İfşa metninde yer alan, sabahın 4’ünde soğuk suyla uyandırılma olayları nedir?
Tabii, o olayları da anlatayım. Bunun için öncelikle “kız kardeşler örgütünün” öyküsünü anlatmam gerekiyor.
Örgütte ilişki yaşamak yasak. Evlenmek yasak. Ama örgüt kurucuları Serkan ve Çiğdem evli. Hatta her şeye rağmen bir çift evlendi ama çocuk yaptıkları için çok eleştirildiler. O sırada Serkan’ın çocuğu vardı.
Çiğdem’in gebelik döneminde Serkan, “Çiğdem Ablanıza yardım edin” dedi. Serkan’la Çiğdem ayrı evde kalıyor. Herkes örgüt evlerinde 30 kişi mülteci kampında gibi yaşıyoruz. Onların Moda, Kızıltoprak gibi semtlerde evleri var. Sürekli o taraflarda takılıyorlar. Asla Fikirtepe’de falan oturmuyorlar.
Biz onlara en yakın dört kadın yoldaş gidip ev işlerine yardım etmeye başladık. Sonra bir arkadaşımız daha eklendi bu ekibe. Ara ara eve temizlik yapmaya gitmeye başladık. Sonra içimizden birisi evin yemeklerini yapmaya başladı. Onlara o dönem yardım etmeye başladık. Sonra çocukları oldu ama Serkan’a bu işleyiş çok mantıklı geldi.
“Bu kızlar hiç sorgulamadan evde işlere yardım ediyorlar” diye düşündü ve “kız kardeşler” diye dört kişilik minik bir hizmetçilik örgütü yarattı.
İçimizden birisi bir hata yaparsa, hepimiz bundan sorumluyuz. Biri yemeği mi yaktı, hepimiz sorumluyuz.
Sürekli olarak da “Siz zaten devrimci değilsiniz. Zaten hiçbir şey bilmiyorsunuz. Ancak bu işe yararsınız” gibi hakaretler duyuyoruz. Artık bizim devrimciliğimiz falan kalmadı. Bizim olayımız orada bitti.
Ben daha yakın olduğum için sıyırabiliyordum. Kafeye, derneğe propaganda yapmaya diye çıkıp gidebiliyordum. Ama diğerleri benim kadar şanslı değildi.
Mesela Serkan oturur müziğini açar, birasını içerken; biz onun yanında durmak zorundaydık. Bir oturuşta 10 tane bira içerdi. O 10 birayı içerken sen gözünü kapatamazsın, uyuklayamazsın.
Biz kız kardeşler grubundakiler de iki kişi ev işlerini yaparken diğerleri kafede inisiyatif alırdı.
Kafeyi sabah 7’de açıyorsun. 16 saat kafede çalışıyorsun. Günün bitiyor, bir şey yapmaya ne vaktin ne enerjin var. Eve geliyorsun ve Serkan’ın içki masasında ona eşlik ediyorsun. O gün de onun canı sıkıldıysa bunun hıncı senden çıkartılıyor.
Bir de arada baş vurduğu şöyle bir yöntemi vardı: kızar, kızar, kızar sonra “siz bu örgütün devam ettiricilerisiniz, siz bu örgüte en çok emek verenlersiniz” derdi. Yapardı, ederdi sonra bir şekilde gönlümüzü alırdı. Ama genelde gece yatağa hiç mutlu girmezdik. Hep ağlayarak girerdik.
Metinde yazdığımız gibi sabahın 4’ünde soğuk suyla uyandırılabilirsin. Hiçbir şey yapmadan, ne olduğunu bilmeden… Kız kardeşlerden birisi bir şey yapmıştır. O yaptığı da mesela örgütlenmeden önceki bir arkadaşıyla bir yerde oturup sohbet etmiştir ya da ona söylemeden ailesinin evine gitmiştir. Kafede tostu yakmıştır; Çiğdem de ona kızmıştır. O da “çok yoğundum, görmemişim” demiştir. Çiğdem’e cevap verdiği için o ve diğer kız kardeşler sabahın 4’ünde soğuk suyla uyandırılabilir. İlla senin bir şey yapman gerekmez, ne olduğunu bile bilmeden işkencelere maruz kalırsın.
