ABD’de faaliyet yürüten Uygur diaspora oluşumları Uyghur Human Rights Project ve Campaign for Uyghurs, Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Uyghur Human Rights Project Müdürü ve Dünya Uygur Kongresi İcra Kurulu Başkanı Ömer Kanat ile ABD’deki diaspora faaliyetlerini konuştuk.
“Nobel’e aday olduğumuzu medyadan öğrendik”
Uyghur Human Rights Project (UHRP) ne zaman kuruldu? Faaliyetleri ve amacı nedir?
2004’te Uygur Amerikan Derneği’nin içinde, derneğin bir projesi olarak başladı. 2016’da kâr amacı gütmeyen bağımsız bir insan hakları savunucusu ve araştırma kuruluşu olarak yeniden organize ettik. 2016’dan beri faaliyetlerimizi bağımsız bir kuruluş olarak sürdürüyoruz.
UHRP, Doğu Türkistan’daki Uygurlar ve diğer toplulukların medeni, kültürel, siyasi, sosyal ve ekonomik haklarını savunmak için raporlar yayımlamaktadır. Ayrıca hükümetler, BM, AB gibi kurumlara da raporlar ve öneriler sunmaktadır.
Kurulduğundan beri Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlalleriyle ilgili, İngilizce ve Çince olarak 86 tane tamamen bilimsel içerikli rapor, 400’e yakın basın açıklaması ve brifing yayımladı.
Ayrıca diaspora üyelerinin doğrulanmış kaynakları kullanarak çalışma yapmalarına yardımcı olarak yeni nesil insan hakları savunucularını teşvik ediyoruz.
Kamplardan kurtulup, Çin’den çıkabilmiş kişilerin güvenli bir adres bulma ve uluslararası kamuoyuna tanıklık yapmaları hususunda destekliyoruz.
UHRP bünyesinde akademisyenler, özellikle uluslararası hukuk alanında uzman arkadaşlarımız görev yapıyor. Sosyal medya alanında yine çok yetkin arkadaşlarımız var. Bu sayede faaliyetlerimiz sadece akademik ve siyasi çevrelerde değil kamuoyu nezdinde de geniş yankı buluyor.
Yayımladığımız raporlar tamamen akademik kriterlere göre hazırlandığı için bir süredir pek çok araştırma enstitüsü konuyla ilgili çalışmalarını UHRP’yle birlikte yapıyor.
Gelen en ufak bir bilgi bile çok ince elenip sık dokunan inceleme ve sorgulamalardan geçirilerek doğruluğuna nesnel bir kanaat oluştuktan sonra açıklanıyor.
ABD makamları nezdinde somut ne tür sonuçlara ulaşıldı?
ABD’de kanunlaşan Uygur İnsan Hakları Yasası, Köle İşçiliği Engelleme Yasası gibi düzenlemelerin hem tasarılarının ortaya çıkışında hem de kanunlaşma süreçlerinde çok etkin rol aldık. Bunlar dışında başka yasa tasarıları da var şimdi çalışması süren.
Bu yasaların kongreden geçmesi için lobi faaliyeti yaptık. Bu faaliyetlerde farklı toplumları harekete geçirdik. ABD’deki Müslüman, Hristiyan, Yahudi topluluklarıyla ilişkiler geliştirdik ve onların da bu yasa tasarılarının kanunlaşmasına destek vermesini sağladık.
Yine tasarıların oluşumunda, incelenmesinde, yapılacak değişiklik ya da eklemelerde büyük rolümüz var. Konuyla ilgili hazırlanan tasarılar genelde bize iletilir ve önerilerimiz sorulur. Bu tasarıları inceleyerek detaylı öneriler sunuyoruz.
Ömer Kanat, eski ABD Başkan Yardımcısı Pence ile bir toplantıda.
Nobel’e adaylık süreci nasıl gerçekleşti? Sizin önceden haberiniz var mıydı?
