Kürt Nurcusu olarak bilinen Med-Zehra topluluğu içinden çıkan Zehra Vakfı Kurucusu İzzettin Yıldırım’ın cansız bedeni, 1999’da Hizbullah tarafından kaçırıldıktan yaklaşık bir ay sonra Kartal’da bir evde bulundu… Hizbullah’ın silahlı eylemleri bırakmasından sonra kurulan HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’na katılma sürecini Zehra Vakfı yönetim kurulu üyesi Zekeriya Özbek ile Med Zehra çevresine yakın araştırmacı yazar Muhammed Salar ile konuştuk.
Said Nursi’yi referans alan ve Med-Zehra grubu diye bilinen İslami topluluk 1970’lerin sonlarında Sıddık Dursun’un öncülüğünde biraraya geldi.
Med-Zehra çevresi, Nurcu diye adlandırılan diğer grupların Nursi’nin Kürtlük ve Kürtler hakkında söylediklerini sansürlediğini iddia ediyordu. Med Zehra, bu nedenle Kürt Nurcuları olarak bilindi.
Camianın önde gelen isimlerinden İzzettin Yıldırım, Med-Zehra’nın bazı başka öncüleriyle fikir ayrılığına düşmesi üzerine 1990’da bir grup arkadaşıyla birlikte Zehra Vakfı’nı kurdu.
İzzettin Yıldırım.
Yıldırım, 29 Aralık 1999’da İstanbul Fatih’te Hizbullah tarafından kaçırıldı. Bir ay sorgulanan Yıldırım’ın cansız bedeni 28 Ocak 2000’de Kartal’da bir evde bulundu.
Hizbullah, kaçırılmasında dahli olduğunu kabul etse de Yıldırım’ın kendileri tarafından öldürüldüğünü hiçbir zaman kabul etmedi. Yıldırım’ın kolluk kuvvetlerinin operasyonları sırasında öldürüldüğünü iddia etti.
DGM’de görülen Hizbullah ana davası duruşmalarından biri.
Zekeriya Özbek: “Zulümler üzerine ittifak olmaz”
Zekeriya Özbek.
Farklı iddialar olsa da İzzettin Yıldırım’ın Hizbullah tarafından öldürüldüğüne dair yaygın bir kabul var. Siz ne diyorsunuz?
Vefatıyla ilgili olayı kendilerinin yapmadığını ifade ediyorlar. Fakat bizim de bununla ilgili başka bir bilgimiz yok. Önce kaçırılması ve bir ay boyunca sorgulanması süreci var. Bunu yapanlar onlar ama nihayetinde katledilmesi halen faili meçhul. Onu reddediyorlar.
İzzettin Yıldırım’ın kaçırılıp öldürülmesinden önce Hizbullah ile Zehra Vakfı veya Zehra Vakfı’nın da içinden çıktığı Med-Zehra çevresinin hiç karşı karşıya geldiği olmuş muydu? Ya da Hizbullah’la aranızda husumet var mıydı?
Bizim bütün hedefimiz, çalışmamız bu milletin en baş hastalığı olarak gördüğümüz cehaleti, fakirliği, ihtilafları gidermek ve bunu gerçekleştirebilmek için de Medresetü’z-Zehra idealini ilaç olarak ortaya koymak. Çeşitli okullar açmak ve bunları halkımıza götürerek çalışmalar yapmaktır.
Başkalarıyla herhangi bir rekabetimiz, kavgamız söz konusu değil. Hiçbir grupla bir meselemiz yok.
Hedefimiz, nasıl ki Câmiü’l-Ezher var, Afrika’da; Bediüzzaman’ın onun küçük kız kardeşi diye tabir ettiği, aynı onun tarzında okullar, mektepler ve medreseler açmak. En önemli özelliği de din ilimleriyle fen ilimlerinin beraber okutulacağı okullar açmak. Bu manada bu milletin inancına, imanına, maneviyatını kazanmasına olabildiği kadar hizmet etmek için çalışıyoruz.
Biz bu şekilde bir muhabbetle, Müslümanlar arasındaki uhuvveti canlandırmaya çalışıyoruz. Bir taraftan İslam kavimleri arasına muhabbeti, yakınlığı, kardeşliği canlandırmaya diğer taraftan da dinsizlik gibi dışarıdan gelen en büyük tehlikeye engel olmak için çalışıyoruz.