Serkan biz dördümüzü ezerken, erkek yoldaşlar da buna hep şahit oldu. Kimse bir şey yapmadı, yapamadı.
O arkadaşlar da şimdi özeleştiri veriyor. Onlar da “Serkanlaşıyorduk, Serkancıktık” diyorlar. “Biraz da size kızıyorduk. Sizin çok lüks bir hayat yaşadığınızı düşünüyorduk” diyorlar. Çünkü biz de Serkan ve Çiğdem’le yaşıyorduk.
Serkan dediğim gibi örgüt evinde kalmıyor. Yediği yemek, içtiği içecek, kaldığı ev, yattığı yatak çok farklı. Diğerlerinin standartları çok farklı. Ama bilmiyorlar ki o evde zindandasın, işkence görüyorsun. Uyukladığın için dayak yiyorsun.
Diğer arkadaşlar da bilmiyordu tabii. Biz de anlatamıyorduk. Ne anlatacaksın ki. Serkan gecenin bir yarısı bize sinirlendi halının her yerine yağ döktü. Sonra “Bunu temizleyin ama Çiğdem uyanmayacak. Uyanırsa hepinizi döverim” dedi. Bunu mu anlatacağız erkek yoldaşlarımıza. Anlatmaya da utanıyorduk.
Erkek yoldaşlar da genelde “Siz bir şey yapmışsınızdır. Adamı sinirlendirmişsinizdir” diyorlardı.
Ayrılma süreciniz nasıl oldu?
Serkan’a bir eleştiri yaptım. Yurtdışından anarşist yoldaşlar gelmişti. İngilizcesi yok, bir arkadaş çeviri yapıyor. Yoldaşlığı anlatıyor güya.
Ertesi gün bir tartışma oldu. Yine biz kız kardeşleri bir odaya çekti. Yine kızdı, saydı, bağırdı. Küfürler eşliğinde “Burası benim örgütüm. Ben bu örgütte yoldaşlığımı kaldırdım” dedi. Bağırması bittikten sonra yine gönlümüzü alma yöntemini uyguladı. Diğer arkadaşlar uzaklaşınca bir şey konuşmak istediğimi söyledim. “Geçen gün anarşist yoldaşlar gelmişti, onlara yoldaşlığı anlatıyordun. Bugün ben yoldaşlığı kaldırdım diyorsun” dedim.
“Sürekli 10 yıllık anarşistim diyorsun. Anarşizm 3 yıllıkla, 5 yıllıkla, 15 yıllıkla olan bir şey değil. Sen anarşist değilsin” dedim. Serkan’a kimse böyle bir eleştiri yapamaz.
Çok şaşırdı, hiç beklemiyordu. En yakınındaki kişi ona “anarşist değilsin” diyor. Serkan’a “sen anarşist değilsin” diyemezsin. Senin öyle bir kudretin yok. O kudret sadece onda saklı. Artık burama kadar gelmişti. “Ben ayrılmak istiyorum” dedim.
O dönem insanlara propaganda yapamıyordum zaten artık. İnsanları örgütleyemiyordum. O kadar ezber anlatıyordum ve anlattığım şeye inanmıyordum. Anlattığım şeyin hiçbir gerçekliği yoktu.
Kız kardeşim örgütlenmek istedi. Ben kız kardeşimin gelmesini kesin surette reddettim. Hatta yakın olduğum yoldaşlardan birine “ben kardeşimi niye buraya örgütleyeyim” dedim. Öyle bir dönemdeydim yani.
“Ben yaptığım propagandaya inanmıyorum. Ayrılacağım” dedim. “Ayrılmayacaksın” dedi. “Ayrılacağım”, “ayrılmayacaksın” bu şekilde tartışırken ağlamaya başladı. Onu da çok iyi yapar. Ağlar, kendini acındırır. “Tamam ayrılmayacağım” dedim.
