Türkiye’nin Afrika ve Orta Asya’daki son dönem dış politikasını ve gündemdeki Ukrayna meselesini Robert Bosch Akademisi, Chatham House ve Brookings Enstitüsü Doha merkezinde araştırmacı olarak çalışan Oxford Üniversitesi Tarih bölümü doktora öğrencisi Galip Dalay ile konuştuk.
Röportajın tamamını izlemek için:
“Türkiye Ortadoğu’daki geleneksel siyasetini Afrika’ya taşıyor”
Türkiye, dış politikada Afrika ve Orta Asya’da hangi açılımlar içinde? Mevcut dış politika, geleneksel dış politikadan nasıl farklılıklar içeriyor?
Afrika son dönemlerde ilgi çekmeye başladı ama genele baktığımızda Türkiye dış politikasında fazla tartışılmayan bir bölgeydi. Fakat AK Parti dış politikasının muhtemelen en başarılı olduğu bölge. Rakamlar da diğer veriler de bunu ortaya koyuyor.
Daha önce Türkiye’nin Afrika’da 12-13 büyükelçiliği vardı. Bu 2021 yılında 43’e çıkmış durumda. Afrika ülkelerinin Ankara’daki büyükelçilik sayısı 10’du, bu şimdi 37’ye çıkmış durumda. 2000’lerin başında 5 milyar dolar civarı bir ticaret hacmi vardı, bu rakam şimdi 25 milyar dolar civarında.
Daha önce Afrika politikasını birkaç farklı nokta üzerinden tartışıyorduk. Bu noktalardan biri Türkiye dış politikasının coğrafi ufkunun genişlemesi ve Türkiye’nin uluslararası kurumlarda, bölgesel kurumlarda daha aktif rol almasıydı.
Örneğin 2005 yılında Türkiye Afrika Birliği’nde bir izleyici üyelik statüsü elde etmişti. 2008’de stratejik partnerlik anlaşması imzaladı. Bu, bölgesel kurumlarda aktif rol alınmasının bir yansıması.
İkincisi, Türkiye dış politikasının ticari ufkunun genişlemesi bağlamında değerlendirmeler yapılmıştı.
Buna bir boyut daha eklenmişti. İnsani dış politika söyleminin en güçlü kurulduğu bölgeydi Afrika. Somali bunun en önemli örneğiydi. 2011 yılında Erdoğan Somali’ye gittiğinde, 20 yıl boyunca Afrika dışından oraya giden en önemli devlet lideri olmuştu. THY oraya uçmaya başladığında uzun süreden sonra Afrika dışından ilk uçuşlar olmuştu.
Bu perspektifteki insani yardımlar, kalkınma yardımları Türkiye dış politikasının yeni bir jeopolitik kimlik edinme sürecinin de parçasıydı.
İnsani yardımlar hep geleneksel olarak büyük devletlere, güçlü devletlere atfedilen bir özellikti. Devlet inşası, insani yardımlar, kalkınma yardımları yapan bir Türkiye farklı bir ligde oynamaya başladığını ortaya koyuyordu.
Bu aynı zamanda ulusal çıkarlar elde etmek açısından da etkin bir rol. Mesela Somali üzerinde bunu yine görüyoruz. Türkiye sadece insani yardımlar, kalkınma yardımları, devlet inşası sürecine katkıda bulunmadı, aynı zamanda Somali’de stratejik, ekonomik, jeopolitik imkânlar da elde etti. Mogadişu Limanı’nı bugün bir Türk firması yönetiyor. Mogadişu Havalimanı’nın yönetilmesinde Türkiye çok ciddi bir işlev gördü.
Katar krizi olduğunda Suudi Arabistan, BAE gibi ülkeler Somali’nin de Katar’la ilişkilerini kesmesini istedi fakat Somali’nin Türkiye’yle olan ilişkileri bunu engelledi.
Türkiye’nin Afrika’da insani dış politika, ticaret ve Afrika’nın dünyayla bağlantısında önemli bir kablo olma gibi özellikleri vardı.
