İmamoğlu’na verilen yasak kararı öncesi ve sonrasında hep yanındaydınız. Takip edebildiğim kadarıyla bütün davaları da izlediniz. Bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yanında geçirdiğiniz süreçte neler oldu? Çokça tartışılan Saraçhane mitingi çağrısı gerçekten plansız, programsız mı yapıldı?
Süreci biz en başından beri takip ettik. Galiba 4 mahkemede de orada bulundum ve o süreci başından sonuna kadar takip ettim. Tabii burada söylemek istediğim şu var, önemli: Olayı Cumhurbaşkanlığı meselesine, parti içi meselelere, parti dışı meselelere çekmek, bu durumu hafifletmek olur. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı söz konusu. Dünyanın en büyük kentlerinden birinde iki seçim yaşamış ve ikinci seçimde farkla seçimi almış bir belediye başkanı var. Bu bir dönüm noktasıdır. 31 Mart’ta halkın göstermiş olduğu iradeye, Tayyip Erdoğan’ın yenilebilir duygusuna dikkat çekmek atılmış bir adımdır. Buna karşı en şiddetli tepkinin bütün ilgili kişiler tarafından gösterilmesi gerekir. Hani ne mutlu bize ki bu sürecin başından sonuna kadar bizim de katkılarımızla seçilmiş, herkesin üzerinde mutabık kaldığı ve ciddi bir farkla seçimi kazanmış bir belediye başkanına sahip çıktık, çıkmak zorundayız. Çünkü oyumuza sahip çıkmak zorundayız, irademize sahip çıkmak zorundayız, demokrasiye sahip çıkmak zorundayız.
Ama bu meseleyi alıp cumhurbaşkanlığı için birileri birilerine destek oluyor, diyerek bunu bambaşka mecralara çekmek, bir dedikodu halinde bambaşka yerlerde bunu konuşmak, olayın ehemmiyetini, ne kadar riskli ve önemli bir olay olduğunu unutturuyor bize. Onun için umarım bunu yapanlar bu verdikleri zararın da farkındalardır.
Hâkim değişti. Yahu hâkimi değiştirdiler, istedikleri kararı almayacağını düşündükleri hâkimi alıp yerine başka bir hâkim koydular. Daha ötesi var mı? Hukuk devleti diyoruz: Mesele İmamoğlu meselesi veya başka bir mesele değil, cumhurbaşkanığı meselesi de değil. Onun için bu mecradan, bu pencereden, bu perspektiften bakılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun dışında bakanlar büyük bir yanılgı içindeler. Tarih önünde sorumlulukları olacak. Biz o gün mahkemenin 16’ya ertelendiğini duyunca zaten anladık ki bir şeyler ters gidiyor ve o gün içinde miting karar verildi. Tamamen spontane gelişti.
İYİ Parti ve sizden bahsedelim: Bir dahaki dönem İstanbul il başkanı olmayacaksınız.
8 Ocak’ta kongremiz. İl kongremizde de ben aday olmayacağımı açıkladım. İlan ettim. Kongre olana kadar görevimin başındayım. Ondan sonra da buhar olup uçmayacağız. Herhalde başka bir yük yükleneceğiz. Yükünü alacağımız görevin şekli ve nasıl bir görev olacağı benim açımdan önemli.
O kelimeyi dikkatli kullanmaya çalışıyorum: Çünkü çok klişe bir hale geldi. Siyasetin kendinizce bir manevi tarafı yoksa ve siyaset yapıyorsanız, bu çok zor bir durum. Çok yıpratıcı, ayrıca Türkiye’de çekilecek bir alan değil. Çünkü bugünkü Türkiye’de siyasette iftira var. Bugünkü Türkiye’de siyasette çok ağır bir mücadele var. Çok ağır bir rekabet var. Haksız rekabet var. Bütün bunlara göğüs gerebilmek için çok ciddi ve güçlü bir inancınızın olması lazım.
Dün bir ziyarette sordular bana: “Dört buçuk yıl il başkanlığı yaptınız. Ne var bohçanızda?” Dedim ki, dört buçuk yıldan bana kalan şudur: Siyaset yapacak insanın üç ana kavrama sahip olması lazım, üç ana değere…
Bunlardan bir tanesi sabır ve tahammül. Sabır ve tahammül katsayısının çok yüksek olması lazım. İkincisi çok kuvvetli bir inancınızın olması lazım. Yani ulaşmak istediğiniz hedefe dair, hedefin doğruluğuna dair içinizde çok kuvvetli bir inanç, hatta aşk derecesinde bir tutku olması lazım. Ki bütün karşılaştığınız güçlüklere göğüs gerebilesiniz. Üçüncüsü de duruşunuzun olması lazım. Öngörülebilir olmanız lazım. İnsanlar şunu diyebilmeli: “Ya bu konuyla ilgili bu adamın tavrı muhtemelen bu olur. Çünkü bu öyle bir insan.” Yani duruştan kastım hacıyatmaz gibi her gün bir tarafa eğilerek bükülerek siyaset yapmak değil. Dolayısıyla dört buçuk yılın sonunda bohçama aldığım üç ana kavram bu. Bunların birisi eksikse siyasette muvaffak olmanız çok zor.