Başkaları rakip görme veya benzer tutumlara giriyorsa bu ayrı bir şey. Biz kimseyle bir kavga içinde değiliz.
Onlar bizi niye hedef almışlar, bunu kendileri açıklamalı.
Hizbullah, 2000’lerin başındaki operasyonlardan sonraki süreçte silahı bıraktı ve mensupları ilerleyen yıllarda yasal partisini, HÜDA PAR’ı kurdu. Yasal zeminde faaliyet yürütmeye başladılar. Bugün de HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’na katılması gündemde. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasi meselelerle çok ilgilenmiyorum. Ben hakkın, hakikatin yanında olmak isterim. Her zaman için adaletin gerçekleşmesini arzu ederim.
Kur’an’da “Birinin hatasıyla bütün bir toplum suçlanamaz” geçer. Bir toplumdan veya bir gruptan birisi hata yaparsa, karşılığını o kişi görür, bütün toplum değil. Kim yanlış yapmışsa hatalı odur. Onun yakını, akrabası, toplumu, grubu, partisi sorumlu olmaz.
Ama toplum da onun yaptığı zulmü, haksızlığı, yanlışı manen destekliyorsa, toplum da ahirette mesul olur. Eğer onlar da zulme taraftarsa, Kuran’ın şiddetle menettiği bir durumdadır.
Biz zulme taraftar olanlara yaklaşamayız, bir yakınlık kuramayız.
Söylediklerinizden anladığım kadarıyla, eğer HÜDA PAR camiası, İzzettin Yıldırım’ın kaçırılmasındaki ve sonrasında yaşananları manen desteklemişse Cumhur İttifakı gibi güçlü bir ittifakın içinde olmalarını istemeyiz diyorsunuz?
Yanlışlar üzerine, zulümler üzerine, haksızlıklar üzerine ittifak olmaz. İttifak, Allah’ın hidayeti noktasında olmalıdır. Bunun dışındaki bir şeye hoş bakmayız.
Zehra Vakfı’nın bu seçimlerle ilgili herhangi bir pozisyonu, tutumu var mı?
İttifaklarda kuvvet vardır, birlikte hayat vardır. Toplum içinde kutuplaşmalara, uzaklaşmalara, birbirine yabancılaşmalara karşıyız. Yakınlaşmanın, uhuvvetin, kardeşliğin, beraberliğin, birliğin canlanmasını istiyoruz.
Türk kavmi için de, Kürt kavmi için de, Arap kavmi için de, İslam alemi için de birliğin, yakınlığın, dayanışmanın, kaynaşmanın gerçekleşmesini arzu ediyoruz.
Siyasi oyunlardan da uzak duruyoruz. Aleyhimizde bile olsa hakka taraftar olmak en büyük dileğimiz, en büyük hedefimizdir.
***
Muhammed Salar: “Referansı İslam olanların iktidarın tahribatına ortak olmaması gerekir”
Muhammed Salar.
Farklı iddialar olsa da İzzettin Yıldırım’ın Hizbullah tarafından öldürüldüğüne dair yaygın bir kabul var. Siz ne diyorsunuz?
Kendileri bu cinayeti üstlenmiyorlar. Ama o zamanki medyada çıkan bilgileri bir araya getirdiğimiz zaman Hizbullah’ın parmağı olduğu aşikâr.
Tabii kendileri İzzettin Hoca gibi tanınıp sevilen, saygın birini kaçırıp öldürülmesine sebep olmak gibi ağır bir cürmü üstlenmek istemezler. Bu anlaşılır bir durum ama kamuoyu vicdanını da rahatlatacak yeterli bir bilgi, doyurucu bir savunma sunamıyorlar.
Bu olaydan önce Hizbullah ile Med-Zehra’nın veya Zehra Vakfı’nın karşı karşıya geldiği bir durum olmuş muydu?
Nur talebelerine karşı özel bir husumet taşıdıklarını zannetmiyorum. Ama silahlı ve şiddete bulaşan örgütlerin güç zafiyeti vardır. Baskın güç olup çevrelerinden itaat beklerler.
