Ana SayfaÖZEL HABERRÖPORTAJ | “Sıradan vatandaşlar MGK’nın dahi tespit edemediğini öngöremediler diye cezalandırılmasınlar diyoruz”

RÖPORTAJ | “Sıradan vatandaşlar MGK’nın dahi tespit edemediğini öngöremediler diye cezalandırılmasınlar diyoruz”

DEVA Partisi, 15 Temmuz'dan sonra KHK'larla kamu görevlerinden ihraç edilenler arasında suçsuz olanların mağduriyetini gidermeyi vaat eden 18 maddelik planını kamuoyu ile paylaştı. 90 günlük eylem planının ayrıntılarını, gelen eleştirileri ve ‘KHK’lılar’ meselesini DEVA Partisi İnsan Hakları Politikaları Başkanı İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu ile konuştuk.

İlk olarak “KHK’lı’ kavramının ne olduğunu açıklayarak başlayalım. Kamuoyunda yaygın bir yanlış anlayış var. Bu yanlış anlayış, KHK’lı kişilerin tamamının “FETÖ’cü” olduğu, terör örgütüne üye olmaktan dolayı işlerinden atıldığı yönünde. 2016’dan sonra hayatımıza giren ve sıkça duyduğumuz “KHK’lı” kavramı nedir? Hukuken ne anlama gelmektedir?

Bilindiği gibi, 20 Temmuz 2016’da OHAL ilan edilmesinin ardından ilk defa 26 Temmuz 2016’da çıkarılan OHAL KHK’ları Anayasa’nın mülga 121. Maddesine dayanmaktadır. Şimdi de 119. maddede benzer bir düzenleme vardır. Her iki düzenlemede de esas olan, belli durumların ortaya çıkması halinde acil karar alabilmektir. Anayasa’da öngörülen bu yetki, OHAL ilanına bağlı olarak ve olağanüstü halin gerekli kıldığı konularla sınırlı olarak düzenlenmiştir. Buradan yola çıkıldığında, KHK’lı olmak, 2016 yılında darbe teşebbüsü sonrasında ilan edilen OHAL’e bağlı olarak çıkarılan KHK’lar ile kamu görevinden çıkarılmış olmayı ifade etmektedir. Bu kavramı KHK’lara ekli listelerle görevlerinden ihraç edilen kişiler yanında KHK’ların verdiği yetkiyle kurum ve kuruluşlar tarafından görevlerine son verilen kişileri kapsayacak şekilde tanımlamak mümkündür.

KHK’lı olarak tanımladığımız ve sayıları 130 bini bulan bu kişiler; haklarında herhangi bir mahkeme süreci işletilmeden, savunmaları alınmadan, haklarındaki iddialardan dahi habersiz bir şekilde görevlerinden çıkarıldılar. Yalnızca görevlerinden çıkarılmadılar; aileleriyle birlikte ekonomik ve sosyal hayattan dışlandılar, ‘terörist’ ithamlarına maruz kaldılar, sosyal yardımlardan mahrum bırakıldılar, kendi işlerini yapma konusunda dahi türlü engellerle karşı karşıya bırakıldılar…

Kamuoyundaki yaygın anlayışın aksine, görevlerinden çıkarılan bu kişiler için terör örgütü üyesi olduklarına dair bir tespit yapılmadı, doğrudan böyle bir iddiada da bulunulmadı. Kişiler, yeterli araştırma yapılmadan çok çeşitli şekillerde bu listelere dahil edildiler ve “irtibat-iltisak” kavramları ile bu süreç meşrulaştırılmaya çalışıldı. Esasında, Venedik Komisyonu sürecin başında, bu kavramlarla ilgili olarak “her türlü bağlantının kamu görevinden çıkarılmayla sonuçlanmasına imkân tanıyan ve asgari düzeyde de olsa güvence sağlamayan bir nitelikte” olduklarını belirtmişti. Bugün gelinen noktanın tam olarak bu olduğunu söyleyebiliriz.