Bizim de öncesinde haberimiz olmadı, sizler gibi medyadan öğrendik. Bize de sürpriz oldu. Hiç tahmin ettiğimiz bir şey de değildi.
Çok memnuniyet duyduk. Bu kadar onur verici bir ödüle adaylık, yaptığımız faaliyetlerin ve elde ettiğimiz sonuçların kamuoyu nezdinde bir onayı oldu.
ABD Temsilciler Meclisi’nin iki üyesi Tom Suozzi ve Chris Smith tarafından ‘Uygur Soykırımı’nın dünya kamuoyuna anlatılmasında etkin faaliyetler yaptığı” gerekçesi sunularak aday gösterildik.
“Trump, Uygur İnsan Hakları Yasası’nı istemeyerek imzaladı”
Türkiye’de Uygur konusuyla ilgili meselenin Çin aleyhinde siyasal propaganda yapmak amaçlı olarak başta ABD olmak üzere batı ülkeleri tarafından kaşındığı yorumu bazı kesimler tarafından çok sık dillendiriliyor. Siz ABD’de faaliyet yürüten bir diaspora temsilcisi olarak bunu dışarıdan yorumlayanlara göre çok daha iyi bilirsiniz; gerçekten ABD’de Uygurlara büyük bir destek var mı? Nedir ABD ve Uygur konusunun ilişkisi.
Böyle şeyler duyunca insan çok üzülüyor. Kim zulmü durdurmak için çalışsa onu alkışlamak gerekir.
Kendileri bir şey yapmıyorlar ama yapanlar için de “şu nedenle yapıyorlar” diye yanlış propagandalar yapıyorlar.
Zannettikleri gibi batılı devletlerden, devlet büyüklerinden, devlet kurumlarından kendiliğinden başlamış bir ilgi yok.
Birkaç etkenin biraraya gelerek oluşturduğu kamuoyu baskısı nasıl ortaya çıktı, onu anlatayım.
Öncelikle ABD’de yaşayan birkaç bin Uygur var. Aynı Türkiye’deki Uygurlar gibi buradaki Uygurlar da 2016 sonrasında orada yaşayan akrabalarına, tanıdıklarına ulaşamaz oldular.
ABD vatandaşı Uygurlar ilgili devlet kurumlarına anneme ulaşamıyorum, kardeşime ulaşamıyorum diye müracaat etmeye başladılar.
Doğu Türkistan’a gitmiş ABD’li akademisyen ve öğrenciler var. Orada akademik faaliyet yürütmüşler, çalışmışlar. Bu insanların orada bulundukları dönemde tanıştıkları, beraber faaliyet yürüttükleri, dostluklar kurdukları Uygur akademisyenler vardı. Aynı şekilde onlar irtibat kuramamaya başladı ve bu durumu dillendirmeye başladılar.
Gazeteciler ve akademisyenler çok kapsamlı araştırmalar yaparak bölgeyle ilgili gerçekleri ortaya çıkartmaya başladılar. Araştırmacıların ortaya çıkarttığı bazı Çin resmî belgeleri ve uluslararası medyanın incelemeleri gerçeklerin ortaya çıkmasını sağladığı için kamuoyu etkisine büyük katkı yaptı.
Kamp mağdurları gelmeye başladı. Kamplardan kurtulup yurtdışına çıkabilmiş genelde başka ülke vatandaşı olan Uygurlardan bu insanlar gelip, uluslararası basına yaşadıklarını anlatan tanıklıklar vermeye başladılar.
Biz diaspora faaliyeti yürüten oluşumlar Çin’in kendi resmî açıklamalarından, Çin belgelerinden, Çin medyasından bu anlatılanlarla paralellik kuran bulgular elde etmeye başladık. Bunları az önce anlattığım gibi kamuoyuna sunduk.
Kamuoyu baskısının doğmasını sağlayan süreç bunların üst üste gelmesiyle ortaya çıktı. Kamuoyu baskısı ise farklı sosyal grupların hassasiyetlerinin hayata geçmesiyle oluştu. Onlardan da kısaca örnekler vereyim.