“Benim psikolojik sorunlarım var. Alkol sorunum var” falan demeye başladı. O gün alkol falan da yok ortamda. Buna sığınıyor adam. Alkol sorunum var diyerek insanlara şiddet uyguluyor. Ama bunu alkollü değilken de yapıyor. Sürekli yapıyor.
“Tamam gitmiyorum” dedim ve konuyu kapattık ama kafamda şu canlanıyor: “Serkan benden bunun hesabını soracak.” Onun anarşistliğini sorguladım, onu eleştirdim ya bunun hesabını benden soracak biliyorum. Aradan iki gün geçti. Birisine kızıyor yine. Hiç konuyla alakam yokken bana döndü, “senden de geçen günkü olayın hesabını soracağım” dedi. Artık o günden sonra orada kalmamam lazımdı.
O zaman örgütten bir yoldaşla ilişkim vardı. Örgütte ilişki yasak ama sonuçlarına katlanmak şartıyla delinebilen bir yasak. Serkan her gün bu konuyla ilgili günah yazar ve hiç görüşemezsin. Birini seviyorsun ama sadece bakışlarınla sevebiliyorsun. İki dakika kenarda bir şey konuşmak bile zordur. Kolektifin içinde olmak gerekir. Gizli gizli telefonlaşabiliyorduk sadece.
“Seni 3 gün Taksim’deki kafeye koyacağım. Onu da 4 gün boyunca Kadıköy’deki kafeye koyacağım. Asla birbirinizi göremeyeceksiniz” dedi. “Tamam” dedim, buna da razıyız; neticede ilişkimizi kabul etti. Kabul etti ama o dönem onların evinde kalmıyordum ve mesela gece 5’te beni arayıp çağırıyordu. Kız kardeşlere beni eleştirmelerini söylüyordu. Kızlar bana “Niye sevgilin var, niye ilişki yaşıyorsun” diyorlardı. Bunları hep Serkan yaptırıyordu tabii. Çünkü benim ilişkim olduğu için onlar da laf işitiyorlar sürekli.
Kafenin üstünde bir komün evi vardı o dönem. Serkan bir gün oraya çağırdı beni. İnisiyatifleri değiştirdiğini söyledi. “Tamam” dedim. “Başka bir şey söylemeyecek misin” dedi. “Söylemeyeceğim” dedim. Küfür etmeye başladı. İnsanın zayıf noktalarını çok iyi bilir ve oralardan vurur. Benim çok sevdiğimi iyi bildiği ölmüş teyzeme küfür etmeye başladı. “Teyzeme küfür etme” dedim. Anneme, babama küfür etmeye başladı. “Küfür etme” dedim. Daha çok küfür etmeye başladı. “Ben inisiyatife ineceğim. Burada niye duruyorum” dedim. “İnmeyeceksin” dedi. “İneceğim” dedim. Bu sırada alkollü falan da değil.
Elindeki çay bardağını kafasında kırdı. Bizim ne kadar dirayetli olduğumuzu biliyor. Bana vursa umurumda olmaz, Serkan’dan kaç kere dayak yemişim, artık alışmışım. Ama üzerimde bir psikolojik şiddet oluşturmak için kendisine vurdu. Dökülen kanını da üzerime akıttı.
Yakında bir hastane vardı. Hastaneye gitmek için kapıdan çıkarken bana “sen şimdi kaçar gidersin” dedi. Kaçmamam için üzerimde psikolojik bir baskı kurmak için bunu söyledi. “Gidersen korkaksındır” demeye getirdi yani. Bir karşılık vermedim.