Darbe teşebbüsünün ortaya çıkardığı tehditle mücadele etme amacıyla çıkarılması gereken KHK’lara çok sayıda kişi dahil edildi. Bu kişiler arasında FETÖ’nün niteliğini bilen ve bu kapsamda suç işleyen kişiler olduğu gibi darbe teşebbüsünden çok önce bu yapıyla yalnızca dini ya da sosyal amaçlarla ilişki kuran kişiler de yer aldı. Barış Akademisyenleri de, KESK ve bağlı sendika üyeleri de yer aldı. Dolayısıyla, KHK’lı kavramı içerisinde suç işleyen, kamu görevine haksız bir şekilde giren ya da bu görevin gerektirdiği sadakat yükümlülüğüne aykırı davranan kişiler olduğu gibi; hem ceza hukuku hem de idare hukuku anlamında herhangi bir hukuka aykırı eylemi olmayan, yasal eylemleri dolayısıyla ömür boyu mesleklerinden çıkarılan ve sivil ölüme terk edilen insanların olduğunun altını çizmek gerekmektedir.

KHK ile işlerine son verilen kişiler hakkında bu kararlar nasıl alındı? Neye göre, neye dayandırılarak insanlar KHK listelerine sokuldu?

OHAL sürecinde, kamu görevinden çıkarılacak kişilerin belirlenmesinde irtibat ve iltisak kriterleri esas alındı. Ancak bu kavramlar, hukukumuzda yeri olmayan kavramlardır ve kapsamlarının belirsiz olması dolayısıyla sınırsız keyfiliğe elverişlidir. Kamuoyuna da yansıdığı gibi, listelerin hazırlanmasında sendika üyeliği, bankaya para yatırma, bazı dernekler üyelik ya da bağışta bulunma, gazete ve dergi aboneliği gibi eylemler yanında kurum kanaati ya da tanık ifadeleri de dayanak teşkil etmiştir. Barış Akademisyenleri için Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü kapsamında gördüğü bildiriye imza atmış olmanın da bir ihraç gerekçesi olduğunu eklemek gerekir. Bunun dışında, hangi gerekçeyle ihraç edildiğini bilmeyen kişiler dahi bulunmaktadır.

Esasında sorun tam da bu sürecin somut bir gerekçeye dayanmamasından kaynaklanmaktadır. İhraç kararlarının bir mahkeme sürecine dayanmaması, kişilerin haklarındaki iddiaları öğrenememesi ve bunlara karşı kendisini savunamaması sürecin keyfi bir şekilde sürdürülmesine yol açmıştır. Örneğin, darbe teşebbüsünün hemen ardından askerlerin ve emniyet mensuplarının ihraç edildiği kanun hükmünde kararnameler bir tarafa bırakılırsa, kapsamlı ilk ihraç kararnamesi darbe teşebbüsünden yaklaşık bir buçuk ay kadar sonra 1 Eylül 2016 tarihinde yayımlanmıştır. 672 sayılı bu KHK ile çoğu öğretmen 42 binden fazla kişinin kamu görevine son verilmiştir. Bu sayı, toplam ihraç kararlarının neredeyse üçte birine tekabül etmektedir. Bir buçuk ay içerisinde bu kadar fazla kişi hakkında karar alınmış olması dahi kararların yeterli araştırma yapılmadan alındığını göstermeye yetiyor. 

KHK mağduriyetleri ile ilgili ilk olarak bir OHAL komisyonu kuruldu. KHK mağdurları, bu uygulamanın kendilerinin hukuken haklarını aramalarına engel oluşturduğunu, iktidarın bunu bilinçli olarak yaptığını söylüyor. Sizin OHAL komisyonları ile ilgili gözlem ve düşünceleriniz nelerdir?

OHAL Komisyonu 23 Ocak 2017 tarihinde, OHAL KHK’larından kaynaklanan haksızlıkları ortadan kaldırmak amacıyla kurulmuştur. Ancak OHAL Komisyonu’nun karar alma sürecinde de irtibat ve iltisak kavramları esas alınmaya devam ettiğinden komisyon mağduriyetleri giderme konusunda etkili olamamıştır.