“Kamuoyu baskısı olmasaydı kongre üyeleri belki de hiç ilgilenmeyecekti”
Bilindiği gibi ABD’de Yahudi toplumu kalabalık ve etkin. Yahudiler Uygurların yaşadıklarıyla, Hitler’in kendi toplumlarına yaptığı soykırım arasında özdeşlikler kurdu ve bu Çin’in yaptıkları ortaya çıkmaya başladıkça kendiliğinden oluştu.
ABD’de yaşayan Müslüman topluluklarının camilerini dolaştık. Oralarda anlattık. Hristiyan inanç gruplarını dolaştık.
Medyayla ilişkiler kurduk, medya kanalıyla anlattık.
Üniversiteleri dolaştık, öğrencilere programlar düzenledik. Mesela ben 21 eyalette 30’dan fazla üniversitede konferans verdim.
Bizim bu etkinliklerimizden sonra üniversitelerde öğrenciler arasında Uygurlara destek toplulukları kurulmaya başladı. Bazı üniversitelerde Uygur öğrenciler arkadaşlarıyla kurdu, bazılarında Tibetli öğrenciler kurdu, bazılarında insan hakları savunucusu ABD’li öğrenciler kurdu.
Bu şekilde yavaş yavaş ortaya çıktı bu kamuoyu etkisi.
Kongre üyeleri, hükümet yetkilileri ortaya çıkan bu kamuoyu baskısı olmasaydı belki de hiç ilgilenmeyecekti bu gündemle. Çünkü kamuoyu baskısı siyasetçileri etkilemeye başladı.
Belki hükümetler buna farklı siyasi menfaatlerin çerçevesinden de bakmış olabilir. Ama esas somut adımların hepsi kamuoyu baskısının ortaya çıkmasından sonra oldu.
Mesela 2020’de bütün bu faaliyetlerin sonucunda, Uygur İnsan Hakları Yasası kongreden 407 oyla geçti. 435 üyeli ABD kongresinden 407 kabul oyu çıktı.
Diyorlar ya “Uygur meselesi ABD hükümetinin işine geldiği için destekleniyor” diye; bu kadar büyük bir destekle geçen tasarıyı Trump onaylamak istemiyordu.
İmzalamak istemiyordu ama kongreden o kadar güçlü bir destekle geçti ki onaylasa da onaylamasa da yasalaşacaktı. O yüzden kendi memnuniyetsizliğini ifade ederek, istemeyerek onayladı.
“Apple, Adidas, Nike köle işçilik engellenmesin diye Çin lehine lobi yaptı”
Diğer önemli kanun Köle İşçiliği Engelleme Yasası… Bunu bütün dünyanın uygulaması gerekiyor. Türkiye’nin de yapması lazım.
Doğu Türkistan’da kurulan kamplara alınan insanlar köle işçi olarak zorla çalıştırılıyor. Pamuk tarlalarında, fabrikalarda hiçbir ücret almaksızın çalıştırılıyorlar. Bunlarla ilgili belgeleri, delilleri sunduk ve bizim de katkımızla Köle İşçiliğini Engelleme Yasa tasarısı ABD kongresine sunuldu.
Bu tasarı köle işçiliğin uygulandığı tespit edilen fabrikalarda üretilmiş ürünler ya da bu şekilde elde edildiği tespit edilen pamuk gibi hammaddelerin ABD’ye ithalatının engellenmesini içeriyordu.
Aslına baktığınızda bu ABD sermaye çevreleri açısından zarar edecekleri bir şey. Sıfır işçi maliyetiyle elde edilen çok daha uygun fiyata alacakları malları ithal edemeyecekler.
Zaten bu nedenle de pek çok büyük şirket bu tasarının yasalaşmasını engellemek için seferber oldu. Apple, Adidas, Nike gibi köle işçiliğinden yarar sağlayan pek çok büyük şirket tasarının geçmemesi için Çin lehine lobi faaliyeti yaptı.