Kendilerini en doğru ve haklı görüp başkalarını yanlış okumak, sonra bulundukları bölgelerde güçlü olmak, ağırlıklı olarak kendi sözlerinin dinlenilmesini istemek… Bu çeşit bencil ve sakat yaklaşımları güce dayanan ve şiddete bulaşan örgütlerde bulmamız mümkündür.
Hizbullah, 2000’lerin başındaki operasyonlardan sonra silahı bıraktı ve mensupları ilerleyen yıllarda yasal partisini, HÜDA PAR’ı kurdu. Yasal zeminde faaliyet yürütmeye başladılar. Bugün de HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’na katılması gündemde. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Grupların legal sahada faaliyet göstermeleri isabetlidir. Bunu desteklemek lazım.
Eğer HÜDA PAR da “geçmişle bir bağım yok, o şiddet eylemlerini sahiplenmiyorum” diyorsa, bunu kamuoyuna açık yüreklilikle deklare etmesi lazım.
Bunun yolu da gizli saklı olmaz. Yöntem bellidir; referansı İslam, Kur’an olup kamuoyuna zarar veren tüm oluşumlar için Kur’an’ın talep ettiği üç basamaklı bir pişmanlık merdiveni var. Bu üç aşamayı referansı İslam olan tüm yapıların uygulaması gerekiyor.
Birincisi; “Geçmişte yaptığım yanlışlardan pişmanlık duyuyor ve tövbe ediyorum” diyecek; ikincisi, “O yanlışları bir daha yapmayacağım. Kendimi düzeltiyorum” diyerek bu ıslah-ı hali pratikte sergileyecek ve üçüncüsü -işin maddi hukuk boyutu mahfuzdur- “haklarını yediğim insanlar, aileler veya oluşumlar, cemaatler, toplumsal gruplar varsa tümünden helallik diliyorum” diye kamuoyuna ilan edecek.
Eğer HÜDA PAR bunları yapabiliyorsa bu alkışlanmalı. İyi, doğru bir adım olur. Ama sadece “Ben HÜDA PAR’ım. Geçmişle hiçbir bağım yok” demek inandırıcı ve doyurucu olmaz. Yine; geleceğe yatırım yapmak isteyen hiçbir cemaatin, partinin ve örgütün kamuoyu hafızasını hafife alması doğru olmaz. Vicdanları rahatlatacak bu üç aşamalı kuralı -ki Kur’an’da geçer- uygulamaları gerçekçi olandır.
HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’na katılması Med-Zehra veya Zehra Vakfı çevresinde ya da daha geniş olarak Said Nursi’yi rehber edinen çevrelerde rahatsızlık yaratır mı?
Şu an ülkedeki iktidar bloğunun temsil ettiği yeşile boyalı kırmızı elmanın, dinci ve milliyetçi rejimin, İslam’a da topluma ve bölgeye de çok zarar verdiğini görmemek körlük olur.
Böyle bir durumda sadece HÜDA PAR değil, referansı İslam olan tüm grupların, cemaatlerin eğri değil doğru oturup doğru değerlendirmelerde bulunmaları gerekmez mi?
Referans İslam’sa bu suç oranları niye bu kadar artıyor diye sorgulamak gerekmez mi? Fuhuş, uyuşturucu, çocuk istismarı, rant, nepotizm, hayvana şiddet, kadına şiddet gibi bir sürü suç alanında astronomik rakamlarda yükselişler var. Bunun “doğru bir yol” olmadığının en fazla farkında olması gereken toplumsal gruplar İslami cemaatler ve oluşumlardır.
Bunun sorumlusu tabii ki gücü, iktidarı temsil eden Cumhur İttifakı’dır. Seçime doğru cemaatlerin, tarikatların bir hayli artan destek açıklamalarının, İslâm’ın özü diyebileceğimiz doğruluk, adalet ve sosyal ahlâk hassasiyeti ile bağdaşmayan beyanatlar olduğunu söylemek mümkün. Bu tarz çıkarcı ve Makyavelist adımlarla İslam’ın simge ve sembollerine aşırı vurgu yapıp ama İslam’ın özü olan adalet, hak, hukuk ve ahlaktan uzak olan bir gidişatı, bir yönetimi, bir sistemi desteklemek söz konusu…
Bu açıdan HÜDA PAR’ın söz konusu pragmatik kararının en azından tekrar sorgulanması gerektiğini söylemek lazım. Hak, hukuk, adalet merkezli, ahlak öncelikli bir İslam anlayışımız varsa ülkedeki bu olumsuz gidişata dur demek lazım. Hiç olmazsa; İslam Peygamberinin, Kur’an’ın adalet ilkesine, “ne zalim ol, ne mazlum ol” mottosuna sadık kalmak lazım.