Esasen, böyle bir komisyonun kurulması konusunda Venedik Komisyonu da hükümete tavsiyede bulunmuştur. Ancak Venedik Komisyonu, kurulacak komisyonun bağımsız ve tarafsız olması, tüm vakalara kişiselleştirilmiş bir şekilde yaklaşılmasını mümkün kılması, adil yargılanma hakkı ilkesine uygun olması, kişilere kendilerini savunma imkânı sağlaması gerektiği gibi kriterler ortaya koymuştur. Ancak OHAL Komisyonu, bu standartların çok altında kalmıştır. Komisyon üyelerinin bizzat siyasi iktidar tarafından belirlenmesi, üyeler için güvenceli bir statünün öngörülmemesi, incelemelerin dosya üzerinden sürdürülmesi, kişilerin başvuruda bulunurken haklarındaki iddialar konusunda bilgi sahibi olmaması, dosya sayısı itibariyle iş yükünün çok fazla olması gibi çeşitli sebeplerle OHAL Komisyonu mağduriyetlerin giderilebildiği bir mekanizma olamamıştır. Kaldı ki komisyon tarafından açıklanan güncel faaliyet raporuna göre komisyonun başvuruları ret oranı yaklaşık %87’dir. OHAL Komisyonu’nun kurulmasının üzerinden dört yıl geçti; halen incelemesi devam eden başvurular var. Yapılacak incelemeler sonucunda ret kararı alan kişiler daha yargı yoluna başvuracaklar…

Dolayısıyla, iktidarın hangi bilinçle yaptığı konusunda bir şey söylemek niyet okumak gibi olur; ancak gelinen noktada komisyonun mağduriyetleri giderici olmaktan daha çok ihraçların yargı organları tarafından tartışılmasını geciktirici bir rol oynadığını söylemek mümkündür. Esasen, mevcut veriler de bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

KHK’lılarla ilgili siz DEVA Partisi olarak bir eylem planı açıkladınız. Bu eylem planınızı bize anlatır mısınız? KHK ile oluşan mağduriyetleri nasıl gidermeyi planlıyorsunuz?

Öncelikle bu eylem planının hazırlanma sürecinden biraz bahsetmek isterim. 17 Mayıs 2022 tarihinde açıklamış olduğumuz eylem planı uzun bir zamana yayılan ve bu alanda uzman çok sayıda kişinin de katkısıyla ortaya çıkan kapsamlı bir çalışmadır. Bu çalışmada, ihraçlar, dünyadaki benzer süreçler de dikkate alınarak ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Venedik Komisyonu gibi uluslararası kuruluşların kararları ve raporları ışığında ele alındı. Bu aşamada KHK mağdurlarını dinledik, sivil toplum örgütlerinden kişilerle bir araya geldik, hukukçular ile konunun farklı yönlerini uzun uzun değerlendirdik. Neticede, çok sağlam hukuki temellere dayanan bu rapor ortaya çıktı.

Raporun içeriğinde, ihraç kararlarının belirlenmesinde dayanak teşkil eden irtibat ve iltisak kavramlarının yol açtığı sorunlara, ihraç kararlarına dayanak gösterilen delillerin hukuki niteliklerine, KHK’lar ile görevlerinden çıkarılan kişilerin yaşadıkları mağduriyetlere yer verdik. Çalışmada ayrıca, terör örgütü üyeliği yargılamalarından kaynaklanan mağduriyetler konusunu ele aldık. Sıklıkla ifade ettiğim gibi, Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre, 2016 ilâ 2020 yılları arasında, terör örgütü üyeliği kapsamında başlatılan soruşturma sayısı toplam 1 milyon 576 bin 566’dır. Bugün itibarıyla bu sayı kuvvetle muhtemel 1 milyon 700 bini aşmıştır.

Ceza yargılamalarındaki haksızlıklar çok sayıda kişinin hayatını alt üst etti. Yargılamaların adil yargılanma hakkının gereklerine uygun şekilde sürdürülmemesi, suç kastı olmayan insanların yargılanmasına yol açtı. Ceza hukukunun temel ilkelerinin yok sayılması, FETÖ’nün niteliğini bilerek bu yapıya dahil olan, bu yapıdan aldığı talimatlarla suç işleyen ve darbeye teşebbüs eden gerçek suçlular ile bu yapının siyasi iktidar yanında toplumun önemli bir kesimi tarafından destek gördüğü dönemde eğitim ya da dini faaliyetlerine katılan, bu yapı ile suç işleme kastı olmaksızın ilişki kuran masum insanların aynı kefeye konulmasına yol açtı. Kısaca ifade etmek gerekirse, kurunun yanında çok fazla yaş yandı…

Biz eylem planımızla, her iki konuda da adaleti tesis etmeyi amaçladık.

