Röportajın tamamını Serbest TV’de izlemek için:
CHP Genel Başkan Danışmanı emekli büyükelçi Ünal Çeviköz, CHP’nin geçmiş tezkerelere destek verirken bu tezkereye neden “Hayır” dediğini Serbest TV’ye anlattı:
Daha önceki tezkerelere destek veren CHP bu tezkerede tutumunu neden değiştirdi?
Suriye ile ilgili tezkereler 2012 yılından beri geliyor TBMM’ye. Biz, 2012-2013-2014 yıllarında bu tezkereye ‘hayır’ oyu vermiştik, ancak 2015’ten itibaren Suriye ve Irak tezkereleri birleştirildi ve torba tezkere anlayışıyla iki ülkeyle ilgili TSK unsurlarının Anayasa’nın 92. maddesine göre o ülkelere gönderilmesi mevzusu tek bir tezkerede getirilmeye başlandı. 2015’ten itibaren gelen, daha önce Suriye bağlamında ‘hayır’ oyu verdiğimiz tezkereye, o sırada şiddetlenen PKK/PYD ile mücadele ve aynı zamanda Amerika’nın Suriye’de aşağı yukarı 40’ın üzerinde ülkeyi bir araya getirdiği IŞİD’e karşı mücadeleye katılması bağlamında ‘evet’ oyu vermeye başladık. Ancak zaman içinde sürekli olarak, Irak ile Suriye arasındaki koşulların birbirinden farklı evrildiğini, bu tezkerelerin ayrı ayrı gelmesinin gerektiğini, bu tezkerelerin koşullarının ayrı ayrı değerlendirilmesinin daha doğru olacağını belirttik. Ancak bu olmadı. Bu bizim son tezkereye yönelik itirazlarımızdan bir tanesiydi.
Bundan daha önemlisi ise, tezkerenin süresi. Bu tezkere, şimdiye kadar alışılmış olanın dışında 2 yıl süreyle geldi ve 2023 yılının Ekim ayının sonuna kadar süresi var. Bu, pek demokratik olmayan ve neresinden bakarsak bakalım erken seçim olmadığı takdirde, normal olarak planlandığı tarihte gerçekleşmesi halinde seçimlerden sonraki bir süreye kadar sarkıyor. Bu da bir şekilde halk iradesinin, 2023 Haziran’ından sonra oluşacak olan yasama ve yürütme organının haklarının gaspı olarak görülüyor bizim açımızdan. Dolayısıyla bu da bizim itirazlarımızın başında gelen faktörlerden biriydi.
Üçüncü boyut ise, özellikle Suriye bağlamında konuştuğumuzda, ki Irak ve Suriye tezkerelerinin ayrılmasının bu açıdan önemli olduğunu düşünüyoruz, 2011 yılından beri devam eden bir iç savaş var. Bu iç savaş neredeyse sona ermek üzere. Şam yönetimi Suriye topraklarının yüzde 80’inden fazlasını kontrol altına almış durumda ve bütün sıkıntılar bir tek bölgede, İdlib’te yoğunlaştı. Bu da aslında Suriye meselesinin askeri bir çözümle değil, siyasi bir çözümle yoluna gireceğine işaret ediyor. Biz zaten hep Suriye yönetimi ile diyalog halinde olunması gerektiğini savunagelen bir partiyiz. Bu diyalog sadece Suriye’deki güncel durumu ve iç savaşı bir şekilde barışla sonuçlandırmak amacına değil aynı zamanda ülkemizde bulunan neredeyse 4 milyonun üzerindeki geçici koruma altındaki Suriyelilerin de anavatanlarına dönebilmelerine imkân sağlayacak bir arayışa yardımcı olacak. Biliyorsunuz, bizim CHP olarak bir projemiz var; biz iktidar olduktan sonra Suriyeli geçici koruma altındaki kişilerin kendi ülkelerine dönmeleri için gerekli koşulların yaratılması… Bunların hepsinin yolu Suriye yönetim ile diyalogtan geçmektedir. Onun için bütün bunlar bizim bu tezkereye olumsuz bakmamıza ve bilhassa İdlib’te giderek gerginleşen, Mehmetçik’in can güvenliğini de tehlikeye atan bir durumu gözden kaçırmamak gerektiğine vurgu yapmamıza sebep oldu.
Tezkereye ‘evet’ veren partiler, ‘Suriye ve Irak’taki askeri varlığımızı şu an geri çekemeyiz, eğer geri çekersek hem sahada mevzi kaybederiz hem de masada elimiz güçsüzleşir’ diyorlar. Ayrıca iktidar, ‘hayır’ oyu veren partilere “Türkiye, Suriye’deki YPG yapılanmasına karşı güvenlik önlemi almasın mı?” şeklinde bir eleştiri yöneltiyor. Sizin bu sorulara cevabınız nedir?
