Ana SayfaSeçim 2023Nursemalar neden CHP’ye oy vermedi?

Nursemalar neden CHP’ye oy vermedi?

Betül Doğan Akkaş: “Endişeli muhafazakârların” bir kısmında “konforlu bir muhaliflik” olduğunu söyleyebiliriz. Hâlihazırdaki yönetişime dair eleştirel bir dil kullansalar da, “endişeli muhafazakârlar” etrafında kurulan kurumsal ve siyasi hareketleri “iyi niyetli” bulmalarına rağmen “kazanımları kaybetmemek”, “CHP’nin açılımını samimi bulmamak” ve “Erdoğan’ın şahsına duyulan itimatla” siyaseten konforlu bir alana çekiliyor ve AK Parti lehine tercihte bulunuyorlar.

(Betül Doğan Akkaş’ın Perspektif’teki yazısı)

Seçimlerden önce verdiğim bir mülakatta, muhalefet cephesinde sanılanın aksine, mütedeyyin kadınların Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) genel başkanı ve Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çağrısıyla “ikna” olmadığını söyledim. Mütedeyyin pek çok kadından “CHP’ye oy vermeye elimiz gitmiyor” minvalinde mesajlar aldım. Mülakatta, “Nursemaların oy tercihi değişmedi, Nursemalar yine AK Parti’ye oy verecekler” ifadesini kullandım, çünkü seçim sürecinde ve sonrasında kartopu örneklemesiyle farklı kesimlerden tesettürlü kadınlarla (ve dindar erkeklerle) görüştüm, ortak endişeleri bende bu izlenimi uyandırdı. 

Peki neden böyle oldu? Başörtüsü ekseninde gerçekleşen bir güvensizlik bunun tek nedeni mi? Kısa fakat öz cevap şu ki: Keşke mütedeyyin kadınların sandık tercihlerini sadece başörtüsü endişesi belirleseydi. Bu denkleme mütedeyyin erkekleri ve böylece son yıllarda sıkça dile getirilen “endişeli muhafazakârları” da ekleyebiliriz. Elbette hayatında İslami hassasiyetler ön plana çıkan insanlar sandığa belli başlı siyasi bagajlarla gidiyorlar ve “geçişken değişiklikler yapmak noktasında daha tutucu bir tavra sahipler”. Fakat asıl yol ayrımının bunun ötesinde olduğunu söyleyebiliriz. 

Öncelikle bahsi geçen Nursemaları netleştirelim.Kızılcık Şerbeti isimli bir popüler kültür dizisinde yer alan başörtülü, eğitimli, varlıklı ve muhafazakâr bir kadının dönüşümü üzerinden bir fenomen oluştu ve başörtülünün öteki ile ilişkisi tartışıldı. Nursema, yüksek gelir grubundan, ötekiyle minimum ilişki kurmuş bir kadını temsil ediyor. Bir televizyon programı karakteri olarak, toplumdaki yansımasının kısıtlı olması bir sürpriz değil, fakat üzerinden yapılan genellemeler bu karakteri adeta bir sosyal olgu haline getirdi.

Bu yazının Nursemaları ise hem kadınlardan hem erkeklerden oluşan, geneli eğitimli, orta-orta üstü gelir grubuna mensup, dindar ve bir ölçüde milliyetçi insanlar. Sadece kadınları merkeze almamak, başörtüsü ve yaşam tarzı kaygısının mütedeyyin erkekler nezdindeki önemini de görmemizi sağlar diye umuyorum. Kartopu örneklemesi kullandığım ve isimleri paylaşmadığım için görüştüğüm herkesin en içten ve dürüst tepkilerini aldığımı düşünüyorum. 