Eylem planımızda ortaya koyduğumuz gibi, OHAL KHK’ları ile işlerini kaybetmiş ve yargı kararlarıyla suçsuz bulunmuş, kovuşturmaya yer olmadığı ve beraat kararı almış veya haklarında adli bir soruşturma bulunmayan kişilerin görevlerine ivedilikle dönmelerini sağlayacak ve bu kişilerin hak ve itibarlarını iade edeceğiz.

Kamu görevine iade edilen kişilerin isimlerinin yer aldığı OHAL KHK listeleri veya başka listeleri Resmî Gazete’den, haklarındaki kayıtları ise bütün kurum ve kuruluşlarının kayıtlarından sileceğiz.

KHK’ların sosyal hayata ve özel sektöre yansıyan sonuçları ile OHAL KHK’ları ile kapatılan özel kurumlarda çalışan kişilerin özel sektörde çalışmalarının önündeki yasal ve fiili engelleri ortadan kaldıracağız.

Eski kadrolarına atanmaları fiilen ya da hukuken imkansız olanlarla kamu düzeni ve milli güvenliğe ilişkin doğrudan görev ifa eden kurumlar bünyesinde görev yapmış kişilerin mükteseplerine uygun kadro ve dereceleri ile mali özlük haklarını koruyacak şekilde ilgili idarenin uygun göreceği bir göreve başlamasını sağlayacağız.

Öte yandan, terör örgütü üyeliği veya terör örgütüne yardım suçlamasıyla yapılan haksız soruşturma ve kovuşturmalarla sebebiyet verilen mağduriyetleri de ortadan kaldırmayı ve adil yargılanma hakkının gereklerini sağlamayı amaçlıyoruz. Bu kapsamda, suç işleme kastı olmayan, herhangi bir suçu bulunmadığı halde hakkında yakıştırma ve varsayımlarla soruşturma ve kovuşturma yürütülen ya da mahkûmiyet kararı verilen masum kişilerin mağduriyetlerini de gidereceğiz.

En başta da belirttiğim üzere kamuoyunda KHK’lı olmak ile ‘Fetullahçı olmak’, ‘FETÖ’cü olmak’ arasında bir bağ kurulduğu için sizin bu çalışmanıza yönelik de bazı saldırılar oldu. Bu saldırılara, suçlamalara cevabınız nedir?

Bu soruyu cevaplandırmak için öncelikle “Fetullahçı olmak” kavramının altını doldurmak gerekir. Bugünden bakıldığında, bu yapının darbe teşebbüsünden önce de illegal faaliyetler içine girdiğini, mahrem yapılanması tarafından çok ciddi suçlar işlendiğini biliyoruz. Ancak darbe teşebbüsü öncesinde, Fetullah Gülen yapılanmasının, Türkiye’de uzun yıllar sosyal, dini ve eğitim faaliyetleri ile bilinen bir yapı olduğu bir gerçektir. En azından bugün kamu görevinden çıkarılan ya da yargılanan çok sayıda kişinin 15 Temmuz darbe teşebbüsü öncesi bu yapılanmanın gerçek yüzünü bilmediğini kabul etmek gerekir. Zaten Yargıtay da bu yapının başlangıçta dini bir kült olduğunu, daha sonra terör örgütüne dönüştüğünü kararlarında ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesi de, FETÖ’nün yıllarca kendisini başta eğitim olmak üzere topluma yararlı alanlarda faaliyet gösteren dinî bir grup olarak niteleyen ve bu sayede toplumda meşruiyet kazanmaya çalışan bir yapılanması olduğunu, baştan beri illegal bir yapılanma olduğunun herkes tarafından bilinmediğini ve toplumun önemli bir kesiminin -illegal yönünü bilmeden- bu yapının sosyal ve ekonomik alanda gelişerek kurumsallaşmasına ve faaliyetlerine destek olduğunu belirtmiştir.[1] Bu noktada Mayıs 2016 yılına kadar bu yapı hakkında MGK tarafından dahi terör örgütü nitelendirilmesi yapılmadığı ortadadır. Terör örgütü ifadesine, darbe teşebbüsünden kısa zaman önce, 26 Mayıs 2016 tarihli MGK kararında yer verilmiştir. Dolayısıyla, darbe teşebbüsü öncesinde bu yapının illegal yönünü bilmeyen kişileri bir örgüt üyeliği ile itham etmek hakkaniyetli değildir. Bilakis aileleri ile birlikte milyonlara ulaşan insanın maruz bırakıldığı cadı avını gözardı etmek ahlaki değildir.

