Erken seçim lâfının tedavüle girdiği bir dönemden geçiyoruz Türkiye’de. İktidar kanadında görüntü net; ortaklar arasında hemen her konuda tam bir görüş birliği mevcut. Cumhur İttifakı’nda dışarıya yansıyan bir sorun görünmüyor. Aksine, iki partinin birlikteliği, birbirlerine olan ihtiyaçlarının artmasına paralel olarak her geçen gün derinleşiyor. AK Parti, ne MHP’ye ne de Bahçeli’ye toz konduruyor. MHP ise bütün varlığıyla AK Parti’nin arkasında duruyor. Bahçeli, iktidarın bütün icraatını Erdoğan’dan ve AK Parti’den daha cevval bir şekilde sahiplenen bir performans sergiliyor. Dolayısıyla orada taşlar daha bir yerine oturmuş durumda.
Muhalefet cenahında ise bir belirsizlik var. Cumhur İttifakı’na karşı Millet İttifakı daha bir kırılgan; iktidarın seçime var olan yapısıyla gireceği öngörülebiliyor ama aynısını muhalefet için söylemek zor. Millet İttifakı’nın sürdürülüp sürdürülemeyeceği, muhalefetin tabanını genişletip genişletemeyeceği, ittifak sayılarının artıp artmayacağı, yeni partilerin ortak bir muhalefet ağı içinde yer alıp almayacağı gibi birçok soru cevabını bekliyor o tarafta.
Risk ve imkân
Belirsizlik, siyaset sahasını daraltabilir. Aktörlerin hareket kabiliyetlerini kısıtlayabilir. Seçenekleri ortadan kaldırabilir veya azaltabilir. Yani belirsizlik partiler için risklidir. Lâkin belirsizlik aynı zamanda birçok imkânı da içerir. Misal; bir parti, geleceği az çok belirli kılmaya yönelik bir insiyatif alabilir. Şartların zorunlu kıldığı fiilî birliktelikleri ilkesel bir temele oturtacak bir hamle yapabilir. Potansiyel olarak yanyana durabileceği kesimlerle ilişkileri geliştirebilir. Farklı parti ve grupları ortak paydada buluşturmayı hedefleyen programlar üretebilir. Kesinliğin olmadığı bir vasatta doğru adımları atan bir parti, belirsizliği kendisi için bir fırsata dönüştürebilir.
Velhasıl, ortam kritik; bütün partilere önemli sorumluluklar düşüyor ama muhalefetin yükü daha ağır. Çünkü her bir muhalefet partisi, hem bütün muhalif parti ve tabanları bir arada tutacak, hem de iktidar tabanına seslenecek bir dil tutturmak zorunda. Bu bağlamda, Mithat Sancar’ın bu zorlu süreçte HDP’nin politikalarına yön verecek bir konumda olması, HDP için bir şans yaratıyor.
Sancar, demokrasi, insan hakları ve çatışma çözümü konularında Türkiye’nin saygın, önde gelen akademisyenlerinden biri. Hâlihazırda Türkiye siyasetinde denge kurmak ve dengeli bir siyaset izlemek zor; Sancar’ın uzlaşmayı öne çıkaran tavrı, bu zorlukların aşılmasında HDP’nin işini nisbeten kolaylaştıran bir işlev görebilir. Görebildiğim kadarıyla, Sancar’ın eş başkanlığındaki HDP siyasetinin üç dayanağı var.
Projektörü bütün Türkiye’ye tutmak
Birincisi, Türkiye partisi olma vurgusunun güçlendirilmesidir. Sancar gerek eş başkanlığa seçildiği kongredeki konuşmasında, gerekse TBMM’nin açılışının 100. yılı vesilesiyle gerçekleştirilen özel oturumda yaptığı konuşmada, bu hususun altını özellikle çizdi. Keza daha sonra katıldığı birçok programda da bu kavramı hangi manâda kullandıklarını açıkladı. Sancar’a göre, Türkiye partisi olmanın iki boyutu var.
Boyutlardan biri, tek bir meseleye odaklanmamak ve ülkenin bütün sorunlarına projektör tutmaktır. HDP bir geleneğin içinden geliyor, belli bir geçmişe ve birikime sahip. Elbette, bu gelenek içinde kendisinden önce gelen partilerle bir süreklilik içinde. Ama HDP bu partilerden bir yönüyle de farklı. Fark şurada:
Dönemin koşulları ve ruhundan ötürü HDP’nin seleflerinin bütün yoğunluğu Kürt meselesine hasredilmişti. HDP için de Kürt meselesi temel sorun; buna şüphe yok. Ayrıca çözümü en kapsamlı şekilde talep ettiği ve Kürtlerin desteğini en yüksek oranda aldığı için de, HDP Kürt meselesini temsil eden bir parti sıfatını taşıyor.