Tabii Çin şirketleri ve Çin devleti çok büyük paralar dökerek bu tasarının geçmesini engellemeye çalıştı.
Tüm engelleme girişimlerine rağmen bu tasarı da büyük bir destekle kongreden geçti. Çünkü bu tasarının tartışmaları sırasında da ABD’de infial uyandıracak bazı gelişmeler oldu.
Bunlardan biri, peruk yapılmak amacıyla getirilmiş 14 ton kadın saçının yakalanmasıydı. Saçların Çin’den geldiği ve kamplara atılmış Uygur kadınlara ait olduğu ortaya çıktı.
Bunun aynısını Hitler Yahudilere yaptı. Özellikle Yahudi çevreleri bunun çok üzerine gitti.
Bir başka infial uyandıran şey, Doğu Türkistan’daki pamuk tarlalarında çocuklar da dahil Uygurların çalıştırıldığının video görüntüleri de dahil tüm boyutlarıyla ortaya çıkması oldu.
Bu da ABD’de siyahilerin plantasyonlarda zorla çalıştırılmasını hatırlattı. ABD kamuoyunda çok büyük bir tepki topladı.
“Bolton, Trump’ın ‘kampları inşa etmeye devam et’ dediğini yazdı”
Başta ABD olmak üzere Batı’nın, 2016’da Çin’in toplama kamplarını açmasıyla başlayan süreç karşısındaki tutumunu yeterli görüyor musunuz? Batı eğer isteseydi bu süreci bitirebilir miydi?
“ABD engelleyebilir miydi” sorusunu yanıt vermek için önce şunları göz önünde bulundurmalıyız.
Dünya böyle bir şeyden haberdar mıydı ve dünya böyle bir şey olabileceğine ihtimal veriyor muydu?
21.yüzyılda böyle bir soykırımın vuku bulabileceği kimsenin havsalasında yoktu.
İki örnek aktarayım biri kendi anım, diğeri de Trump’ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan John Bolton’un kitabında anlattığı bir anısı.
2018 Şubat ayında, Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa ile birlikte ikimiz ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüştük. Toplama kamplarıyla ilgili ortaya çıkarabildiğimiz o dönemki ilk büyük çaplı bulguları anlatmak için gitmiştik. Toplama kamplarına alınanların sayısının yüz binlerle ifade edilecek seviyeye ulaştığını biliyorduk ama abarttığımızı düşünürler diye “on binlerce insan tutuklanıyor” dedik.
Bunun üzerine dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı’nın tüm dünyanın tanıdığı en üst düzey yetkililerinden biri, “Bu şekilde mübalağa ederseniz inandırıcılığınızı kaybedersiniz. ‘Yüzlerce insan tutuklanmıştır’ derseniz inandırıcı olur ama on binlerce derseniz bugüne kadar kamuoyunda hep güvenilir bulunmuş kurumunuza zarar verirsiniz” dedi. Çok üzülerek çıkmıştık.
Dolkun İsa ve Ömer Kanat
Yaklaşık 4 ay sonra 2018 Temmuz’da yeni bulgularımızı sunmak için ABD Dışişleri Bakanlığı’na ikinci kez görüşmeye gittik.
Aynı yetkili, bu görüşmemizde “biz de kendi kaynaklarımızdan araştırma yaptık ve sizin dediğinizden de fazla yüz binlerce insanın tutuklandığını öğrendik” dedi.
Bolton görevden ayrıldıktan sonra yazdığı kitabında, Trump’ın 2019 yılında Osaka’daki G20 zirvesi sırasında Şi Cinping ile yaptığı görüşmeyi anlatmıştı.
Şi, Trump’a aşırıcılığa karşı yeniden eğitim kampları kurduğunu söylüyor; Bolton, Trump’ın yanıtını “Tercümanımıza göre, Trump, Şi’nin kampları inşa etmeye devam etmesi gerektiğini söyledi, ki tam olarak doğru olduğunu düşündüğü şey buydu” diye yazıyor.