Bu önümüzdeki süreçte benim gönlümden geçen şudur. En faydalı olacağım yer nedir? Neresidir? O olsun. Bu vekillik mi olur? Farklı bir görev mi olur veya görevler mi olur? Tabii bunlar hem biraz teşkilatımızın takdiri. Genel başkanımızın ve parti yönetimimizin belirleyeceği görevlerdir. Verimli olamadığımı hissettiğim zaman zaten o yansır. Yani motivasyonumu kaybederim. Kendimi adayamadığım, çok kendimi veremediğim, çok faydalı olamadığım bir görev olursa, faydam olmadığını hissettiğim zaman kendi iç motivasyonum açısından sıkıntım başlar. Tekamüle inanan bir insanım. Yaptım açıklamada da onu söyledim.
İyi Parti’nin Türkiye’de oturduğu taban ve bu tabanın dönüşümü çokça tartışılan bir konu. İyi Parti’nin daha merkez bir parti olması gerektiği üzerinden yapılan tartışmaları siz de okuyorsunuzdur. Şu soru da var: Ülkede bu kadar yolunda gitmeyen iş varken nasıl oluyor da geçmişte merkeze oy vermiş insanların önemli bir bölümü Cumhur İttifakı’nı tercih ediyor? İYİ Parti neden bu kalabalık seçmen kitlesi için hâkim seçenek olamadı, beklendiği ölçüde başarılı olamadı?
Elbette başarılı oldu. Hatta başarısını da devam ettiriyor. Tabii gelgitler oluyor. Yani bu bizim açımızdan da Millet İttifakı açısından da Cumhur İttifakı açısından da o gelgitler gayet doğal, gayet normal. Çünkü Türkiye’deki en büyük seçmen kitlesi kararsız seçmen. Çok ciddi bir rakam. Türkiye’de kendisini kararsız olarak niteleyen kitlenin yüzde 90’ı Cumhur İttifakı’ndan kopan seçmen. Evet. Yani Millet İttifakı’nın kararsız seçmeni yok. Millet İttifakı seçmeni daha net. Yani ne yaptığıyla alakalı veya kime oy vereceği, beklentileriyle ilgili çok daha net. Yapılan anketler veya bizim sahada, sokakta gördüğümüz dalgalanmaların sebebi o kararsız seçmenin gelgitleriyle de biraz alakalı. Yirmi yıldır iktidar olmuş ve cumhurbaşkanı hükümet sistemiyle bütün gücü, yetkileri elinde tutan bir hükümetle mücadele ediyorsunuz. Hatta artık o kadar fazla alan kapattı ki Türkiye’deki en büyük medya kuruluşlarını da kendi güdümüne aldı. Yani orada da kendinizi anlatma, kendinizi ifade etme konusunda çok dezavantajlı bir durumdasınız. Yirmi yıllık iktidarın en ceberut haliyle şu anda mücadele etmek zorundasınız. Hani deniyor ya: “Cumhurbaşkanı adayı olacak kişinin en az yüzde 8-10 puan fark atması lazım.” Çünkü bütün yetkileri, bütün gücü tek başına kullanan, kararları tek başına alabilen bir kişiyle yarışacaksınız ve son düzlükte elbette ki iktidarı elde tutmanın avantajlarını kullanacak. Yani o yüzden “Sekiz / on puan daha avantajlı durumda başlamalı muhalefetinin adayı” yaklaşımı aslında gerçekçi bir yaklaşım. Dünyada uzun yıllar iktidar olmuş, artık otoriterleşmiş herhangi bir rejimle mücadele edecek bir muhalefetin ihtiyaç duyduğu bir fark bu. Yani öyle bir puan, bir buçuk puan, iki puan farkla o yarışa girmek çok büyük bir hata olacaktır. Dolayısıyla o kararsız seçmenin içerisinden ne kadar fazla ikna edebilme gücünüz var? Bu sizin başarınızı belirleyecek.
