Aralarında Ahmet Taşgetiren, Ertuğrul Günay, Mehmet Ocaktan, Yıldıray Oğur, Abdülbaki Erdoğmuş, Fatma Akdokur, Hayri Kırbaşoğlu, Bülent Kaya, Mehmet Bekaroğlu, Cihangir İslam, Sıdkı Zilan gibi muhafazakar kesimden isimlerin de olduğu 2” kişi tarafından imzalanan mektupta şu ifadeler yer alıyordu:
Ahmet Taşgetiren: Yönetim de meselenin siyasallaştığını kabul ediyor
Bildirinin başlığı ‘Adalet Çağrısı’. Gezi Davası da başından beri sanki adalet zorlanarak yürüyen bir dava niteliğinde. Yani konunun AYM’ye yansıyan boyutunda, AİHM’e yansıyan boyutunda defalarca yeniden ve yeniden başka suçlarla açılmasında, başka suçlarla iltisaklı hale getirilmesinde ciddi bir problem var.
Türkiye’nin insan hakları açısından, Avrupa Birliği ile ilgili, Avrupa Konseyi ile ilgili tüm ilişkilerini olumsuz etkiliyor bu süreç. Yani işin içinde siyasi bir etken olduğu intibaı da yoğunlaşıyor gittikçe. En son Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da “Dışarıda siyasallaştırıldığı için içeride de siyasallaştırılıyor bu konu” gibi bir açıklama yaptı. Dışişleri Bakanı hükümeti temsil ediyor, Türkiye’yi temsil ediyor. Yani yönetim tarafından da meselenin siyasallaştığı ile ilgili bir tespit paylaşılmış durumda.
Adalet en önemli toplumsal ilkedir. Yönetimin de temeli olması gerekir. Onun için bir adalet çağrısı benim için anlamlı ve bu sebeple bildiriyi imzaladım.
Ertuğrul Günay: “Dava süreci çok ağır cezalarla çok yanlış yerlere götürüldü”
Gezi Davası, bütün toplumun gözü önünde gerçek anlamından saptırıldı. Bir tür muhalifleri önyargıyla cezalandırma sonucuna varan haksız bir davaya dönüştü. Gezi bir çevre duyarlılığıydı.
Ben en başından beri çok yakından takip ettim. Gezi’de polis orantısız müdahalelerde bulundu ve birtakım başka eylemlere yol açtı ama bugün Gezi ile ilgili yargılananların bu süreç içerisinde Gezi olaylarının saptığı yol ve yöntemlerle hiçbir ilişkileri yok. Osman Kavala başta olmak üzere orada yargılanan insanları ben de, bildiriyi imzalayan arkadaşlarımızın çoğu da yakından tanıyoruz. Böyle bir ayaklanma, birtakım suç teşkil eden eylemlere dönük destek kesinlikle söz konusu değil.
Nitekim daha önce bir yargılama yapıldı. Çok ağır cezalarla çok yanlış bir yere götürüldü bu dava. Bunun çok acil şekilde düzeltilmesi gerekiyor. Bu dava ileride hukuk tarihine çok haksız, yersiz, amacından saptırılmış bir hukuk cinayeti olarak geçecek. Biz hukuk duyarlılığı olan insanlar olarak sözümüzü ve talebimizi yükseltmeye çalıştık sadece.
Mehmet Bekaroğlu: Eskiden vicdanen ses çıkartılırdı, artık insanlar korkuyor
Aslında Gezi Davası bir hukuki dava değil. Kararı mahkemeler verdiler, biz mahkemeleri konuşuyoruz, onaylayan Yargıtay falan ama bu hukuki bir dava değil. Bu Gezi konusunda çok ciddi bir problem var her şeyden önce: Gezi Parkı olaylarıyla Gezi davası bambaşka bir şey. Gezi Parkı olaylarını herkes farklı şekilde yorumluyor, kimisi hak veriyor, kimisi karşı çıkıyor ama Gezi Parkı Davası olarak kamuoyunda bilinen dava aslında ‘Ben sizi dövmek istiyorum, bunun için de hukuk sopasını kullanacağım. Herkese ibret olsun diye milletin önünde yapacağım’ demenin bir başka yolu. Böyle bir işle uzaktan yakında alakası olmayan insanları terör örgütü mensubiyeti, hükümeti – devleti yıkmak gibi ağır suçlamalarla yargıladılar ve ağır hapis cezaları verildi. Bunun ötesinde dava devam ederken öyle yanlışlıklar yapıldı ki… Mesela filan toplantıda bulunmak suç sayıldı, orada olmayan insanlar bile oradaymış gibi suçlandı. Yani saçma sapan, zorlama saiklerle cezalar verildi.
Yargı, adalet, mahkeme, adil yargılanma hakkı gibi temel insan haklarını yok eden, çürüten bir olay Gezi yargılamaları. Bu yönüyle herkesin tepki göstermesi gereken bir olay. Ama burada şöyle bir şey yaptık: Bu toplum önemli bir ayrışma yaşıyor. Geçmişte de farklı ideolojik ayrılıkları olan insanlar vardı, bunlar arasında tartışmalar ve hatta çatışmalar oluyordu. Ama toplumun bu şekilde sert ikiye bölündüğü, kutuplaştığı, bu kutuplaşmanın ta tepeden kurulduğu, tekrar tekrar kurulduğu başka bir zaman dilimi görmedik. Özellikle iktidar bunu bir araç olarak kullanıyor iktidarını devam ettirebilmek için. Yok olduk, toplum olma vasfımızı kaybettik.
Eskiden vicdanen ses çıkartılırdı, ‘Bu böyle olmasın’ denirdi, ‘Bu böyle yapılmasın’ denirdi hükümete. Şimdi insanlar korkuyor çünkü çok kolay bir şekilde terörist damgası yiyebiliyor insanlar. İşinden edilebiliyor, üniversitesinden edilebiliyor, ekmeğiyle oynanabiliyor.
Bu bildiriyi ağırlıklı olarak muhafazakar kesimden insanlar imzaladı. Bir örnek olsun istedik, öteki mahalleden olarak gösterilen kişilerin bu haksızlığa ses çıkarttığını göstermek için. Bu haksızlık sadece birilerine yapılmıyor çünkü, sırayla yapılıyor. Devletin bütün gücü kullanılarak son 20 yıldır bir kesim dayak yiyor. Ondan önce de dindarlar, muhafazakarlar dayak diyordu. Herkes “hukuk bir sopa olarak kullanılmasın” diyeceği yerde o sopayı ele geçirme derdine giriyor. Siyaset neredeyse bunun için yapılıyor. Biz bunu kınıyor, bunun yanlış olduğunu insanlara hatırlatıyoruz.
Bu bildiri ne kadar etkili olur, ne olur önemli değil. Biz bu olayları yaşıyor ve tanıklık ediyoruz. Bu rezaletleri kınıyoruz. Evet gücümüz yetmiyor, elimizle düzeltemiyoruz ama bunu kınıyoruz ve herkese hatırlatıyoruz ki bu yanlıştır. Öncelikle hükümettekilere bunun yanlış olduğunu hatırlatıyoruz: Dün siz aynı sopayla dayak yediniz, yarın bu sopa başkasının eline geçer yine siz dayak yersiniz. Yanlıştır bu.