O hastaneye gitmek için ayrıldıktan sonra yanıma hiçbir şey almadan, alamadan, hiçbir arkadaşıma veda bile edemeden koşarak kaçmaya başladım. O kadar uzun süre orada kalan biri olarak çok acı. Daha sonra ayrılan, bugün görüştüğüm arkadaşlar “senin gidişin gibi gidiş olmadı” diyorlar. Kaçmam lazımdı, başka türlü kurtulamayacaktım. Serkan beni bırakmayacaktı. Sonrasında çok aradı. Kısa bir süre sonra telefon numaramı değiştirdim.
Bu kısma gelince ifşa için neden bu kadar beklenildiğini de daha iyi anlatabilirim. Bu olaylar olduğunda yani ben örgütten ayrıldığımda 2016 yılıydı ve o dönem benden önce ayrılan kimse de yoktu. Dayanışma içinde olabileceğim, sırtımı dayayabileceğim kimse yok. Eve de dönmek istemedim. Çok üzmüştüm ailemi. Onlardan bir şey talep etmek istemedim.
O süreçte benim erkek arkadaşım da örgütten ayrıldı. Serkan arkamızdan ilişkileri var diye ayrıldılar demiş. Benim aileme, ölmüş teyzeme bile küfürler ettiğini, şiddet uyguladığını falan söylememiş tabii. Sevgili olup, kaçtılar demiş. Yine herkesi manipüle etmiş. Bu yüzden o dönem kimse benimle ilişki kurmadı. O yüzden örgütten kim ayrılırsa ona ulaşmaya çalıştım.
Düşünsenize cebinde 5 kuruş yok, mücadele için üniversiteyi okumamışsın, hiçbir şeyin yok, hiçbir gelirin yok ya. Sıfırdan başlıyorsun.
Hep bu anı, bu günleri bekledim. Aslında kafamda hep bunları anlatan bir kitap yazmak vardı. Ama böyle bir durum oluştu, bu şekilde gerçekleşti.
Örgütten ayrılmış birçok insan şu an kendi hayatlarını kurma çabasında. Önce bir kendimizi kurtaralım sonra bu ifşa meselesiyle ilgilenelim diyorduk.
Ama bekleyecek daha fazla gücüm kalmadı benim. Çünkü görüyorum hâlâ gencecik insanlar örgütleniyorlar oraya. Daha fazla insanın hayatı kararmasın. Daha fazla insan bizim yaşadıklarımızı yaşamasın.
Elimden bu gelir. Bir özeleştiri vermek gelir bir de, bunu yapmak gelir. Orada bulunurken bir şeylere müdahale edemediğim için özeleştiri veriyorum zaten.
Benim ayrılmamdan 2 sene kadar sonra çok kadro ayrıldı. Şimdi benim olduğum zamanlarda ilişki diye tabir ettiğimiz liseliler kadro olmuşlar. Benim dönemimin kadrolarından çok az kişi kaldı.
Bizim ifşa metnini yayımladığımız günün akşamı bir açıklama yayımladılar. Biz bunları aştık diye. Hâlâ olduğuna eminim.
İfşa metninde öğrenci burslarıyla öğrenim kredilerini gruba teslim edenlerden bahsediyorsunuz. Öğrenim kredilerini veren arkadaşlarınızın şimdi borçlu duruma düştüğünden bahsediyorsunuz. Başka maddi olarak bu şekilde borçlandırılan, kredi borçlusu durumuna düşürülen veya parası alınan insanlar var mıydı?
İyi geliri olan bir bilgisayar mühendisi vardı. Onu örgütte tutmalarının tek nedeni ondan finansman sağlamalarıydı. O zaman 40-45 yaşlarındaydı. Adamın kredi kartı örgütün elindeydi ama örgüt için değil Serkan’ların kişisel ihtiyaçları için kullanılırdı. Kasa kasa biralar, Çiğdem Hanım’ın bonfilesi, Serkan Bey’in pirzolası, çeşit çeşit ayakkabıları, en lüks markalardan kıyafetleri… Hiç anarşizme yakışmayan şeyler.
