Programın tamamını izlemek için:
Bu hafta iki önemli gündem maddesi vardı Türkiye’de. Biri Bartın-Amasra’da meydana gelen, 41 işçinin hayatını kaybettiği maden kazası, diğeri ise Meclis’ten geçen ve Resmi Gazete’de yayımlanarak yasalaşan sansür yasası. Bu ikisinin bir arada olduğu bir gelişme de yaşandı. İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulan Dezenformasyonla Mücadele Birimi tarafından çıkartılan Dezenformasyon Bülteni’nin ikinci sayısında, 2019’daki Sayıştay raporuna dair haberlerin dezenformasyon olduğu ifade edildi. Bu bize Türkiye ve Türkiye’de basının geleceği hakkında ne söylüyor?
Şimdi bütün bunlar bir araya geldiği zaman gerçekten son derece vahim bir tablo ortaya çıkıyor. Bir yandan Bartın’da yaşanan elim hadise var. İnsanlar hayatlarını kaybetti. Bundan yıllar önce Soma’da benzer bir olay olmuştu. Şili’de oldu bir ara, bizim gibi tedbir almayan ülkelerde oluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği gibi meseleyi kadere havale eden ülkelerde bu durum, maalesef sık yaşanıyor. Böyle bir tekerrürün, bir facianın bakanları, başbakanları, cumhurbaşkanlarını sarsması gerekir eğer demokratik bir ülkede yaşıyorsak, bir yetkili sorumluluğunu yerine getirmemişse ve bu insanların canına mal olmuşsa…
Bu, işin bir tarafı.
Görüyoruz ki bununla ilgili iki tane husus daha devreye giriyor. İlki, hükümetin fütursuzluğu, yürütmenin rahatlığı. Son derece rahat bir şekilde eleştirileri savuşturması, yaşananın doğal olduğunu söylemesi, gerekli tedbirlerin alındığı halde bunun olduğunu ima edip dolayısıyla işi biraz da kadere bağlıyor olması… İkincisi kendisine yönelik bir eleştiriyi ya da yakınmayı yok sayarak, baskın hale gelerek bastırma eğilimi.
Mesela senin söylediğin, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nda Fahrettin Altun’un yönettiği Dezenformasyonla Mücadele Birimi’nin faaliyetleri. Bir kere bu birimin varlığı, garip bir şey.
Devletin dezenformasyonla mücadele birimi. Bu ne demek? Bir savaşta olsanız, istihbaratın, askerin kurumları psikolojik bir savaş dairesi gibi düşmandan gelen moral bozucu ya da gerçekleri bozucu bazı hamlelere karşı direnç gösterme işi yapar. Şimdi yürütme çerçevesinde böyle bir yapının kuruluyor olması baştan aşağıya bir sorun. Bartın bir yana, basın özgürlüğü açısından bir felaketi, gerçekten faşizan bir tutumu gösterir. Basın dediğimiz şey temel olarak evet bilgi veren, kamuoyunu aydınlatan bir yapıdır. Ancak, toplumla siyaset, toplumla devlet arasında şeffaflığı da sağlar, en önemlisi denetim yapar. Kamu kaynaklarını harcayan, kamu imkânlarını kullanan, daha da ileri gidelim yetkili olup bunları yaparken aynı zamanda sorumluluk taşıyan makamların denetimini meclis de yapar, yargı da yapar ama aynı zamanda toplum da yapar. Toplumun bunu yapması aslında basın üzerinden, basın faaliyeti üzerinden karşımıza çıkar. Bunun için basına dördüncü kuvvet deriz.
Şimdi basının devleti, siyaseti, iktidarı denetlemeyi bırakın bunlar tarafından denetlendiği bir toplumda yaşıyoruz. O yüzden dezenformasyon ile mücadele birimi bunu akla getiriyor. Dezenforme etmek, amaçlı bir şekilde, yanlış bilgilendirmek demek. Devletin basını bir karşı taraf, bir hasım olarak alıp onun bilinçli çarpıtma işi yaptığını iddia etmesi, yaptıklarını denetlemesi demokratik rejimlerde korkunç bir tablodur.
Şimdi Bartın’a gelecek olursak, o da bu meselenin ortasında. Dezenformasyon birimi yayımladığı ikinci bültende senin de söylediğin gibi Bartın’la ilgili haberlerin dezenformasyon olduğunu iddia ediyor.
Bu haberler, 2019 yılında Sayıştay raporu Amasra’da patlama tehlikesi var anlamı çıkan bir rapor verdi diyorlar. Buna karşılık daire bu haberlerin dezenformasyon olduğunu iddia ediyor.
Velhasıl ortada özgür konuşma, ifade etme, eleştirme, sorumluyu arama gibi işlevlerin önünü almaya çalışan bir zihniyet ve yapı var.
Sonuncu hususa bağlayıp bitireyim. Nitekim bu konudaki arzusunu ve bakışını iktidar çıkardığı sansür yasasıyla ortaya koydu. Biliyorsun halk arasında endişe, korku, panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığı vesaireyle ilgili haber yapanlara ya da bilgi paylaşanlara hapis cezası verilecek. Kim peki tayin edecek bunun böyle olduğunu? Bu dezenformasyon dairesi tipi yapılar mı? İdari yapılar mı? Ya da iyice siyasallaşmış, emir komuta mekanizması içerisinde çalışan yargı mı?
Böyle olduğu oranda hakikaten Türkiye’de demokrasinin kalan kırıntıları da yok olmaya başlıyor demektir. Elimizde sadece sandık kalıyor. E sandık tek başına demokrasiyi ifade eder mi? Demokratik bir değerdir ama tek başına tabii ki demokrasiyi ifade etmez. Çok daha fazlası gerekir. Bartın olayının böyle bir tabloyu da ortaya koyması hakikaten acı verici ama gerçek de bu.