Kaldı ki böyle bir hukuksuz yaklaşım genel olarak sergilenecek olursa, bugün halen çok önemli görevler icra eden kişilerin dahi görevlerinde olmamaları hatta yargılanmaları gerekirdi. Cumhurbaşkanı 2014 yılında meydanlarda “Ne istediler de vermedik?“ demedi mi? Belediyelerin arsaları parsel parsel bu yapıya servis edilmedi mi? Valiler bu örgütün birçok programını himaye etmedi mi? Örgütün faaliyetleri için her türlü devlet teşviki yapılmadı mı? Açılışlar cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar düzeyinde gerçekleştirilmedi mi? Halihazırda görevde olan sayısız siyasetçi bu yapının değişik kuruluşlarında boy göstermedi mi, mütevelli heyetlerinde yer almadı mı? Fethullah Gülen yapısına yakın olabilmek için birbirleriyle yarışan aktif siyasetçilerin haddi hesabı yok. Bunların hiçbirisinin örgütün illegal faaliyetlerinden haberleri olmayacak ama bu yapının kucağına ittikleri yüzbinler terörist olacak? Bugün Bank Asya’ya para yatırdıkları için terör örgütüne yardım suçundan mahkûmiyet alan insanların örgüte bu saydığım örneklerden daha fazla destek vermiş oldukları aklen iddia edilebilir mi?

Bugün, ayrıntılı bir şekilde ortaya koyduğumuz eylem planımızı okumadan, konu hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmadan saldırıda bulunan kişilerin birçoğunun geçmişte bu yapılanma konusunda çok farklı söylemlerde bulunduğunu görüyoruz. Sosyal medya kullanıcılarının gözünden kaçmıyor bu çelişkiler. Şu anda ceza yargılamalarında sürdürülen genelleyici yaklaşım bu kişilere uygulansa bu kişilerin de ceza alacağını biliyoruz…

Dolayısıyla eylem planımıza saldıran bu kişilerin önemli kısmının kötü niyetli olduklarını ve bu metotlarla geçmişte verdikleri destekleri unutturmaya çalıştıklarını bildiğimizden bizim için bir anlam ifade etmiyorlar. Ancak bazı eleştirilerin, bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyorum. Eylem planımızı okumadan, konunun hukuki boyutlarına hakim olmadan eleştiride bulunanlara eylem planımızı okumalarını tavsiye ediyorum. Zira, eylem planımızı incelediklerinde, darbe teşebbüsü ile ilgisi olan ya da darbe teşebbüsünden önce bu yapının illegal amaçlarını bilerek bu yapıya dahil olan, bu kapsamda somut suçlara karışan, mahrem yapılanma içerisinde olan kişilerin çalışmamız kapsamında yer almadığını; amacımızın yalnızca masum kişilerin yaşadıkları haksızlıklara çözüm bulmak olduğunu görecekler…

Bizim yaklaşımımız; haksızlığa uğrayan kim olursa olsun karşı gelmek ve adaleti herkes için istemek üzerine kuruludur. Suçta ve cezada kanuniliğin, suç ve cezanın şahsiliğinin, adil yargılanma hakkının hukuk devletinin en önemli güvencelerinden olduğuna inanıyoruz. Bu eylem planı da bu inancımızın gereği olarak ortaya koyduğumuz ve yıllar geçtikçe ağırlaşan mağduriyetler bakımından adaleti tesis etmeyi amaçladığımız bir çalışmadır.

