TRT İstanbul Radyosu önceki gün benimle İspanya’da geçen hafta yapılan yerel seçimlerle ilgili bir söyleşi yaptı. Serbestiyet’te yayımlanan konuyla ilgili haber analizde de belirtmiş olduğum üzere, İspanya genelindeki belediye ve 13 özerk topluluktaki özerk parlamento seçimleri, yılın sonuna doğru yapılacak genel seçimlerin provası niteliği taşıdığından büyük önem taşıyordu.
İspanya, Sosyalist İşçi Partisi PSOE’nin tarihi zaferinin damgasını vurduğu Ekim 1982 genel seçimleriyle resmen demokrasiye geçtiği kabul edilen bir ülke. O tarihten bu yana yapılan genel seçimleri PSOE veya siyasi alternatifi ılımlı Sağ’daki Halkçı Parti PP kazanmış olduğu için bu ülkede fiili bir iki partililik (bipartidismo) hüküm sürüyordu. Bu iki büyük parti sadece iki defa, sırasıyla 1993 ve 1996’da, dışarıdan 16-17 sandalyeye sahip ılımlı Katalan milliyetçi Yakınlaşma ve Birlik CİU’dan destek almıştı. 1993’te PSOE, 1996’da da PP salt çoğunluğun biraz altında kalmış ama diğer bütün seçimlerde 350 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nde hep 176’yı bulmuştu.
Ne var ki 2008 küresel krizini şiddetli biçimde yaşayan İspanya’da her şey PP’nin sandıktan tarihi bir başarıyla çıktığı Kasım 2011 seçimlerinden sonra değişmeye başladı. Ekonomik krizle mücadele çerçevesinde kemer sıkma önlemleri almak zorunda kalan Rajoy hükümeti, bu önlemlerin olumsuz sosyal sonuçlarının yanı sıra parti mensupları hakkındaki yolsuzluk ve partinin usulsüz finansmanı (B kasası) davaları nedeniyle kısa sürede seçmen desteğini yitirdi. Ama PP’nin yıpranmasından ana muhalefetteki PSOE, eskiden olduğu gibi, yararlanamadı. Seçmen sosyalistleri de ekonomik krizi iyi yönetemediği gerekçesiyle cezalandırmaya devam etti. Böylelikle, 2011’de toplam oyların yüzde 65’ini alan PP (44,5) ile PSOE (30,5) yapılan çeşitli anketlerde yüzde 50, hatta altını bile görmeye başladı.
Bu dönemde iki yeni parti sahneye çıktı. Bunlardan biri 2014’de kurulan radikal Sol’daki Podemos’tu. Ekonomik krize ve yolsuzluklara yol açan siyaset biçimini eleştirmek için ilk defa 15 Mayıs 2011’de meydanlara inmiş olan “Öfkelilerin” (Indignados) ileri gelenlerinin kurduğu bu parti geçen yıl girdiği Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde sürpriz yapıp 5 sandalye kazanmış ve daha sonra da anketlerde ilk sıraya kadar çıkmıştı.
Diğer partinin tarihi daha eskiydi ama o da Podemos gibi sivil bir platformdan (Ciutadans de Catalunya) doğmuştu. Merkez Sağ bir parti olarak kurulduğu 2006’dan bu yana girdiği birçok seçimde mütevazı sonuçlar alan Yurttaşlar Partisi (Ciutadans) Katalunya’nın bağımsızlığına karşı tutumunun ardından İspanya genelinde örgütlenerek İspanyol partisi olma yolunda ciddi adımlar attı. Anketlerde dördüncü sıraya kadar yükselen Ciutadans da 24 Mayıs seçimleri öncesi siyaset arenasının aktörlerinden biri olmaya aday görünüyordu.
24 Mayıs seçimlerinin sonuçları ve izdüşümü
İspanyol siyasetinde 2011’den bu yana gözlemlenen bu “fragmentasyon” 24 Mayıs seçim sonuçlarıyla iyice pekişti. “PP’nin Pirus zaferi” başlığıyla yayımlanan haber analizde altını çizdiğim üzere, bu seçimlerin en önemli sonucu, İspanyol siyasetine bugüne kadar damgasını vurmuş olan iki partililiğin sona ermesi oldu. Nitekim genel seçimlerde PP’nin yüzde 27 ile birinci parti çıkması halinde tek başına hükümet kurması mümkün değil. En yüksek olasılık, PSOE ile Almanya’dakine benzer “büyük koalisyon” kurulması. PP’nin birden fazla partiyle başka bir ortaklık kurması da, yüzde 25 oranında oy alan PSOE’nin de diğer Sol partilerle bir araya gelerek 176’ya ulaşması da pek kolay görünmüyor.
