Vücudundaki felç ve görme problemleri nedeniyle 50’lerin sonlarında, o dönem kendisine kucak açan Ermeni bir ailenin desteğiyle Almanya’ya tedaviye giden Kağızmanlı Zeki Tunca, Türkiye’ye daha iyi gören gözleri, felcin birçok etkisinden kurtulmuş vücudu ve Almanya’da hemşiresi olarak tanıştığı eşi Renata Hanım ile birlikte döndü.
Türkiye’de beraber geçirdikleri yaklaşık kırk yılın sonunda vefat eden Renata Hanım, Mecidiyeköy’deki Alman mezarlığına gömüldü.
Renata Hanım’ın vefatına dayanamayan Zeki Bey de birkaç yıl sonra 1993’te hayatını kaybetti. Ölmeden önce, pek çoğunu okuttuğu yeğenlerinden son bir görev istedi: Alman mezarlığında Renata Hanım’ın hemen yanında satın aldığı mezar yerine gömülmek istiyordu.
Zeki Tunca (en sağda).
Ne var ki kulağa basit gelen bu talebin gerçekleşmesinin önünde büyük engeller vardı. Müftülükler, dünyaya Müslüman olarak veda eden, bunu da vefatından kısa bir süre önce tekrar tekrar beyan eden Zeki Bey’in cenazesi için bir cami göstermeyi ve törene imam göndermeyi reddetti. Gerekçe, Hıristiyan mezarlığına gömülecek olmasıydı. Belediyeler de defin için cenaze arabası veremeyeceklerini söyledi.
Zeki Tunca’nın cenaze namazını, “İnsanlara ne oluyor ki nereye gömüleceğine karışıyorlar. Her yer Allah’ın toprağı, her yer insanlar için ayrılmış. Müsaade ederseniz cenaze namazını ben kıldırayım” diyen İsmailağa Camisi imamı Mahmut Ustaosmanoğlu kıldırttı.
Cenaze, törenin ardından, cenaze arabası verilmediği için kiralanan bir ambulansla Alman mezarlığına götürüldü. Orada, Renata Hanım’ın eşi için rahiplerin okuduğu dualardan sonra defnedildi.
Avukat Cem Kaya Karatün ile, büyük dayısı Zeki Tunca’nın hikâyesini, vefatı sonrasında cenazeyle ilgili çabalarını, CHP milletvekilliği yapan dayısı Doğan Onur ile birlikte yollarının Mahmut Ustaosmanoğlu ile nasıl kesiştiğini konuştuk.
Avukat Cem Kaya Karatün.
Anneannenizin kardeşi Zeki Tunca’nın gençliğinden ve sağlık problemlerinin başladığı dönemlerden bahseder misiniz?
Annemin dayısı olan büyük dayım Zeki Tunca, Kağızman’dan okumak için İstanbul’a geliyor. Teknik Üniversite’ye başlıyor ama sonra sağlık problemleri baş gösteriyor.
Annemin anlattığına göre, küçük bir kaza geçirdikten sonra bir gözü tamamen görme yetisini kaybediyor, öbür göz ise görme kaybı yaşıyor.
Sonra kolları felç oluyor ve ayaklarında da yürüme zorlukları başlıyor. Bu problemler gitgide ilerliyor. Ama Türkiye’de tedavi bulamıyorlar sağlık problemlerine.
Bu sırada seyyar olarak milli piyango bileti satarak hayatını kazanmaya çalışıyordu.
Büyük dayım okumayı çok seven ve çalışkan bir insandı. Yedi dilde konuşmayı bilirdi.
Üniversiteye ilk girdiği dönemde İngilizce, Fransızca, Almanca tercümanlık yapabildiği için devlet erkanından bazı kişilerin yanında görevler yapmış. O tarihlerde dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile de denk gelmiş. Bayar ile bu kadar lisanı nereden biliyorsun gibilerinden sohbetleri olmuş.
Büyük dayımın babası Rus Hasan da Osmanlı ve Rus heyetleri arasında tercümanlık yapmıştı. Çeçenistan’dan göç etmiş bir aileyiz.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar bir vesileyle İstanbul’da bulunduğu bir sırada, kalabalık bir toplulukla dolaşırken, dayım kalabalığın arasına atlıyor.
Kendisini hatırlatacak bir şeyler anlatıyor ve işe ihtiyacı olduğunu söylüyor. Bayar da gerçekten yardımcı oluyor.