Bu tezkere ile ilgili TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmeler esnasında partim adına söz aldığımda bu probleme nasıl bakılması gerektiğini net olarak açıkladım ve birtakım önerilerde bulundum. Bunu da şu şekilde anlattım: Biz, Suriye’de bir çıkış stratejisine sahip değiliz. Yani TSK unsurlarının gönderilmesine herkes her durumda olumlu bakıyor da, bu problemin çözümüne yaklaşıldığında nasıl bir çıkış stratejisi olacağı, nasıl bir planlama olacağı hakkında kimsenin bir fikri yok. Biz bu noktaya işaret ediyor ve diyoruz ki, ‘Artık, Suriye’den planlı bir şekilde, takvime dayanan bir şekilde çekilmenin gündeme getirilmesi gerekiyor. Biz bu tezkereye hayır derken biraz da bunun hazırlanması maksadıyla, böyle bir planlamanın ve böyle bir stratejinin artık takvime bağlı bir şekilde yürürlüğe konması gerektiğine işaret ettik.
Afganistan’da da gördük, bir gecede birdenbire asker geri çekilmiyor. Asker çekilmesi, bir plana, bir takvime göre gerçekleştirilebiliyor. Zaten ABD’nin de Afganistan’dan askerlerini çekmesi uzun bir zamandır konuşuluyordu. 2020 Şubat’ında ilk kez Doha’da ABD ile Taliban arasında görüşmeler başlamıştı, sonra bir anlaşmaya varıldı ve bir tarih verildi. Çeşitli tartışmalar sonucunda 31 Ağustos itibariyle ABD askerlerinin çekilmesi gerçekleşti. Bunlar planlanmadan, takvime bağlanmadan olmaz. Bir gece içerisinde çekilemezsiniz. Aksi takdirde kaos olur. Bizim de söylediğimiz, bu çekilme ve bu çıkış stratejisinin bir şekilde planlanması gereğidir.
Son dönemde CHP’nin Kürt meselesi ile ilgili çeşitli çıkışları oldu. Kemal Kılıçdaroğlu bu bağlamda açıklamalar yaptı, siz en son partinizden bir heyet ile birlikte Irak Kürdistanına bir ziyarette bulundunuz. Bu tezkerede ‘hayır’ oyu vermenizin, CHP’nin Kürt meselesindeki açılımlarının bir etkisi var mı?
Bizim bir kere Orta Doğu’ya bir bakışımız var. Orta Doğu ile ilgili bir vizyonumuz var. Biz Orta Doğu’da barış ve istikrar istiyoruz. Bu barış ve istikrarın da özellikle komşularımız ile olan ilişkilerimizden başlaması gerektiğini düşünüyoruz. En büyük iki sınır komşumuz Suriye ve Irak’ta çok ciddi sıkıntılar var. Bunlara artık askeri çözümler yerine diyalogla çözüm imkânları araştırılmalı. Bizim vizyonumuz bu.
Vizyonumuzu söylerken de biz, Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı adıyla bir projeden söz ediyoruz. Bu projeyi anlatmak maksadıyla da Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bir ziyarette bulunduk. Erbil’e yaptığımız ziyarette bu projemizi oradaki yönetim yetkilileri ve tüm siyasi partiler ile paylaştık. Ayrıca Kerkük’e de gittik ve oradaki Türkmen cephesine de anlattık. Benzer ziyaretleri önümüzdeki dönemde de planlıyoruz. Elbette bunun aynı şekilde Tahran ve Şam boyutlarının da düşünülmesi gerekiyor. Bunların da zamanlamasını şimdiden düşünmeye başladık.
Kürt meselesi dediğimiz konuya geldiğimiz zaman, bu mesele Türkiye’nin bir iç sorunudur. Dolayısıyla bunun, dış politikaya yansıtmayacak şekilde, demokratik hak ve özgürlüklerin yerleştiği, Türkiye’nin gerçek bir sivil topluma sahip olduğu bir değişimle ve böyle bir dönüşümle çözülebileceğini düşünüyoruz. Bunun da sürekli olarak belirttiğimiz gibi konuşulması gereken ve bu çözümün araştırılması gereken yerin Meclis olduğunu hep dile getiriyoruz. TBMM’de seçilmiş milletvekillerinin, o milletvekillerinden oluşan partilerin bu konuyu bir şekilde mecliste ele alması gerekir. Bunun için de meşru muhataplar vardır. Bu meşru muhatapların muhakkak ki bu işin içinde yer alması gerekir. Bunu genel başkanımız açıkladıktan sonra da zannediyorum ki geniş bir kabul gördü. Bu ikisi birbirini bütünleyecek. Bir yandan içeride çözmemiz gereken sorunların çözülmesi için çalışılırken diğer yandan bunun Orta Doğu’ya ve bizim barışçı vizyonumuza da bir şekilde eklemlenerek katkı yapmasını arzuluyoruz. Bizim bu bütüncüllük içinde bir bakışımız var bölgeye.