Son yıllarda ise Türkiye’nin Afrika’da jeopolitik bir aktör olarak kendisini göstermesine daha fazla şahitlik ediyoruz.
Afrika’da jeopolitik aktör olma dediğimiz, Türkiye’nin Ortadoğu’daki geleneksel siyasetinin Afrika’ya taşınması yani savunma sanayii ve askeri eğitimler üzerinden kurulan ilişkilerin artması.
En önemli örneği Etiyopya. Somali’de de Türkiye’nin yurtdışındaki en geniş askeri eğitim merkezi yer alıyor. Batı Afrika’da pek çok ülkede de askeri iş birliği anlaşmaları, drone satışları ya da başka savunma sanayii araçlarının satışları yapılıyor.
Bunun Türkiye açısından avantajları da var, dezavantajları da. Avantajlara bakarsak, mesela Türkiye Etiyopya’da önemli bir aktör.
“Türkiye’nin Afrika’daki başarısını sağlayan iç savaşların tarafı olarak görülmemesiydi”
Etiyopya’da iç savaş devam ediyor. Böyle gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkiler?
Evet orada da çok ilginç bir konumlanmaya şahit oluyoruz. Türkiye, BAE, İsrail ve İran merkezi hükümete yakın. Buna karşılık Suudi Arabistan, Mısır, Sudan gibi ülkeler muhaliflere yakın bir konumda.
Silah satışlarının Afrika’nın çatışmalar, iç savaşlar yaşadığı bir dönemde yapılıyor olması siyasal, etik, ahlaki birçok tartışmayı da beraberinde getiriyor. Siz hangi ilkelere göre bu drone’ları, silahları satıyorsunuz tartışmaları oluyor ve olmaya da devam edecektir. Neticede iç savaş yaşanan bir ülkeye silah satışları daha dikkatle takip edilecektir.
Yeni dönemde Türkiye için bu tartışmaları daha fazla duyacağız. Bu Türkiye’nin Afrika’daki jeopolitik kimliğinin dönüştüğünü ortaya koyuyor. Daha önce Türkiye bölge için daha çok insani yardımlar, kalkınma yardımları bağlamında konuşulurken, yeni dönemde silah satışları, jeopolitik aktörlüğü üzerinden tartışılacak. Bu sefer Türkiye’nin Afrika’daki çatışma bölgelerinde nerede konumlandığı daha önemli hale gelecek.
Daha önce Türkiye’nin Afrika’da başarılı olmasını sağlayan nedenlerden biri iç savaşların tarafı olarak görülmemesiydi. Mesela Somali’de herkesle konuşabiliyordu. Zaten öyle olduğu için de Türkiye kendisini bir kampa mahkûm etmedi.
Bu savunma sanayii üzerinden ortaya çıkan durum Türkiye’nin savaşlarda taraf olarak görülme sürecini de hızlandıracaktır. Bunun da farklı yansımaları olacak, yeni dönemde epey komplikasyonlar olacağını sanıyorum.
Etiyopya meselesinde ABD’liler Türkiye’den rahatsız olmuş olsa da uzun vadede, Afrika’da Türkiye ve ABD’nin ortak zemin bulma olasılığının yüksek olduğunu düşünüyorum. Çünkü Afrika’da Rusya ve Çin etkilerini arttırdıkça, ABD ve diğer Batılı aktörlerin Türkiye gibi bir ülkeyle çalışma potansiyelinin daha yüksek olacağını düşünüyorum.
En derin krizi Fransa’yla yaşayacağız. Batı Afrika’da Türkiye etkinliğini arttırdıkça Fransa’yla karşı karşıya gelme ihtimali büyüyecektir.
Ama ABD, İngiltere gibi ülkelerle ortak zemin bulma imkânının da artmasını muhtemel görüyorum.
“Türk dış politikasında jeopolitik Avrasyacılık zemin kazanırsa bunun ilk kurbanı ideolojik Avrasyacılar olacaktır”
Orta Asya’ya gelecek olursak, son dönemlerde Türk dünyası fikri Türk dış politikasında söylem olarak olsa da zemin kazanıyor.
