Uluslararası gündemin oldukça yoğun olduğu bir dönemden geçiyoruz. Suriye ve Irak’taki mevcut sorunlara nispeten yenileri eklenmiş durumda. Kuzey Kore’nin son hidrojen bombası denemesinin ardından komşularının yanı sıra ABD ile mevcut gergin ilişkilerinin patlama noktasına yaklaşması, Almanya’nın, hükümeti ve ana muhalefetiyle, bir süre önce başlatmış olduğu Türkiye karşıtlığı politikasını AB süreci üzerinden kontrollü olarak tırmandırması ve Myanmar’ın uluslararası medyayı da ayağa kaldıran Arakanlı Müslümanlara yönelik tehcir ve soykırım politikasını acımasızca uygulamaya koyması gibi.
Kabul etmek gerekir ki Katalan ayrılıkçıların İspanyol anayasasına aykırı olmasına karşın 1 Ekim’de düzenlemekte ısrar ettiği bağımsızlık referandumu, İKBY’nin 24 Eylül referandumu dâhil tüm bu sorunların yanında ikinci planda kalıyor. Erbil’in ısrarcı olduğu halkoylaması, anayasaya aykırılığı nedeniyle Katalan referandumuyla benzerlik taşıyor belki ama bölgede tetikleyebileceği çatışmalar bir yana, parçası olduğu Irak’ın toprak bütünlüğünün silahların tehdidi altında bulunduğu bir dönemde yapılmak isteniyor. AB üyesi İspanya’da ise böyle bir tehlike yok kuşkusuz ama ülkede yol açacağı hukuksal sorunların uluslararası arenada da bazı önemli sonuçları olması mümkün.
Serbestiyet’te yayımlanan konuyla ilgili son yazım 25 Temmuz tarihini ve “Katalanlar referandumu neden yineliyor” başlığını taşıyordu. Konunun gerek uluslararası hukuk gerek İspanyol anayasası bakımından kapsamlı değerlendirmesi bu yazımda ve Anadolu Ajansı’nın 3 Ağustos’ta yayımlamış olduğu “İspanya’da referandum gerilimi” başlıklı analizimde yer alıyor. ( http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/ispanyada-referandum-gerilimi/875384). Her defa aynı şeyleri yazmamak için burada söz konusu referandumun hem uluslararası hukuka hem de İspanya’nın 78 anayasasına aykırı olduğunu belirtmekle yetineceğim.
Özerk Parlamento’dan yeni referandum yasası
Bağımsızlıkçı partilerin (Junts pel Sí ve CUP) salt çoğunluğuna sahip oldukları Katalan özerk parlamentosu (Parlament) Çarşamba gecesi geç saatlerde Anayasa Mahkemesi’nin olumsuz görüşüne karşın referandumu düzenleyen yeni bir yasa çıkardı. Oylamaya geçilmeden yasaya karşı çıkan partiler salonu terk ederlerken, Rajoy hükümeti de Parlament ’in referandumla ilgili tüm yasa ve yönetmeliklerine karşı gereğini yapması için daha önce referandumun anayasaya aykırılığına hükmetmiş bulunan Anayasa Mahkemesi’ni harekete geçirdi.
Atıfta bulunduğum yazılarımda da belirttiğim gibi, Katalan bağımsızlıkçılar hukuki çatışmayı körükleyerek tahrik ettikleri Madrid’i uluslararası arenada zor duruma düşürecek hatalara zorluyor. Nitekim özerk hükümet (Generalitat) Başkanı Carles Puigdemont, 5 Eylül Salı günü yaptığı açıklamada “1 Ekim’de referandumu yapacağız ve sonucunu uygulayacağız, bunu da kimse engelleyemeyecek” demişti. Generalitat Başkanı her şeyin hazır olduğunu, Katalanların bağımsızlıktan yana oy kullanmaları halinde İspanya’dan kopuşun adımlarını da ilk dakikadan itibaren atacaklarını söylemişti.