İstanbul Beyoğlu’ndaki İngiliz konsolosluğunun önüne bir kulübe koyuyorlar ve “burası senin milli piyango bayin olacak” diyorlar. Konsolosluk “burası bizim bölgemiz” diyerek itiraz ediyor. Türkiye tarafı “hayır, burası kaldırım” diyor. Konsolosluk görevlileri dayımla tanışınca itirazlarından vazgeçiyor.
Dayımın bayisi, “Sabret Gönül Milli Piyango Gişesi” olarak hizmete başlıyor. Dayım, o gişeden elde ettiği gelirle pek çok yeğenini okutuyor.
O dönem dayım, kendisine kucak açan, maddi durumu iyi bir Ermeni aileyle birlikte kalıyordu. Onların aracılığıyla dayıma Almanya’da tedavi görme imkânı çıkıyor.
Zeki Bey, eşi olacak olan Almanya’daki hemşiresi Renata Hanım ile birlikte Türkiye’ye dönüyor. Bundan sonra neler yaşanıyor?
Almanya’da gözleri görmeye başlayan ve vücudundaki felcin çoğunu giderecek bir tedavi gören büyük dayım kendisine tedavisinde yardımcı olan Alman hemşiresine âşık oluyor. Türkiye’ye, evlenme teklifini sevinçle kabul eden Renata Hanım ile beraber dönüyorlar.
Sonra kendisi Milli Piyango bileti satan dayıma o dönemin en yüksek Milli Piyango ikramiyelerinden biri çıkıyor. O parayla kendisine Beyoğlu’nda bir ev alıyor.
O sırada kendisinin Almanya’ya gitmesine önayak olan Ermeni ailenin maddi durumu gitgide kötüleştiği için bu sefer de dayım onları yanına alıyor. Bir süre sonra da o aileye kendisine çok yakın bir yerde başka bir ev alıyor.
O aile de ut ve benzeri sazları üreten ünlü Onnik Usta (Garipyan), Matmazel Ebruhi, Madam Hayruhi kardeşlerin bulunduğu aileydi.
O aile, dayımla olan münasebetleri vesilesiyle bizim ailede çok iyi anılan insanlardır. Bizim için o ailenin fertleri teyze, hala, dayı gibidir.
1990’da Renata Hanım vefat etti. Hatta Alman Mezarlığı’ndaki defin öncesi normalde Almanca yapılan tören için papazlar “Cenazede Türk aileler de var Türkçe yapacağız” demiş. Zeki Dayım çok sevinmişti.
Zeki Dayım o tarihte Alman Mezarlığı’nda Renata Hanımın yanındaki mezar yerini de satın almış. Alman konsolosluğuna yaptığı ödemenin makbuzlarını bulduk daha sonra.
Zeki dayım eşini kaybettikten sonra bir türlü düzelemedi, kanser oldu. Ölümüne çok yakın bir tarihte ziyaret ettiğimde daha önceden de söylediği eşinin yanına gömülme istediğini bana tekrar hatırlattı. Benim dini değerlere daha bağlı olduğumu bildiği için de bilhassa bana söyledi.
“Ben Müslümanım. La ilahe illallah diyeceğim, öyle öleceğim. Oraya onun yanına gömülmek istiyorum. Öbür tarafta da onunla olmak istiyorum” dedi.
1993’te Zeki dayım da vefat etti.
Zeki Bey’in vefatı sonrası yaşanan problemleri de aktararak Mahmut Ustaosmanoğlu ile nasıl temas ettiğinizi anlatır mısınız? Ustaosmanoğlu’nun kendi cenazesi dahil İsmailağa Camisi, cenazelerin kalktığı bir cami değil. Ustaosmanoğlu’nun dayınızın durumundan nasıl haberi oldu?
Vefatıyla birlikte isteği doğrultusunda başvuruları yaptım ama cenazenin bir Hıristiyan mezarlığına gömüleceğini öğrenen Beşiktaş ve Beyoğlu müftülükleri imam gönderemeyeceklerini ve bir camiden naklinin uygun olmayacağını söylediler.
Yine belediye de Hıristiyan mezarlığına gidecek bir cenaze için cenaze arabası veremeyeceğini söyledi.
Defalarca ricada bulunduk, yardımcı olunmasını istedik. Beşiktaş müftülüğünde önce müftü yardımcısı sonra müftüyle görüştüm. “Hem diyorsunuz kendisi Hıristiyan Mezarlığına gömülmek istedi hem diyorsunuz Müslüman. Biz bu kişinin Müslüman olduğunu ne bilelim” dediler, talebimizin karşılanamayacağını söylediler.