Karabağ savaşında Azerbaycan’ın askeri başarısı bu duyguyu daha da kabarttı.
Kazakistan’da ise Türkiye de Türk dünyası üzerinde kurumsallaştırılmaya çalışılan yapılar da bir varlık ortaya koyamadı. Orada Ruslar kendi enstrümanlarıyla meseleyi çözdü.
Türkiye’nin ekonomik, kültürel angajmanları yüksek ama güvenlik anlamında sınırları ve komplikasyonları görüldü.
Orta Asya Rusya’nın jeopolotik mahremi. Rusya buraya bir ulusal güvenlik perspektifiyle bakıyor.
Rusya Suriye’de, Ortadoğu’da, Libya’da bir nüfuz ya da statü projeksiyonuyla hareket ederken; Orta Asya’yı, Kafkasya’yı ulusal güvenlik perspektifiyle değerlendiriyor.
Türkiye’nin Orta Asya’daki jeopolotik aktivizminde bir artış görürse bu Rusya ve Türkiye’yi daha çok karşı karşıya getirecektir.
Benim ısrarla vurguladığım bir nokta var, Türkiye’deki ideolojik Avrasyacıların görmediği bir şey; Türk dış politikasında jeopolitik Avrasyacılık zemin kazanırsa bunun ilk kurbanı ideolojik Avrasyacılar olacaktır.
Çünkü ideolojik Avrasyacılığın tahlilinde şu var: Türkiye’nin yönünü Rusya’ya, Çin’e, Orta Asya’ya döndürmesi.
Yönünü Orta Asya’ya çeviren Türkiye üç aktörü rahatsız edecektir; Rusya, Çin, İran.
İdeolojik Avrasyacıların üç ittifak olarak gördüğü gücü rahatsız edecektir yani.
Evet, bu üç aktörü rahatsız edecektir. Soğuk savaş bittiğinde de Türkiye’nin Avrasya açılımlarına baktığımızda bunların da büyük kısmı Batı’yla iş birliği içinde oldu. Rusya, Çin ve İran’da ise rahatsızlık yarattı. Batı’nın destekleme nedeni ise, ‘buralarda Rusya, Çin, İran etkisini arttıracağına NATO üyesi Türkiye etkisini arttırsın’ bakışıydı.
İdeolojik arka plana götüreceksek Yusuf Akçura bunu Üç Tarz-ı Siyaset’inde ortaya koymuştu.
Türkçülük, Pantürkçülük siyaseti izlenirse buna en büyük direncin oraları etkisi altında tutan Rusya’dan geleceğini, en büyük desteğin ise Rusya’yı rahatsız etmek için Batı’dan geleceğini söylüyordu. Aslında Akçura’nın yaptığı ana tahlil hâlâ yerinde duruyor, çok bir değişiklik olmadı.
Hem Afrika hem Orta Asya değerlendirmelerinizde Türkiye’nin Batı dünyasıyla ortak paydalarının arttığı bir döneme girileceğini düşünüyorsunuz…
Evet, bu biraz jeopolitik kimlikle alakalı. Ortaya çıkan yeni dünya dünün okumalarıyla değerlendirilmemeli. Öbür taraftan ortaya çıkan dünya dünden de azade değil.
Yeni dönemde Çin Afrika’da zemin kazandıkça elbette Türkiye ve Çin arasında belli yerlerde angajman durumu ortaya çıkacaktır ama ben rahatsızlık durumlarının daha belirgin olacağını düşünüyorum.
Bunun da ötesinde son dönemde ortaya çıkan kriz alanları Türkiye ve ABD arasında orta yol bulma imkânlarını arttıran bir işleve sahip.
Afganistan, Kazakistan, Bosna ve bugün Ukrayna, tüm bu örneklerde Türkiye ve ABD masanın aynı tarafında yer alıyor. Geçen birkaç seneyi Türkiye-ABD arasında derinleşen krizler üzerinden okuduk, önümüzdeki dönemi ise krizleri yönetme üzerinden okuyacağız. Son dönem ABD’den gelen sinyaller de buna işaret ediyor.