Temsil gücünü artırmak
Ancak HDP, salt Kürt meselesini temsil eden bir parti olmakla çözüme varılamayacağı kanaatini taşıyor. Bu sebeple Kürt meselesine Türkiye’nin diğer sorunlarıyla birlikte bakıyor. Ülkenin bütün sorunlarına ilişkin öneriler geliştiriyor, çözümler üretiyor. Ezcümle HDP, Türkiye’nin demokratikleşmesini ve Kürt meselesinin bir hal yoluna konmasını beraber ele alıyor; mesafe almanın ancak bütünsel bir yaklaşımla mümkün olabileceğini düşünüyor.
Türkiyeliliğin diğer boyutu ise, HDP’de herkesin kendisini kendi kimliğiyle temsil edebileceği iddiasıdır. Sancar, bütün kimliklere kapılarının açık olduğunu belirtiyor. Gayelerinin, HDP’yi çeşitli nedenlerle siyasetin dışında tutulan kesimleri siyasal alana taşıyan ve onların kendi adlarına siyaset yapabildiği bir platforma dönüştürmek olduğunu söylüyor. HDP, Türkiyeli kimliğini güçlendirmeyi hem çoğulculuğu sağlayacak, hem de siyaseti kuvvetlendirecek yol olarak görüyor ve buradan ilerlemeyi tasarlıyor.
“PKK’nın uzantısı”
İkincisi, HDP yönetiminin polemikten uzak durmaya çalışmasıdır. Bilhassa muhalefet partileri arasında bir ağız dalaşına girmekten imtina ediliyor. Örneğin, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bir haber kanalında kendisine sorulan “İYİ Parti, HDP'yi nereye konumlandırıyor?” sorusuna “PKK, terör örgütünün yanına konumlandırıyor. Hep bunu söyledik” diye cevap verdi: Akşener’e göre yerel seçimlerde HDP seçmenleri ittifak adaylarına oy vermiş olabilirdi ama Millet İttifakı’nın içinde HDP bulunmuyordu.
HDP yönetiminden buna bir karşılık gelmedi. Sancar, muhalefetten gelen bu ve benzeri ifadelere cevap vermeyi ne gerekli ne de yararlı gördüklerini ifade etti. HDP’nin bu tavrının altında, sanırım iki neden yatıyor. Biri, iktidara odaklanmak, muhalefetin merkezine iktidarı oturmak ve muhalif partiler arası faydasız tartışmalarla enerjiyi boşa harcamamaktır. Diğeri ise, ilerde muhtemel birliktelikleri zorlaştırmaktan kaçınmaktır.
Resmi ittifak
Üçüncüsü ve en mühimi, bundan sonraki seçimlerde ittifakların hukuki bir şekilde yapılması talebidir. HDP, geçen yerel seçimlerde iki ayaklı bir seçim stratejisi izledi: Bölgede belediyeleri kayyumlardan geri almak ve batıda Cumhur İttifakı’na kaybettirmek. HDP’nin buna uygun olarak ve herhangi bir siyasi pazarlık yapmadan muhalefeti desteklemesi iş gördü, iktidar bloku çok önemli merkezleri muhalefete kaptırdı.
Fakat HDP, gelecek seçimler için artık böyle bir yöntemin söz konusu olmayacağını ve eğer bir ittifak kurulacaksa, bunun açık ve resmi bir ittifak olması gerektiğini söylüyor. Muhalefetin üzerinde uzlaşılabileceği asgari değerlerin bulunduğunu belirten HDP, yapılması gerekenin hedefi ve stratejisi bu değerlerle çerçevelenmiş resmi bir ittifak kurmak olduğunu söylüyor. HDP’yi ittifakın dışında bırakmanın, iktidara örtülü bir destek anlamına geleceğini belirtiyor.
Görünen o ki, HDP artık azla yetinmek istemiyor; seçim ve iktidar oyunundaki kilit değerinin karşılığını görmek istiyor. Eğer seçim sistemi değişmezse, sanırım yakın gelecekte iktidar örgüsünü, diğer muhalefet partilerinin HDP’nin bu talebi karşısında alacağı tavır şekillendirecek.
(*) Kürdistan 24, 06.05.2020
https://www.kurdistan24.net/tr/opinion/3206e867-1e2d-4ed7-a6a5-f32c302005d7