Tezkereye neden hayır dediğimizi anlattım. Bunlar zaman içinde birike birike gelmiş ve bu sefer tezkerenin süresi ile birlikte demokratik olmayan bir anlayışın iyice belirgin olmasıyla ortaya çıkmış bir durum. Bunun saiklerini bu şekilde tarif etmek istemem. Çünkü tezkere ile ilgili gerekçelerimizin nasıl bir sonuç doğuracağını düşünerek ya da böyle bir beklenti içerisinde olarak bu hayır oyunun verilmesi tercihinde bulunmadık. Ama bunun şöyle bir sonucu olduğu gözüküyor, gerçekten demokratikleşme sürecinde önemli bir adım olarak görülüyorsa demek ki doğru bir şey yapmışız.
Siz her katıldığınız programda, yaptığınız konuşmada Türkiye’nin Şam yönetimi ile, Esad ile görüşmesi, diyalog kurması gerektiğini savunuyorsunuz. Az önce de bu vurguyu yaptınız. Fakat şöyle bir eleştiri geliyor bu konuda; ABD, AB ülkeleri, birçok Arap ülkesi dahi henüz Esad ile görüşmeye ve diyalog kurmaya başlamamışken, Türkiye’nin görüşmeye başlaması ne kadar doğru?
Cevabı çok net, çok açık. Herhangi bir sorunun çözümü için o çözüme katkıda bulunacak olan aktörlerin kim olduğunu biliyorsanız o aktörlerin tamamı ile diyalog halinde olmanız gerekir. Aksi takdirde tıkanırsınız, hiçbir yere varamazsınız. İç savaş neredeyse 10. yılını tamamladı ve halen devam ediyor. Fakat artık sonuna gelindi. Suriye topraklarının önemli bir kısmını artık Esad yönetimi kontrol altına almış vaziyette. Cenevre’de başlayan anayasa görüşmelerinin bir şekilde yeni bir aşamasına gelindi. Hatta muhalefet ile yönetim arasındaki görüşmeler 3 gün kadar devam etti. Sonra birtakım tıkanıklıklar oldu ama BM Suriye Özel Temsilcisi’nin de söylediğine göre ümitler tükenmiş değil. Bu sürece bir şans vermek lazım, birincisi bu.
İkincisi, uluslararası toplum tarafından Suriye eskisi gibi görünmüyor. Arap dünyasında çok değişik bir bakış açısı gelişmeye başladı. Ürdün başta olmak üzere Mısır, BAE, Suudi Arabistan Suriye ile ilişkilerini yeniden ihya etmeye başladılar. Bunların bazıları büyükelçiliklerini açtılar. Bazıları da Suriye’nin yeniden Arap Ligi’ne dönmesi için bazı çalışmalar yapıyorlar. Hatta Ürdün sınırını açtı ve karşılıklı olarak iletişim kanalları yeniden kuruldu. Havayolları arasında uçuşlar yeniden başladı. Ürdün aynı zamanda ABD’ye Suriye’ye karşı uyguladığı yaptırımları kaldırmasının zamanının geldiği teklifinde dahi bulundu. BM hâlâ Şam yönetimini meşru muhatap olarak kabul ediyor, Suriye’nin BM üyeliği devam ediyor ve BM’de Şam büyükelçisi de toplantılara katılıyor. Daha ilginç olan; başka bir uluslararası teşkilat olan Interpol Suriye ile ilişkilerini yeniden başlattı. Interpol’ün önemi şurada; organize suçlar, yolsuzluk, terörle mücadele gibi konularda önde olan bir kuruluş. Suriye ile Interpol’ün işbirliği yapmaya başlaması aslında uluslararası terörizm ile mücadelede Suriye ile bir ortaklık arayışına girdiğini de gösteriyor.
Tüm bunlar olurken, ABD dahi dolaylı bir şekilde Suriye ile görüşmeyi planlarken neden Türkiye hâlâ burada direniyor? Bunu anlamak mümkün değil. 911 km’lik bir sınırımızın olduğu güney komşumuz Suriye. 1998’ten beri hâlâ yürürlükte olan Adana Mutabakatımız var. Bu Adana Mutabakatı aslında terörle mücadelede iki ülkenin ortak hareket etmesini öngören bazı maddeler içeriyor. Ama biz ısrarla Suriye’deki yönetimle görüşmeyi reddediyoruz. Biz bunun kabul edilebilir ve gerçekçi bir yaklaşım olduğuna inanmıyoruz.