Puigdemont bu açıklamasında ayrıca referanduma karşı çıkan kesimin bağımsızlıkçıları “anayasaya karşı darbe” yapmakla suçlamasına da tepki göstermiş, “sandıkla hiçbir zaman darbe yapılmadığını”, demokratik açıdan değerlendirildiğinde asıl “sandığı yasaklamanın darbe olduğunu” vurgulamıştı. Dolayısıyla Rajoy hükümetinin referandumun engellenmesi için sandıklara fiilen herhangi bir müdahaleye kalkışması sorunun daha da çetrefilleşmesine yol açabilir.
Hükümetin 1 Ekim stratejisi
Hükümet yanlısı ABC gazetesinde Çarşamba günü yayımlanan Maria İsabel Serrano imzalı konuyla ilgili yazı “Rajoy’un 1 Ekim’e karşı stratejisi, suç işlenmeden somut önlem almamak” (La estrategia de Rajoy contra el 1-O es no contar medidas concretas antes de que se cometa el delito) başlığını taşıyor. Bu başlıktan Madrid’in sandıklara doğrudan müdahale etme niyeti bulunmadığı sonucuna varmak mümkün. Generalitat’tan böyle bir olasılıkta halkın sokağa çağrılacağı tehdidinin geldiği dikkate alındığında bu tür bir müdahalenin Madrid’i uluslararası kamuoyunda zor duruma düşüreceği açık.
Yazar, iktidar partisi PP’nin (Partido Popular) sosyal siyasetten sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Javier Maroto’nun Madrid İş Forumu marjında medya temsilcileriyle yaptığı toplantıda söylediklerine dayanarak hükümetin stratejisinin öncelikle “bu konudaki somut önlemlerini önceden açıklamama ve özellikle suçun işlenmesinden önce uygulamama” yönünde olduğunu belirtiyor. Ama suçun 1 Ekim’den önce, özellikle anayasaya aykırı yasanın çıkarılmasından itibaren işlendiği dikkate alındığında, somut olarak neler olacağını önümüzde günlerde göreceğiz.
Maria İsabel Serrano, Maroto’nun toplantıda hükümetin durumu hukuken kontrol altında tuttuğunu vurguladığını ama Katalunya ’da “hukuk devletine karşı siyasetçiler” bulunduğunu belirttiğini ve bu siyasetçilerin ne yapacaklarına bakılacağının ve somut önlemlerin ancak suç işlemelerinden sonra devreye sokulacağının altını çizdiğini aktarıyor. Bu sözlerden yukarıdaki olasılığı da hesaba katmak gerektiği anlaşılıyor.
Serrano, Maroto’nun toplantıda diğer partilerin bu konudaki tutumlarına da değindiğini, bu bağlamda referandumu demokratik hak olarak değerlendiren sistem karşıtı Podemos’un lideri Pablo İglesias dışındaki siyasetçileri değerlendirdiğini belirtiyor. Rajoy’a bu konuda kayıtsız koşulsuz destek veren Yurttaşlar Partisi Ciutadans’ın (C’s) lideri Albert Rivera ile 1 Ekim’de seçmene sandığa gitmeme çağrısında bulunan Katalan Sosyalist Partisi (PSC) lideri Miguel İceta’dan övgüyle söz eden Javier Maroto’nun buna karşılık Sosyalist Parti’nin (PSOE) Genel Sekreteri Sánchez’i geçenlerde yaptığı “çokuluslu İspanya” önerisiyle eleştirdiğini belirtiyor.