Yaşam Tarzı

Yaşam tarzını ilk soru olarak ele aldığımızda katılımcılar, CHP’nin Kılıçdaroğlu nezdinde başlattığı reform sürecini “geçici” ve “tabana yayılmamış” olarak tanımlıyorlar. Yıllarca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a söylenen, “Reis iyi ama çevresi kötü” ifadelerinin, Kılıçdaroğlu için kullanılan hali, “O bir değişim istiyor olabilir ama benim CHP’li arkadaşlarım hâlâ hayat tarzımı anlamıyor, Canan Kaftancıoğlu’nun İslam’la ilgili tweetlerini duymadınız mı?” şeklinde tezahür ediyor. Kılıçdaroğlu’nun “partisini değiştiremediğini” söyleyen bir seçmen, eğer cumhurbaşkanı seçilirse, “Erdoğan’ın hâlihazırdaki gücünü bir CHP’linin elde edip, dindar insanları zor durumda bırakmasından” korktuğunu söylüyor. Bir kadın katılımcı, CHP’nin seçim süresinde özellikle sosyal medya kampanyasında “sarı saçlı, modern giyimli CHP adaylarının yahut eşlerinin Cumhuriyet kadını olarak lanse edilmesinden rahatsızlık duyduğunu, bu tanımlamayı kendi dış görüşüne tehdit olarak algıladığını” söylüyor. 

Özellikle konuşmamız Kılıçdaroğlu’nun seccadeye basması üzerine bir noktaya geldiğindeyse katılımcıların ortak noktası: “Bilerek yapmamıştır, tavırları samimi ama demek ki seccadeyi fark edemeyecek kadar bize uzak” oldu. 

Yaşam tarzı teması sorularına verilen cevaplarda gördüğüm nokta, seçmenlerin toplumsal meselelerin birey-odaklı hallerinin önce siyasal zemine taşınıp sonra da güvenlikleştirilmesiyle daha çok tehdit algısı hissetmeleri. Diğer bir deyişle, “sosyal ve dini tercihlerinin siyasilerin odak noktası olmasından rahatsız olduklarını” ama “CHP’nin açılımını ikna edici bulmadıklarını” söylüyorlar. Bu ifadeler, yıllar içinde gelişen siyasi süreçte şahsi tercihleri toplumsal bir alandan güvenlik alanına taşındığı için yeterince zorluk çektiğini düşünen seçmenlerin, tehdit algılarından sıyrılıp yeni aktörlerle güven inşa etmelerinin zaman alacağını gösteriyor. 

Tepki Oyları

Peki Nursemalar yalnızca yaşam tarzı odaklı bir siyasi tercih mi yapıyor? Elbette hayır. En göze çarpan ve bugünlerde sıkça konuşulan unsur, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim çalışmasını Ayasofya Camii’nde, Kılıçdaroğlu’nun Anıtkabir’de sonlandırması olsa da merkez sağ seçmeninin tercihini belirleyen başka unsular da var. “Ülkedeki ekonomik durumun iyiye gitmemesi” ve “yaşam standartlarının düşmesi”, seçim tercihini AK Parti’den yana kullanan seçmenlerin de temel kaygıları arasında. Konuştuğum seçmenlerin genelinde bir “tepki oyu” söylemine denk geldim. Tepki oylarının ilki, CHP listesinden DEVA, Gelecek ve Saadet partilerinin vekil çıkarmasını sağlayan “endişeli muhafazakârların” oylarıydı. Bulundukları illerde eğer CHP kendi listesine bu partilerden adaylar koyduysa “AK Parti’nin onaylamadıkları tutumları nedeniyle” Millet İttifakı’na oy verdiklerini söylediler. Fakat bu söylemi benimle paylaşan seçmenlerin bir kısmı, cumhurbaşkanlığı adaylığı için Kılıçdaroğlu’nu yeterince “başarılı” ve “o makamı taşıyabilecek” bir aday olarak görmediklerinden “Her şeye rağmen Reis’e oy verdik” ifadesini kullandılar. 