Adamın Göztepe’deki evine çöküldü. Serkan adama “Sen çok örgütün dışında kalıyorsun, biraz örgüt evlerinde kalsana. Hem sana da iyi gelir, yeni yoldaşlara propaganda yaparsın” diyordu. Adam da biraz istiyordu benim de mücadeleye katkım olsun diye düşünüyordu. Adam gençlerle dernekte, örgüt evlerinde kalmaya başladı. Göztepe’deki eve Serkan’la Çiğdem yerleştiler. Akıl tutulması tamamen bunlar.
Onun dışında finansal sömürü çok fazla. Öğrencilerin iki kuruşuna göz dikiyorlar. Cebimizde 5 lira olmazdı. Sadece olursa bozuk paralar…
Kafeden de istediğini alamıyorsun. Ortak kasa diyor ama öyle bir şey yok. Akbil parası almak bile inanılmaz zordu.
En pis yöntemlerle liseli çocuklardan para isteniyordu. “Annene botum çalındı diyeceksin para isteyeceksin. Harçlığını buraya vereceksin” gibi laflarla liselilerden para isteniyordu. Gelenlerden sürekli para isteniyordu.
Örgüt içinden ilişki yasak, dışarıdan ilişki de yasak mıydı?
Dışarıdan tabii yasak. Onun yaptırımı daha da fazla.
İçeriden de yasak, dışarıdan da yasak. Anarşistler hiç evlenmeyecek mi?
Biz devrimle nişanlı, ölümle nikâhlıydık. “Böyle şeylerle uğraşma, bunlar boş işler, böyle bir şeyin olamaz.”
Devrimcilik tamamen aşkla yapılan bir şey değil mi? Kalple yapılan bir şey değil mi? Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Bu zihinsel bir şey değil kalple ilgili bir şey. Ama insanlardan kalbini kullanmamasını istiyorsun. O zaman robotlaşıyorsun, motamo propaganda yapan birisi oluyorsun, inancını kaybediyorsun.
Bu grup devrimci heyecanı olan gençleri, bir şeyler yapmak isteyen genç insanları alıp, öğütüp sadece geçinme derdi olan ve para için her türlü pisliği yapabilecek insanlar haline getiriyor. Onların çok karşı çıktığı sistemin aslında çok isteyeceği bir yer burası.
Buradan ayrılanlar arasında siyasi bir faaliyet içinde olmak isteyen bir insan bile tanımıyorum. Herkesin heyecanını, her şeyi alıyor. Hiçbirimiz mücadele içinde olmak istemiyoruz. Bizden mücadeleyi, mücadeleden de bizi çaldılar.
Bu yaptığımız bu anlamda çok büyük olay aslında. Hâlâ içimizde mücadele inancı kaldığının göstergesi olduğunu düşünüyorum.
İfşa metninde yurtdışından gelen paralardan bahsediyorsunuz. Bunlarla ilgili bildikleriniz nedir?
Yurtdışındaki anarşist oluşumları manipüle ederek paralar alındığını duyduk. Zaten bunları Serkan çok özel tutardı. Bunlardan ben dahil kimsenin haberi olmazdı.
Dönem dönem yurtdışındaki anarşist gruplardan 2 bin dolar, 3 bin dolar gibi parça parça paralar geldiğini duyardık. Bir seferinde 500 dolar gelmişti de çok az bulunmuştu mesela. Sürekli olarak burada çok yoğun sert bir mücadele içindeymişiz algısı oluşturularak Avrupa’daki çeşitli anarşist organizasyonlardan destek alındığını tahmin ediyoruz, bu yönde duyumları olan arkadaşlar var. Ama dediğim gibi Serkan bunları çok gizli tutardı.
Devrimci Anarşist Federasyonu adıyla bir açıklama yayımlayan aynı grup mu?
Elbette aynı örgüt. DAF, LAF, Anarşist Kadınlar adlı zaten aynı kişilerden oluşan 3 isim kullanılırdı. Bu 3 grubun çatı oluşumu olarak Devrimci Anarşist Federasyonu ilan edildi. Hepsi Serkan liderliğindeki aynı grup.