Sánchez’in “çokuluslu İspanya” önerisi
Pedro Sánchez PSOE’de yeniden Genel Sekreter seçilmeden önce de sosyalist baronların karşı çıkmasına karşın çokuluslu İspanya projesinden söz etmişti. Bu projesini bir süre önce yinelemesi tepkilere yol açtı. Geçen Salı günü gazetecilerin “İspanya’da kaç ulus var?” sorusuna “en az üç” yanıtını vermiş ve eklemişti: “tüm uluslar İspanya’dır. Bir ulus sadece devletin sınırlarıyla tanımlanamaz. Bir devletin içinde birçok ulus birlikte yaşayabilir. İspanya, bağımsızlıkçılar devlet olarak adlandırsa da, aslında bir ulustur. Bir devlet sadece bir dil ya da birlikte yaşama iradesiyle de tanımlanamaz. Öyle sanıyorum ki 78 Anayasası da bunu böyle görüyor. İspanya’da tarihi terimlerle en azından üç bölge, Katalunya, Bask Ülkesi ve Galicia ulus olma vokasyonu taşıyor. “
Ayrıntılara girmeden özetlemek gerekirse, PSOE 90’lı yılların sonundan beri 78 anayasasının yarattığı Özerklikler Devleti’ni (Estado autonómico) anayasa değişikliğiyle federalleştirme amacını taşıyor. Ama kitaplarımda da belirtmiş olduğum gibi, bu anayasa değişikliği, mevcut anayasal sistemin öngördüğü özerklik kurumlarını isim değişiklikleriyle federal kurumlara dönüştürmekten ibaret. Yoksa çevresel milliyetçilerin arzu ettiği gibi geleceğini belirleme hakkını (otodeterminasyon) da içeren çokuluslu (plurinacional) bir devlet organizasyonuna geçmeye yönelik değil. Sánchez’in eski Başbakan Zapatero’nun “Çoğul İspanya” (España Plural) projesinden uyarladığı anlaşılan çevresel milliyetçilerin hoşuna giden bir kavramla onlardan ulusların geleceğini belirleme hakkını esirgemesi ne mümkün ne de uluslararası hukuka uygun.
Pedro Sánchez, “İspanya çoğul ve çeşitli, İspanya ilerici, İspanya dayanışmacı, İspanya Katalunya’yı seviyor” gibi içi boş laflar ve yanlış anlamalara yol açabilecek vokabüleriyle yazımın başlığında yönelttiğim soruya da şu yanıtı veriyor: “Katalunya (referandum yapılsa dahi) 1 Ekim’den önce olduğu gibi yine İspanya olarak kalacak. “Bu açıdan hükümetle aynı görüşte olduğunu söyleyen PSOE Genel Sekreteri, “Katalanlara 1 Ekim’de sandığa gitmemelerini” salık vereceklerini ama aynı zamanda devletin bir sayımdan (recuento) ibaret olan bu referandumun “yasallığını sağlama” görevi bulunduğunu belirtiyor. Bu öneri aslında konuyla ilgili bir önceki yazımda değindiğim NYT’nin bir başyazısında dile getirilen “Katalanlara referandum izni verilmeli” önerisiyle birebir örtüşüyor. Ama referandumu hukuki bir sonuç doğurmayacağı gerekçesiyle “sayım” olarak kabul edip yasallığını sağlamak anayasaya uygun olmadığı için tutarlı görünmüyor.
Sánchez medyaya yaptığı Salı günkü açıklamasında Rajoy’la telefonda konuştuğunu, mevcut Özerklikler Devleti’ni modernize edecek bir anayasa değişikliği için komisyon kurulmasını önerdiğini de açıkladı. Ayrıca bu komisyonun Temsilciler Meclisi’nin toplam 375 üyesinden 300’ünün desteğine sahip olabileceğini de ileri sürdü. Ama parlamentonun çoğunluğuna sahip PP milletvekilleri başta olmak üzere, Temsilciler Meclisi’nden Sánchez’in görüşlerine destek olacak bir çoğunluğun çıkması da mümkün değil.
Yazımı kaleme aldığım sırada Parlament Başkanı Carme Forcadell ve Başkanlık Divanı üyeleri hakkında anayasaya itaatsizlik gerekçesiyle Başsavcılık tarafından 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldığı bildiriliyordu. İspanyol devletinin anayasa suçu oluşturan Parlament ’in söz konusu kararından itibaren işlenecek suçlara karşı bu tür davalar açması mümkün. 1 Ekim’de ve yukarıda altını çizdiğim gibi belki o tarihten de önce Katalunya ’da neler olacağını hep birlikte göreceğiz.