ABD’nin Doğu Akdeniz’deki Türkiye lehine değişen tutumu, yine ABD’deki Halkbank Davası’nda sürecin dondurulması Türkiye ile ABD arasındaki diyalog kapılarını açan bir mahiyete sahip. Geçtiğimiz birkaç yıldaki başlıklar Türkiye ABD arasındaki krizleri derinleştiriyordu. Yeni ortaya çıkan kriz bağışıkları ise Türkiye ile ABD arasındaki makası kapatan bir mahiyete sahip.
“Rusların Türkiye’nin Ukrayna’daki aktivizmine karşı tahammül sınırı daha az olacaktır”
Rusya’nın Ukrayna’ya olası müdahalesi ve Batı dünyasının ‘etkisiz’ tavrı tartışılıyor. Türkiye’nin de bir arabuluculuk girişimi, Ukrayna ve Rusya devlet başkanlarını bir araya getirmek gibi bir çabası var. Genel olarak Ukrayna meselesini ve Türkiye’nin Ukrayna konusundaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz.
Ukrayna’da Türkiye şöyle hassas bir dengeyi göz etmek zorunda kalacaktır: Anti-Rusya olmadan Pro-Ukrayna olmak zorunda.
Zor ama kurulması gereken denge bu.
Ukrayna eski Sovyet coğrafyası. Rusların Türkiye’nin buradaki aktivizmine karşı tahammül sınırı daha az olacaktır.
Ruslar buradan kaynaklanan rahatsızlıklarını göstermek isterlerse öncelikle bu İdlib, Suriye meselesinde olacaktır.
Öbür taraftan şunu görüyoruz. Ukrayna üzerindeki en aktif üç NATO ülkesi ABD, İngiltere ve Türkiye.
İlginç bir şekilde Avrupa’nın buradaki aktivizmi ikinci planda. Hatta şu tartışma yapılabilir: Avrupa güvenliği için AB ne kadar etkin?
Çünkü Ukrayna aynı zamanda bir Avrupa güvenliği meselesi. Avrupa güvenliği meselesinde AB’nin etkisizleştiği bir durum var.
Türkiye Ukrayna’da da ciddi tehditlerle karşı karşıya ama belli ölçüde imkânlar da var.
Başarılı olur mu olmaz mı o tartışmayı bir yana bırakırsak, Türkiye’nin arabuluculuk teklifi doğru bir teklif. Hem Rusya hem Ukrayna’yla kanalları açık tutma, diplomasiyi harekete geçirmeye çalışma doğru bir strateji olacaktır.
Putin işgal eder mi, ederse sınırlı bir süreç mi olura gelirsek. Putin elde etmek istediklerinin bir kısmını zaten elde etti. Soğuk Savaş sonrası oluşan uluslararası sistemin normatif çatısını delmek istiyordu uzun süredir, bu farklı başlıklarda epey yaşandı. Batılı ülkeler kendilerinin ortaya koyduğu uluslararası sistemin mimarisini anlamsızlaştıran politikalar güttüler.
Dolayısıyla Putin elde etmek istediklerinin bir kısmını elde etti. Ukrayna üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Ukrayna’da ciddi bir kriz olursa Batı kampının bir kısmının çok da bir şey yapma niyetinde olmadığını da göstermiş oldu.
Rusya, Ukrayna’da tam bir işgale girişir mi, bunu kestirmek güç ama Donbass’ta farklı asimetrik stratejiler gütmesi epey olası. Donbass’ı muhtemelen yeni bir Abhazya, yeni bir Osetya sürecine sokacak gibi görünüyor.
2014’te Kırım’a el koymuştu. Donbass’ta Kırım’dan farklı olarak Abhazyalaştırmak gibi bir süreç olursa, Batı’dan çok sert bir tepki gelmeyebilir. Ekonomik yaptırımlar falan olabilir ama Batı Ukrayna’nın umduğu gibi öyle bir durum karşısında Rusya’yı çevreleyecek bir performans gösteremedi şu ana kadar.