Programın tamamını izlemek için:
Son aylarda Ümit Özdağ’ın kurduğu Zafer Partisi’nin adını daha sık duyar olduk. Yapılan bazı anketlerde oy oranı yeni kurulan diğer partilerden daha yüksek gibi gözüküyor. Genel olarak sığınmacı karşıtlığı üzerinden yürütülen bir siyaseti var Zafer Partisi’nin. Peki bu partinin ve Ümit Özdağ’ın siyaseti Türkiye için ne anlama geliyor?
Ümit Özdağ’ı yıllardır takip ederiz. 27 Mayısçı, Milli Birlikçi bir subayın oğluydu. Her zaman ülkücüydü. MHP, sonra İYİ Parti içerisinde yer aldı. Siyaset bilimi profesörü olmasına rağmen siyaseti ve milliyetçiliği, eylemi ön planda tuttu.
Son dönemlerde milliyetçi hareketin partisel anlamda parçalara ayrıldığını görüyoruz. Bu biraz sosyolojik gerekçelerle oluyor. Bir miktar devrin siyasi mantığıyla milliyetçi hareket içinde ortaya çıkan çelişkiler ve yeni adaptasyon mekanizmaları çerçevesinde oluyor. Zaman zaman da kişisel rekabet üzerinden oluyor. İYİ Parti temelde daha merkezi bir milliyetçilik yolu tutturdu örneğin. Ümit Özdağ ise reaktif bir dil üzerine oturtuyor. Ajitasyon siyaseti yapıyor. Bu dili hem Türkiye hem dünya bakımından, milliyetçi hareketlerden tanıyoruz.
Ümit Özdağ’ın seçtiği ajitasyon nesnesi nedir diye sorduğumuz zaman, yanıt açık: Mülteciler meselesi. Türk kültürünün, milletinin saflığı. Türkiye’de üretilen ürünün, Türkiye’de üretilen girdinin Türklere ait olduğu iddiası. Dolayısıyla Türkiye’nin bu anlamda ırki olarak da (ırk kelimesini kullanmıyorlar tabii ama işin ucu oraya gidiyor) kültürel olarak da korunması üzerine kurulu milliyetçi, milli egemenlikçi bir eğilim. Bu eğilimi Le Pen’de de görürsünüz. Le Pen’in babasının ortaya çıkışı, daha sonra kendisinin vurguları da temel olarak bir mülteci karşıtlığını ya da Fransa içinde Fransız olmayanlara verilen imkanlara itirazı, ya da Fransa’nın yeniden Fransızlaşması etrafında oluşan bir politikayı ifade ediyor.
Günümüzde birçok girdi; globalleşme girdisi, çokkültürlülük baskısı, bugün itibariyle yaşanan kuvvetli göçler bu tür reaktif tutumların, safçı yani arı olma üzerine kurulu bakış açılarının, milli egemenliği bunun üzerine kuran eğilimlerin birçok ülkede önem kazanmasına yol açıyor.
Türkiye’de bu olmuyordu şimdiye kadar. Zafer Partisi’ni bir kenara koyacak olursak, iktidarın mülteciler konusundaki tutumu belli, muhalefet bu konuda biraz daha radikal olmakla birlikte (en azından benim durduğum yere göre) son dönemlerde nispeten daha entegrasyondan bahseden bir istikamette ilerliyor. Reaktif olarak ortaya çıkan tek hareket Zafer Partisi oldu. Nisan ayında başladığı ve Mayıs ayında hızlandırdığı bir aktivizm içerisine girdi. Ve bu siyasi parti, başka ülkelerdeki pek çok benzerinde olduğu gibi tek temalı bir siyasi ajitasyon mekanizması olmaya başladı: Mültecilere karşı olmak, onları bir an önce göndermek ve mevcut durumu bir güvenlik tehlikesi, beka tehlikesi olarak yorumlamak.
Son dönemde bu siyasi partinin sert diliyle toplumun kimi kesimlerindeki mülteci karşıtı sert bakışın kesişmeye başladığını gördük.
Bugün çeşitli anketlerde yer alıyor Zafer Partisi.
Mesela bir anket %4-5 gösteriyor ki çok yüksek bir oran, böylesine kısa bir zaman için. Bir başka ciddi anket, benim her zaman izlediğim bir anket, Panorama TR’nin Mayıs araştırmasında %2’lik bir yer bulmuş durumda.
Bu hızlı görünürlük tabii aklımıza bir dizi soru getiriyor. Demek ki mülteci meselesi seçmen dokusunda Türkiye’nin yapısal-sosyolojik halinde değil belki ama sosyolojik-toplumsal yapısında bunların siyasallaşması bakımından gerçekten önemli bir yer tutuyor. Bunu mülteci meselesinde hassas olup Zafer Partisi’ne yönelmeyen milyonların olduğunu da düşünerek söylüyorum. Dolayısıyla Türkiye’de bir milliyetçi, milli devletçi algının yükseliyor olmasının kanıtlarından bir tanesi bu. Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye açısından da çok pozitif bir durum değil bu.
Diğer taraftan bir ara dönem yaşadığımızın da altını çizmek isterim. Bu ara dönem dünyada yaşananla ilgili bir miktar ama daha çok Türkiye’de yaşananlarla ilgili. İktidarda bir siyasi parti var, bundan 20 yıl önce iktidara gelmiş bir siyasi parti. Çeşitli evreler yaşadı ve bugün adeta ekonomi kurallarıyla, globalleşmenin kimi girdileriyle inatlaşarak Türkiye’yi gitgide daha içinden çıkılmaz ve vatandaşların daha doğrudan hissettiği bir krizin içine soktu. Seçimler bir yıl sonra olacak. İktidardaki siyasi parti gidecek mi, kalacak mı konusunda hala bir netlik yok. Oranlar birbirine yakın, muhalefet önde gidiyor olsa da. Böyle bir ara dönemde bu tür ajitasyon ve reaksiyon üzerine kurulu siyasi partilerin kendilerine seçmen çektiklerini tarih birçok kez göstermiştir. Biz bunu Türkiye’de Genç Parti ile yaşadık. Hatırlayacak olursanız bütün faşist, milliyetçi partilerin ortaya çıkışı bu tür aramaların olduğu, taramaların olduğu, soruların ve arayışların olduğu ara dönemlerin bir reaktif politik tutumu olarak karşımıza çıkar.
1934’te Nihal Atsız’ın Edirne’de edebiyat öğretmenliği sırasında Yahudilerle ilgili yazdığı yazılar, tahrikler yüzünden Edirne-Çorlu-Kırklareli’nde çok ciddi olaylar yaşandı. Reaksiyonlar çok büyüdü. Buna benzer çok fazla örnek var. Önemli olan sadece failler değil, onu destekleyenler de. Dolayısıyla ben Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın böyle bir çıban başı olduğunu düşünüyorum. Teknik anlamda bir çıban başı diyorum, yoksa dediğim gibi kimseye bir hakaret etme ya da küçümseme niyetim yok ama politik olarak tek faktörlü, tek unsurlu, reaksiyon üzerine kurulu her türlü hareket kontrolsüz bir harekettir. Ve kontrolsüz bir milliyetçilik reaksiyonunu besler.
Umarım diğer siyasi partiler buradaki bu görüntüden etkilenerek bu dili benimsemeye kalkmazlar. Yani Türkiye’nin önündeki sorunlardan biri mülteciler sorunuysa, mültecilere reaksiyon sorunu ve bunun siyasallaşması da önemli bir kalem ve Zafer Partisi de bunun göstergesi.