Programın tamamını izlemek için:
Bu hafta iki konuyu ele almak istiyorum. Birincisi, Avrupa Birliği Türkiye’ye kapılarını kapattığını açıkladı. Haksız da değiller; bu son Gezi davası kararlarıyla ilgili, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle ilgili.
Türkiye’de birçok insan “Biz Müslüman bir ülkeyiz, bizi nasıl olsa Avrupa Birliği’ne almazlar” diyordu. Bu aslına teorik bir tartışma. Bizim AB normlarını yerine getirmemiz lazımdı. O zaman onlar bizi almazsa eğer, suçu onlar yüklenmek durumunda kalırdı. Şimdi ise Türkiye bunu becerememiş pozisyona düştü. Dolayısıyla biz kendimize ateş etmiş oluyoruz.
AB’ye üye olmak ya da AB normlarını yerine getirmek Türkiye için çok ama çok önemliydi. Yunanistan büyük ekonomik krize girdiğinde onları kim kurtardı? Avrupa Birliği. Bugün Yunanistan’da ekonomik kriz var mı? Yok.
Oradan oraya savrulmak Türkiye’nin menfaatine değildir ve maalesef biz oradan oraya savrulan bir politika izliyoruz.
İkinci konu, Suriye. Benim anlayışıma göre hükümet bu kadar laçka olamaz. Kendi vatandaşından, kendi emeklisinden, kendi işçisinden sakındığı parayı Suriyeli mültecilere veriyor.
Esasında bunlar tam mülteci de değil. Bunu nasıl göremediler anlayamıyorum ama kaçınılmaz bir şekilde Türkiye’de milliyetçilik yükseliyor. Bu ırkçılık değil. Yani zenci bir futbolcuyu yuhalamak ırkçılıktır. Ama bu, bir ülkenin sosyo-ekonomik düzenini bozan bir akıma karşı çıkmaktır.
Sözcü gazetesinde (9 Mayıs) demografinin ne kadar önemli olduğunu Atatürk döneminden rakamlarla bildiriyorlar.
Türkiye’ye yazık oluyor. Üzgünüm…