Millet İttifakı’na kayan tepki oylarının bir diğer kısmı ise, “cumhurbaşkanlığı için de Kılıçdaroğlu’nu tercih ettiklerini” söylerken, “aslında Millet İttifakı’nın adayını tam anlamıyla desteklemediklerini” ama “çoğulcu bir siyasi ortam için” oy verdiklerini belirttiler. Burada seçmenlerin genelinde cumhurbaşkanlığı adayları arasında “başarılı geçmişten pay biçme” minvalinde bir tutum olduğunu gözlemledim. Konuştuğum seçmenler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem dış politikada hem de iç politikada tutumlarını eleştirseler de onun, “uluslararası arenada ülkemizi temsil etmek için tecrübeli” olduğu düşündüklerini söylediler. Kılıçdaroğlu’nu ise “parti içi çekişmeler” ve “yeni başlattığı daha reformist duruşuyla” anmakla beraber, “uluslararası bir imajda görmediklerini” belirttiler. 

Tepki oylarının bir diğer ayağı, AK Parti’ye milliyetçi söylemleri ve son zamanlarda artan milli yatırımları nedeniyle oy veren, kendini “eski MHP seçmeni” olarak tanımlayan katılımcılardan geldi. Bu grupta, mülteci politikasının ve ekonomik durumun ön plana çıktığını ve seçmenlerin CHP’nin HDP tarafından desteklenmesi nedeniyle AK Parti eleştirisi yapmalarına rağmen cumhurbaşkanlığında Erdoğan’a oy verirken, Meclis’te MHP’yi tercih ettiklerini not ettim. Benzer bir reaksiyonla, Yeniden Refah Partisi’ne oy veren bir seçmen, kendisini “AK Parti’ye tepkili fakat Kılıçdaroğlu’nu da cumhurbaşkanı olarak görmek istemeyen” biri olarak tanımladı. Tepki oyu verdiklerini belirten katılımcılar öylesine farklı tercih kombinasyonları paylaştılar ki, siyasetin yüksek tansiyonunun insanları pek çok vesile ile yorduğunu, fakat bir katılımcının deyimiyle, “alternatifsizlik içinde alternatif” aradıklarını gördüm. 

Değişen seçim sisteminin seçmenlerde eğitim durumları fark etmeksizin bir kafa karışıklığı doğurduğu da bir gerçek. Örneğin, Yeniden Refah ve MHP’ye oy vermenin Meclis’te yine AK Parti etrafındaki Cumhur İttifakı’nı destekleyeceğini söylediğimde katılımcı, “Yine de tepkim anlaşılır, ben altı oka mühür basamam ama AK Parti de buralara uğramıyor” ifadesini kullandı. Benzer bir şekilde, CHP listesinden Meclis’e girmesi için DEVA Partisi’nin adayını destekleyen bir seçmen, oy verdiği adayın Meclis’te de CHP vekili olacağını sanıyordu. Yani aynı listede giren partilerin Meclis’te ayrılacağı anlaşılmamıştı. 

Milliyetçilik, Terör ve Mülteciler

Seçimlerin ilk turuna damgasını vuran “artan milliyetçilik” iddiası sayısal olarak pek çok analiz ile eritilmiş olsa da tepki oyunu Cumhur İttifakı’nın diğer bileşenlerinden yana kullanıp, cumhurbaşkanlığında da Erdoğan’ı destekleyen ve kendini mütedeyyin olarak tanımlayan bir katılımcı, “tercih nedeninin terör politikası” olduğunu söyledi. HDP’nin yakinen Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi, bazı kesimlerde Milet İttifakı adayının bir HDP adayı olduğu imajını uyandırdı ve Kılıçdaroğlu’nun reformist kimlik söylemi “terörle iş birliği” şeklinde algılandı. İlk turda Kürt seçmenlerin çoğunlukta olduğu illerde “Piro’ya” epeyce bir destek çıkmış olması, milliyetçi-mütedeyyin olarak kendini tanımlayan katılımcının endişelerini artırmıştı: “Kılıçdaroğlu terör konusunda esnek davranacak gibi bir imaj seziyorum.” Aynı katılımcıya Erdoğan’ın HÜDAPAR ile iş birliği hakkında ne düşündüğünü sordum. Cevabı aslında Kürt meselesi noktasında milliyetçi söylemleri olan ve geçmişte Hizbullah ile bağları olduğu bilinen parti yetkililerine rağmen, HÜDAPAR’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la iş birliği yaptığı için güvenli alana girdiğini ve ne geçmişinin ne kadın hakları noktasındaki tavrının bilindiğini fark ettim:

“Erdoğan’ın dili sert, buna rağmen beraberlerse demek ki PKK’lı değiller, ben çok bilmiyorum o partiyi ama meselem Kürtler Meclis’e girmesin değil, PKK’lı olanlar girmesin”. 