Bugün sadece Türkiye’de değil Orta Doğu’da yönetimler, sistemler gerçekten işkence, darp, gasp, hırsızlıkla anılıyorlar ve halklarını ezen, ezdiren, yoksulluk ve dilenciliğe mecbur bırakan kötü bir konumdalar. Haklar konusunda gerekli hassasiyetten uzak, hukuk endeksinde, şeffaflıkta sınıfta kalmış, despotik idarelerle yönetilen ve yaşam standartları son derece niteliksiz kötü bir coğrafyadan bahsediyoruz.
İslam dininden bahsettiğimiz zaman insanlara iki dünya mutluluğunu sağlayan, var olan sorunlarını çözen veya asgari seviyeye indiren semavi bir mesajdan bahsediyoruz. Ama Müslüman yapılar bu hakikati temsil etmedikleri gibi bu iddiayı ciddi yaralayan pratiklerle insanlığın önüne çıkıyorlar. Özetle; özgür olmayı bile başaramayan İslam ülkelerinde yüzde yüz oranında artan suç oranları var…
Şimdi; bu feci gidişattan kimi sorumlu tutacağız, muhalefeti mi? Evet muhalefetin de eksiği, hatası var ama o başka bir sorunun, başka bir dosyanın konusu.
Gücü elinde tutan erk yürütmedir. Yürütmeyi temsil eden, yirmi senedir ülkeyi yöneten hükümettir. O zaman ülkedeki bütün bu kusurları, bu hataları hükümetten bilmek daha doğru olur. Öyle ya; Hz. Ömer, Dicle kenarında kaybolan koyundan kendini sorumlu görüyordu.
Seçim de olup-biten hukuksuzluk ve yolsuzluklarla hesaplaşmak için topluma bir fırsat veriyor. HÜDA PAR gibi İslami iddialarda bulunan oluşumların meydandaki suçlara, tahribata ortak olmaması gerekir diye düşünüyorum.
Özelde HÜDA PAR’ın genelde her toplumsal grubun legal zeminde siyaset yapmasını teşvik etmek doğru olandır. Önemli olan nasıl bir siyaset gütmek gerektiğidir. Paradigmanızın özgürlük, şeffaflık, adalet endeksli olup olmamasıdır.
Bugün özelde Kürt halkının genelde de Ortadoğu ve İslâm Dünyası’nın gizli saklı işlere, yalana, körü körüne itaate, kuru slogan, hamaset ve şiddete değil barışa, hakka, hukuka, adaletli yönetime, çoğulculuğa ve temiz siyasete ihtiyacı vardır. Örgütlerin ve hatta devletlerin bu yöne ibre kırması için çaba sarf etmek gerektir.
Şunu da belirtmekte fayda vardır: Fen bilimleri ve din ilimlerinin doğru öğretilmediği coğrafyalar uzun vadede barış ve huzur kokmazlar. Onun için Bediüzzaman Said-i Nursi’nin şiddetten uzak, fen ve din birlikteliğine vurgu yapan isabetli yönteminin sadece akademik çevrelerce değil tüm Müslüman yapılarca doğru analiz edilip özümsenmesine büyük ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak referansları İslâm olan camialar, dernek, cemaat ve tarikatların Anadolu’da, Kürdistan’da Ortadoğu ve nihayetinde yerkürede insanların dertleriyle dertlenmek ,sorunlarını çözmek gibi bir iddiaları varsa bunun yolu yöntemi cehalet, kuru kalabalıklar, kaba kuvvet ve bugün iktidarın yaptığı gibi din istismarı, dincilik değildir ve ekser muhalefetin yaptığı gibi dini görmezlikten gelip dine bir hayli mesafeli kalmak da değildir, belki iman, ahlâk ve adalet maksatlı doğru İslamiyet’tir, büyük insanlıktır… Bunu başaramamanın faturasını ise zalim iktidarlar, mazlum halklar olarak sefalet endeksinde dip yapmakla hep birlikte ödüyoruz.