Son dönem Zeki dayımın bakımıyla ilgilenen ve dayımla birlikte yaşayan bir aile vardı. Onlar da dayımın son döneminde gerçekten çok içten emek sarf ettiler.
Bizim sıkıntımızı ve benim o kurumlar nezdindeki çabamı görünce, “Cem ağabey, Fatih’te benim tanıdığım bir hoca var. Mahmut Hoca” dedi.
“Şu meşhur İsmailağa Cemaati mi” dedim. Evet deyince, “hiç başımızı belaya sokma bir de orada refüze edilmeyelim” dedim. “Yok ben konuşacağım” dedi.
Ben de böyle bir şeye kalkışırsam biraz da etraftan tepki görebileceğimi düşündüm. Teyzeme danıştım, “her imkânı deneyelim, bir cenaze yapmamız lazım” dedi.
Dayıma bakan aile, İsmailağa’dan olumlu karşılık geldiğini söyledi. Belediyeden araç alamadığımız için kiraladığımız bir ambulansla bir cuma günü büyük dayımızı İsmailağa Camisi’ne götürdük.
O camide hoparlör bile kullanılmıyor. Gittiğimizde de gördük, cemaatin yüzde sekseni sakallı sarıklı cüppeli insanlardan oluşuyor.
CHP milletvekilliği yapan dayım Doğan Onur, “Cem inşallah buradan dayak yemeden çıkarız” dedi.
O sırada çok ilginçtir, bir müftülükten imam geldi. Dayım Beyoğlu’nda oturuyordu, Beyoğlu’ndan mı yoksa İsmailağa Camisi’nin bulunduğu Fatih müftülüğünden mi bilmiyorum. Gelen imam “Madem camiye getirdiniz ben kıldırabilirim” dedi. Biz “çok iyi olur” dedik tabii.
İçeriden Mahmut Hoca haber göndermiş. Kendisine cenazeyi kıldırmak üzere bir imamın geldiği bildirilmiş. Mahmut Hoca dayım için “O zatın namazını ben kıldıracağım” demiş.
Kendisi dışarı çıktığında ben de yanına gittim ve durumu bir kere daha anlattım. “Bu cenaze Alman Mezarlığına, Hıristiyan olan eşinin yanına gömülecek. Bir mahzuru var mı” dedim.
“İnsanlara ne oluyor ki nereye gömüleceğine karışıyorlar” dedi, “her yer Allah’ın toprağı, her yer insanlar için ayrılmış.”
“Siz dayınızın Müslüman olarak öldüğüne şehadet ediyor musunuz” dedi. “Ben hem Müslüman olarak öldüğüne hem de oraya gömülmek istediğine şehadet ederim” dedim.
“Hiç önemi yok. Müsaade ederseniz cenaze namazını ben kıldırayım” dedi. “Memnun oluruz” dedim.
Cenazeyi o kıldırdı. Dayımlar da çok memnun oldu. CHP’den milletvekilliği yapan ve hayatının sonuna kadar da CHP’li olarak yaşayan dayım Doğan Onur daha sonra da ziyaret ederek teşekkür etti Mahmut Hoca’ya.
Hatta cemaatten epey bir insan, “Biz hocamızın cenaze namazını kıldırdığı insanın defin törenine de katılmak istiyoruz” dedi. “Hocamız normalde ısrar etmezdi böyle cenaze namazı kıldırmak için” dediler. Tabii onlar cenazenin Alman Mezarlığı’na gideceğini bilmiyor.
Biz çekindik açıkçası. “İzmit’ten ileriye gideceğiz” dedik, nereye defnedeceğimizi söylemedik.
Namazın sonrasında hocanın elini öptük, cenazeyi alıp kaçtık resmen. Ambulans ve üç arabayla bir grup akraba gittik sadece mezarlığa.
Mecidiyeköy’deki mezarlığa vardığımızda Alman rahipler de biz gelmeden dayım için kendileri dualarını yaptıklarını söylediler. Dayım için “Kendisini tanıyorduk, seviyorduk. Buraya gömüleceğini de kendisi bize bildirmişti” dediler. Defin işlemlerinde biz de yardım etmek istiyoruz dediler.
Onların da bulunduğu bir defin işlemiyle Zeki Dayımı, Renata Yengemizin yanındaki ebedi istirahatgahına yerleşmesini sağladık.