Mülteci meselesi Nursemaların tercihini etkileyen son madde olarak ele alınabilir. Mütedeyyin camianın yıllardır sivil toplum kuruluşları ve yardım dernekleri üzerinden Suriyeli mültecilere kucak açtığı düşünülürse, topyekûn bir gönderilme politikasının desteklenmiyor olması şaşırtıcı değil. 

“Türkiye’nin sorunları keşke mülteciler gidince bitse ama maalesef öyle bir durum olmayacak, biz bu insanlara yıllarca baktık şimdi niye gönderelim? Mülteciler iyi yönetilmediler ama gönderilmelerini de doğru bulmuyorum.” 

Genç bir mütedeyyin kadından aldığım yukarıdaki cevap, aslında ekonomik ve siyasi duruma dair endişeleri olan seçmenlerin, sorunların arkasında mültecileri aramayan bir yüzünü gösteriyor. 


Endişeli Muhafazakârlar vs. Konforlu Muhaliflik

Bu yazı için Mayıs başından bu yana yaptığım ikili görüşmelerde temel çıkış noktası, siyasi, sosyal ve ekonomik nedenlerle AK Parti’nin reforma gitmesini veya politika değişiklikleri yapmasını bekleyen, tepki oyu kullanıp ama “en azından birinde Erdoğan’a oy veren”, kendini mütedeyyin olarak tanımlayan insanların yorumları idi. Sayılar üzerinden anketlerde belli geçişler görüyoruz, fakat seçmenlerin şahsi yorumlarının ve tutumlarının sosyolojik dönüşümü ve büyük resmi görmemizde ayrıca etkili olduğunu düşünüyorum. 

Genel manada kendini mütedeyyin olarak tanımlayan seçmenlerle yaptığım görüşmelerde, seçmenlerin yaşanan krizlerin ve siyasi stratejilerin farkında olduğunu, fakat hem siyasi bagajları hem de “alternatifi yetersiz ve güvensiz” bulmaları nedeniyle merkez-sağ odaklı bir tercih yaptıklarını söyleyebiliriz. Birkaç yıldır siyaset bilimi tartışmalarında gördüğümüz “endişeli muhafazakârlar” ifadesinin kesinlikle sahada bir karşılığı var. Her ne kadar beklentinin altında kaldığı görülse de bu kesimden CHP listesinde yer alan DEVA, Gelecek ve Saadet partilerinin adaylarına destek verilmiştir. Buna ek olarak, bahsi geçen ve beklenti ile üzerlerine siyasi yatırım yapılan “endişeli muhafazakârların” daha büyük bir kısmında “konforlu bir muhaliflik” olduğunu söyleyebiliriz. Hâlihazırdaki yönetişime dair eleştirel bir dil kullansalar da, “endişeli muhafazakârlar” etrafında kurulan kurumsal ve siyasi hareketleri “iyi niyetli” bulmalarına rağmen “kazanımları kaybetmemek”, “CHP’nin açılımını samimi bulmamak” ve “Erdoğan’ın şahsına duyulan itimatla” siyaseten konforlu bir alana çekiliyor ve AK Parti lehine tercihte bulunuyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mütedeyyin camia içinde yerleşik bir isim ve hareket temsilcisi olması, mültecileri desteklemesi, yeni gelen aktörlerin hem topluma eklemlenmesini zorlaştırıyor hem de sahicilikleri sürekli eleştiriliyor. O nedenle, önümüzdeki yıllarda hangi siyasi hareket mütedeyyin seçmenlere sahici ve yapısal değişiklerle oluşturulmuş “güvenli bir alan” vaat ederse, “konforlu muhaliflik” ancak o siyasi blokta aktif bir forma evirilebilir.

- Advertisment -