Kamuoyunda dillendirilen bir başka eleştiri ise sizin bu planınızın hayata geçmesi halinde KHK ile işinden uzaklaştırılanlar arasındaki ‘suçluların’ da cezasız kalacağına yönelik. Siz bu ayrımı nasıl yapacak, nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Daha önce de ifade ettiğim gibi, biz FETÖ’nün illegal yanını bilerek bu yapı ile ilişki kuran, bu yapı içerisinde bir hiyerarşiye dahil olan ve aldığı talimatlarla suç işleyen kişiler ile bu yapı ile gerçek yüzünden habersiz şekilde ilişki kuran kişilerin birbirinden ayrılması gerektiğine inanıyoruz. Biz, normal vatandaşların MGK’nın dahi tespit edemediği bir durumu öngöremedikleri için cezalandırılmasınlar diyoruz. Biz, herhangi bir suçu olmadığı halde sorgusuz sualsiz görevlerinden çıkarılan, yaklaşık altı yıldır sivil ölüme terk edilmiş kişilerin mağduriyetleri sona ersin diyoruz.

Eylem planımızda da ifade ettiğimiz gibi, cebir ve şiddet kullanacağı bilinci içinde söz konusu örgütün hedefleri doğrultusunda hareket etmek üzere örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine giren, örgütle organik bağ kurarak faaliyetlerine katılıp bir suçun icrasına iştirak eden kişilerin bu fiilleri sebebi ile soruşturulması ve cezalandırılması kaçınılmazdır. Bu kapsamda yer alan kişilerin görevlerine iade edilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir. Dolayısıyla, “suçluların” hem ceza yargılaması anlamında hem de kamu görevine iade anlamında eylem planımızın kapsamında yer almadığının altını çizmek gerekir. Bu ayrım eylem planımızda çok açık bir şekilde ifade edilmektedir.

Eylem planımızda ayrıca, bazı kamu görevleri bakımından idareye takdir yetkisi tanınmasını düzenledik. Bu kapsamda, eski kadrolarına atanmaları fiilen ya da hukuken imkânsız olanlar ile kamu düzeni ve milli güvenliğe ilişkin doğrudan görev ifa eden kurumlar bünyesinde görev yapmış kişilerin, mükteseplerine uygun kadro ve dereceleri ile mali özlük haklarını korumak şartıyla ilgili idarenin uygun göreceği bir göreve başlamasını sağlayacağız. Bu kararlara karşı yargı yolunu açık tutacağız. Ayrıca, belirli şartlarda erken emeklilik tesis edilebilmesini mümkün kılacağız.

Eğer KHK ile yaratılan mağduriyetlere bir çözüm bulunmazsa uzun vadede uluslararası hukuk nezdinde Türkiye ne tür manzaralar ile karşı karşıya kalabilir?

KHK ile yaratılan mağduriyetler her şeyden önce bir adalet sorunudur. Bu mağduriyeti yaşayan insanlar, yaklaşık altı yıldır mesleklerini icra edemedikleri gibi cüzzamlı muamelesi görüyorlar. Yalnızca kamu görevlisi olarak değil, özel sektörde de kendi mesleklerini icra etmeleri engellenmiş halde ve sigorta dökümlerinde yer alan KHK’lı olduklarına ilişkin kodlar dolayısıyla faklı işlerde çalışmaları ve geçimlerini sağlamaları oldukça zorlaştırılmış halde. Kendilerine ya da yakınlarına sağlanan sosyal yardımlar sona erdirildi. Öte yandan KHK’lılar geçmişlerini gizlemek zorunda kalma, sosyal dışlanma, psikolojik sorunlar yaşama gibi ağır travmalara da maruz kalmışlardır. KHK’lıların yalnızca kendileri değil yakınları da işe alınmama ya da atamalarının yapılmaması, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması, pasaportların iptali, burs alamama/ bursa başvuramama gibi hak kayıplarına uğramışlardır.