Ve bunun en büyük alternatifi de İYİ Parti. Yani oradaki hissiyatınız o anlamda çok doğru ve biz de zaten oraya yönelik çalışmalarımızı da çok yoğunlaştırdık. Saha çalışmalarımızı da çok yoğunlaştırdık. Fakat gelgitler oluyor. Bu gelgitler aslında biraz da şundan kaynaklanıyor: Biz kendimizi tanımlarken şu kelimeyi çok kullanıyoruz: Makul. Aslında bununla yaratmak istediğimiz hava, duygu da şu: Biz istikrarlı ve huzurlu bir Türkiye’yi vaat ediyoruz. Uçlarda, marjinalleşmiş korkutucu bir alana sizi iteklemeyeceğiz, sokmayacağız. Kullandığımız dil de yaklaşımlarımız da hiçbir zaman o şekilde olmadı. AK Parti de aslında hep bu alana oynamıştı. Özellikle 2000’li yıllarda duruşu hep buydu. O anlamda da bizi kendisine ciddi şekilde rakip görüyor ve ciddi şekilde endişeleniyor.
Tam bu yüzden yılda iki kere Cumhurbaşkanı tarafından yerli ve milli ilan ediliyoruz ve Cumhur İttifakı’na davet ediliyoruz. Bunun altında yatan tek gerçek var: Onların uyguladığı veya halka vermek istediği güveni bugün verebilecek en güçlü parti İYİ Parti. Makul kelimesini bu yüzden söyledim. Yani vatandaşın huzurunu ve mutluluğunu, vatandaşın güven duyma ihtiyacını tatmin edebilecek bir yapılanma oluşturmaya çalışıyoruz. Tabii gerek oluşturulan algı veya dış politika üzerinden, bir takım suni gündemler yaratarak, duygularla oynayarak, ‘Benden sonrası tufan, ben olmazsam huzursuzluk olur, ben olmazsam sıkıntı olur’ deyip kendine mahkûm etme gibi bir hava oluşturuyorlar. Bu da işte gelgitlere yol açıyor. Bu yüzden bazen İYİ Parti o alanı kapattı deniliyor. Fakat bu bir doğum sancısı gibi, o doğum olacak. O bugün ya da yarın gerçekleşecek. Sandıkta demokratik yollarla halk gerçekleri görecek.
Önceki sorum işte bu iddiayla alakalı zaten. İYİ Parti’nin merkez parti olma iddiası bu kadar güçlüyken merkez seçmeni kendine çekememesinin nedeni nedir? Baktığımızda zaman feci şeyler oluyor ülkede. Neden acaba insanları ikna edemediniz?
En önemli sebeplerinden bir tanesi “benden sonrası çok kötü olacak” duygusu; hakikaten çok yaygın. Bu da bir güvensizlik oluşturuyor. Bu bizi sorumluluğumuzdan kurtarıyor anlamında söylemiyorum. Ne olursa olsun o güveni vermek mecburiyetindeyiz, fakat düşünün: Bütün kurumları tek elde toplamış bir insan bunları böyle bıraktığında her şey birbirine girer diye düşünülüyor. Seçmenin en fazla aradığı şey de işte o istikrar, huzur, güven.
İYİ Parti’nin kadrolarına ve hatta Millet İttifakı’nın tamamına baktığımızda ekonomi olarak, hukuk olarak, eğitim olarak, yani o kadar kaliteli, kendi alanında uzmanlaşmış, bütün bu alanları rahatlıkla toparlayabilecek o kadar zengin bir kadro var ki. Fakat o yaratılan güvensizliği demek ki kıracak daha fazla adım atmamız gerekiyor. Ben bir tarafı suçlayarak zaten bu işten başarılı olarak çıkacağımıza inanmıyorum. Ben sadece yaşadığımız zorluğu anlatıyorum. Oralarda demek ki eksik kalıyoruz yoksa çoktan bu iş bitmişti. Bitmeliydi. Bu kadar ağır ekonomik şartların, bu kadar işte hukukta yargıda yaşanan adaletsizliğin, çarpıklığın, eğitimde yaşanan bu kadar düzensizliğin, dış politikadaki bu kadar savrulmanın olduğu bir ortamda yılda bir kere, iki yılda bir çıkarılan vergi aflarıyla dünyadaki ne kadar kara para varsa Türkiye’ye akın ettiği bir ülkede iktidarın çoktan gitmiş olması lazımdı. Hakikaten bir korku iklimi yaratıldı. O sahte algıyı kamuoyuna yerleştirmekte demek ki muvaffak oluyor. Biz de onu kırmakta yeterince muvaffak olamıyoruz. Oraya biraz daha bizim yüklenmemiz gerekiyor. Yani bu sahtekârlıkla mücadele edebilmeyi becermemiz lazım.
