu iddiaların odağında MHP ile ilişkili Sultan Murat Tugayı ve lideri Fehim İsa yer alıyor.

Sultan Murat Tugayı lideri Fehim İsa (2019)

Suriye Milli Ordusu Sultan Murad Tümeni Komutanı Fehim İsa, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli (ortada) ve Milli Savunma Üniversitesi Öğretim Üyesi Cemil İpek – 17 Temmuz 2023 (Fehim İsa).

2024’e geldiğimizde 8 yıl içerisinde bölgede demokratik bir düzen kurmayan Türkiye, Suriye bölgelerinde tepeden inmeci, bölge halkının taleplerini, kimliklerini umursamayan bir politika izledi. Yerel yönetim seçimlerinin dahi yapılmasının engellendiği ve bölgenin tümüyle örgütlerin yönetimine bırakıldığı ortamda bir başka rahatsızlık sebebi de Türkiye’den aile bağları kopartılarak yapılan sınır dışı uygulamaları.

Genel olarak gerek İdlib gerek Azez’de bulunan büyük gruplar ise Kayseri’deki olayları ve deport edilme vakalarını kınayan ama aynı zamanda halka itidal ve sükunet çağrısında bulunan açıklamalar yayınladı.

Örneğin Şâmiye grubu havaya ateş açarak eylemcileri dağıtmaya ve Babu’s Selam Sınır Kapısı’na girmelerine engel olmaya çalışıyor, İdlip tarafında ise HTŞ eylemcileri gümrüğe yanaştırmıyor ve önlemler alıyor. Bu da Türkiye’ye bağımlı ya da paralelinde hareket eden muhalif grupların Erdoğan’ın son açıklamalarından kaygılı olsalar da halen işbirliğine devam ettikleri anlamına geliyor.

Ankara’nın 2011-2016 arasındaki Suriye politikası esnasında Türkiye’ye 2012’de 100 bin kişi sığındı. Esed rejimi katliamları ve IŞİD terörü sebebiyle 2013-2015 arasında Türkiye’ye sığınan sivil sayısında patlama yaşandı. Rakam artık 2,5 milyondu. 2016 ve sonrasında ise İran ve Rusya’nın “kuşat-bombardımanla katlet-yıldır ve sür” stratejisi çok sayıda sivilin Türkiye ve diğer komşu ülkelere sığınmasına yol açtı. 2016 sonrası ülkemizdeki sığınmacı sayısı 4-5 milyona ulaştı.

26 Temmuz 2023 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından bir televizyon programında yapılan açıklamada “gönüllü” geri dönüş sayısının 562 bin olduğu açıklandı.

Bu süreçte ve günümüze kadar Ankara’nın yurt içinde göçmen/sığınmacı demografisini yönetemediği ortada. Aynı yönetememe sorunu Türkiye’nin Suriye içerisindeki uygulamalarında da sürüyor.

Türkiye’de yaşayan Suriyeli sivillere yönelik Kayseri’de başlayan ve Türkiye’nin bir çok iline yayılan saldırı, gasp ve yağma eylemleri ile eş zamanlı başlayan kısır döngünün Suriye tarafındaki boyutları anlaşılmadan sorunun çözümü de zor gözüküyor. 

- Advertisment -