Ceza yargılamaları bakımından da çok ciddi hak ihlalleri yaşanmaktadır. Terör örgütü üyeliği yargılamalarında suç kastı olmayan kişilerin ağır hapis cezaları ile karşı karşıya bırakılmaları kişilerde ağır travmalara yol açmıştır. Bu kişiler arasında hamile ya da çocuklu kadınlar; ağır hastalar, yaşlılar da bulunmaktadır. Dolayısıyla, yargılamalardaki haksızlıklar bu kişilerin ağır mağduriyetler yaşamasına yol açmıştır. Yaşanılan bu sıkıntıların bazı kişilerin intihar etmesine dahi neden olduğu bilinmektedir.

Dolayısıyla, bu mağduriyetlere bir çözüm bulunması hukuki ve vicdani bir sorumluluktur ve bir çözüm bulunmadığı sürece ülkemizde hukuk devleti ilkesine tekrar yakınlaşmak mümkün olmayacaktır.

Hukuk devleti ilkesinin gereklerine aykırı bir şekilde sürdürülen bu süreçler uluslararası kurum ve kuruluşların kararlarına da yansımıştır ve önümüzdeki dönemde bu kararların artacağını öngörmek hiç zor değil. Bilindiği gibi, iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekliliği dolayısıyla AİHM’den çıkacak kararlar belli bir zaman alıyor; ancak kararların çıkmaya başladığını görüyoruz. Örneğin bir başvuruda AİHM, 2015’teki eylemleri dolayısıyla ceza alan bir kişinin başvurusunda, bu tarihte söz konusu yapının eğitim ve dini faaliyetler yürüten bir topluluk mu yoksa yasadışı bir yapılanma mı olduğunun net olmadığını belirtti.[2] Darbe teşebbüsü sonrasında usuli güvencelere uyulmadan tutuklanan yargı mensuplarının özgürlük ve güvenlik haklarının ihlal edildiğine hükmetti.[3] Karar aşamasında olan ve önümüzdeki süreci etkileyeceği açık olan çok sayıda başvuru bulunuyor AİHM’in önünde.

Venedik Komisyonu, 2017 yılında kapsamlı bir rapor ile kanun hükmündeki kararnamelerin uygulanması aşamasında Anayasa ve uluslararası standartların izin verdiği sınırın aşıldığı eleştirisinde bulunmuştu. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi 2020 yılında, Venedik Komisyonu’na, Olağanüstü Hal İnceleme Komisyonu’nun çalışmaları ve KHK ile mağdur olanların yasal haklarını aramaları konusunda yeni bir mütalaa vermesi için çağrı yapması konusunda bir talepte bulundu. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan açıklamalarda da OHAL sonrasında gerçekleştirilen görevden alma ve gözaltı rakamlarında hukuk standartlarına uyulduğunu söylemenin çok zor olduğu belirtildi. Dolayısıyla, uluslararası kurum ve kuruluşlar Türkiye’de KHK’lıların yaşadıkları sorunları ve haksızlıkları takip etmekteler. Bu kurum ve kuruluşlar genellikle terörle mücadelenin haklılığı ortaya koymakla birlikte, bu mücadelenin hukuk devletinin gereklerine uyularak ve insan haklarına saygı çerçevesinde sürdürülmesi gerektiğine dikkat çektiler.

Bu bakımdan, uluslararası kurum ve kuruluşların ilerleyen günlerde yeni raporlarla ve yargı kararlarıyla KHK’lar konusunu değerlendireceklerini öngörmek mümkün. Yapılacak bu değerlendirmelerde, kamu görevinden çıkarma kararları ve ceza yargılamalarında yapılan haksızlıklar ve OHAL’in üzerinden dört yıl geçmesine rağmen mağduriyetlerin giderilemeyişi de ele alınacaktır. Türkiye, bu kararlardan önce ya da sonra bu sorunlara çözüm bulmadığı ya da kararların gereği yerine getirmediği sürece hukuk devleti ilkesi bakımından daha da gerilere düşecektir.


[1] Anayasa Mahkemesi, 31.10.2019 Tarih ve 2016/14597 sayılı Mustafa Özterzi Başvurusu, RG, 29.01.2020, Sayı 31023

[2] Yasin Özdemir/Türkiye Kararı, B. No. 14606/18, 07.12.2021, para. 40.

[3] Turan ve Diğerleri/ Türkiye, B. No. 75805/16 ve Diğer 426 Başvuru, 23.11.2021.

- Advertisment -