Çok teşekkür ederim. Şimdi biraz Altılı Masa ve İYİ Parti’ye geçmek istiyorum. İyi Parti’nin sanki Altılı Masa’da sürekli sorun çıkartan bir imajı var. Aslında Altılı Masa’da oturmaktan hoşnut olmayan, ama bir şekilde buna tenezzül etmiş de gelmiş gibi bir izlenim var… Öyle mi gerçekten? Yani siz istenmeyen misiniz yoksa Altı Masa’yı mı istemiyorsunuz? Oradaki durum nedir?
Oradaki durum şudur, ispatlanmış bir başarı var. 31 Mart İstanbul seçimleri çok önemli. Biz biraz hafızası zayıf bir toplumuz. 31 Mart`ta neredeyse gerçekleşmesi imkânsız görünen bir değişim oldu Türkiye’de. Yani yirmi yıllık AK Parti iktidarından bahsediyoruz. Yirmi beş yıllık İstanbul AK Parti iktidarı yıkıldı İstanbul’da. Ve bu bir konsensüsle oldu. Bu bir birliktelikle oldu. Biz de onun bir parçası olduk. Zordu ve hatta belki de bilinirlik anlamında biraz tırnak içinde söylüyorum “Marjinal karakterler ile biraz daha bilinirlik durumu olan karakterlerin bir araya gelip birlikte çalışabilme becerisi gösterdiği bir seçimdi” ve bu da beraberinde muvaffakiyeti getirdi. Bu çok kıymetli ve bize ilham verdi. Kime ilham verdi? Bu Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ve Genel Başkanımıza bir ilham verdi. Çünkü somut bir başarı var ortada. Dolayısıyla bunun devam ettirilme arzusu bunun tekrar genel seçimlere de yansıtılma çabası anlaşılabilir. Son derece de mantıklı, denemeye değer ve kıymetli. Farklı partilerin bir araya gelip birçok ortak konuda biz aynı hedefin peşindeyiz demesi gerçekten çok kıymetli.
Dolayısıyla bizim bundan rahatsız olmamız söz konusu olamaz. 31 Mart’ın, yerel seçimlerin aslında bir şekilde kurucusu, dizayn edeni ve yönlendireni, akıl eden kişisi bizim genel başkanımızdır. Bunun fikri olarak kuruluşunu gerçekleştirmiş. 2019`da o stratejinin temellerini atmış ve devamında da bunun genel seçimlere taşınması konusunda da son derece istekli ve arzulu… Bunun kıymetini de Cumhurbaşkanlığına aday değilim diyerek daha da vurgulamıştır. Yani o masada bölünme parçalanma olmaz.
Siz bunu bir fedakârlık gibi anlatıyorsunuz. Tam tersinden yorumlayanlar da oldu.
Şimdi söyleyeyim size. Bana göre Cumhurbaşkanlığı için en doğru kişi Meral Akşener’dir. Cumhurbaşkanı olması gereken Türkiye için en doğru isim, en doğru kişi Meral Akşener. Dolayısıyla o, masaya verdiği önemin de aslında bir ifadesiydi. Birileri buna, ya aslında strateji vesaire diyebilir… Yani farklı bir durum olsaydı bambaşka şeyler söylenecekti. İsteyen istediğini söylesin. Sonuçta biz kendisinin samimiyetini, yüreğini bildiğimiz için çok netiz. O gün Halk TV’ye giderken ben genel başkanımızın yanındaydım. Yani o açıklamayı yaparken ne kadar samimiyetle hareket ettiğinin de bilincindeyim. Yani İYİ Parti “o masanın bozanı, o masada isteksiz bir şekilde oturuyor, masanın yaramaz çocuğu” vs yakıştırmaları hak etmiyor.
Cumhurbaşkanlığı aday adayları tartışması da gündemde. Tartışılan isimler belli aslında. Kılıçdaroğlu, Yavaş ve İmamoğlu… Sizin sahada izlenimleriniz ve kişisel düşünceleriniz nelerdir bu konuda?
Ben Altılı Masa’nın en doğru kararı vereceğine inanıyorum. Evet. Altılı Masa o kararı verirken de birçok dengeyi göz önünde bulunduracaktır. Hani genel başkanımızın hep kazanacak aday vurgusu yaptığını söylüyorlar. Bugün bir seçim olması halinde mevcut cumhurbaşkanıyla yarışacak kişinin anketlerde en fazla fark atan kişi olması da matematiksel olarak son derece doğaldır.
Böyle bir beklentinin olması da doğaldır. Çünkü iktidara karşı mücadele edecek adayın öyle bir iki puan değil sekiz dokuz puan farkla yarışa girmesi son derece faydalı olur ve garantiler sonucu. İsmi geçen herkes orası için benim nezdimde uygundur.