Bu söylediklerimin iyi anlaşılması için bu sonuçlarla siyasi partilerin Temsilciler Meclisi’nde ne kadar sandalye kazanacağına ilişkin tablolara bakmak gerekiyor. El País’in bu konuda biri özerk parlamento, diğeri belediye seçimlerini esas alan iki tablosu var. İlk tabloda 24 Mayısta seçim yapılmayan dört özerk topluluktan Andalucía’da Marttaki parlamento, diğerlerinde ise belediye seçimlerinin sonuçları temel alınmış. Bu tabloya göre, iktidar partisi PP 120, PSOE 108, Podemos 37, Ciutadans 18, Katalan CİU 14 sandalye çıkarıyor. Diğer milletvekilliklerini ise diğer küçük partiler paylaşıyor. Belediye seçimleri sonuçlarının esas alındığı ikinci tabloda ise PP 132, PSOE 119, Podemos 16, CİU 14, Birleşik Sol (IU) 13, Ciutadans ise 10 sandalye kazanıyor.
Türkiye ile karşılaştırma
TRT Radyosu ile söyleşimde bana İspanyol seçmenininkine benzer bir eğilimin Türkiye’de bulunup bulunmadığına ilişkin karşılaştırmalı bir soru yöneltildi. Bu anladığım kadarıyla 7 Haziran seçimlerinden Türkiye’de de tek parti iktidarının sona ermesine ilişkin bir sonucun çıkıp çıkmayacağını söylemenin çok ötesinde bir karşılaştırma gerektiriyordu. Her seçimde her türlü olasılık vardır ama Türkiye’deki genel seçimlerden bir koalisyon durumu çıkması İspanya ile bir benzerlik olarak algılanabilir mi?
İspanya Bask sorununu terör boyutuyla birlikte büyük ölçüde çözümlemiş tam demokratik bir ülke. Türkiye bu konularda İspanya’nın çok gerisinde kalıyor. Ama buna karşılık 2011-15 döneminde Türkiye’den farklı olarak ekonomik krizden kaynaklanan toplumsal bir travmayı yaşamış. İşsizlik yüzde 25, gençlerde ise 50’nin üstüne çıkmış. İşte 24 Mayıs seçimlerinin genel seçimlerde yinelenmesi olası sonuçları seçmenin bu travmaya tepkisini yansıtıyor.
Türkiye’de aynı dönemde yaşanan kriz ekonomik sorunlardan değil, iktidar partisi üzerinden toplumun kutuplaştırılmasından kaynaklanıyor. AK Parti aslında siyaset sahnemizin en yeni partisi. Belirli açılardan PP’ye benzetilse bile son yasama döneminde toplumu rahatsız edecek ölçüde kemer sıkma önlemleri alarak bir travma yaratmış değil.
Türkiye’de seçmenin bir bölümünün siyasi eğilimine göre dört elle sarılacağı Podemos ve Ciutadans gibi yepyeni partilerde bulunmuyor. CNN Türk’ten Ahmet Hakan’ın Eş Başkanı Demirtaş’ı konuk ettiği önceki akşamki Tarafsız Bölge programında çizilen ideal imajıyla HDP belki Türkiye’de Podemos’a en çok benzetilebilecek parti olarak ortaya çıkıyor. HDP, Podemos gibi Syrizia’ya yakın durduğuna göre, bu yönde bir benzetme de yapılabilir belki.
Ne var ki HDP terör örgütüyle bağlantısı nedeniyle böyle bir bağlantısı olmayan Podemos’a değil, Batasuna’nın türevleri Sortu (genelde) ve EH Bildu’ya (yerelde) benziyor aslında. 24 Mayısta aldığı oyla EH Bildu ya da Sortu Temsilciler Meclisi’nde bir kayıpla 6 sandalye elde edebiliyor. Kısaca yükselişte değil, biraz düşüşte olan bir parti. Hem de organik olarak bağlı olduğu ETA üç buçuk yıl önce kesin silah bırakmış olduğu halde.
HDP ise Çözüm Süreci olarak adlandırılan Türkiye’deki silah bırakma sürecindeki büyük ortağıyla kavga yürüterek barajı geçmeye çalışıyor. Çözüme karşı duran CHP ve MHP gibi partilerle aynı cephede yer aldığı için de süreci tehlikeye atıyor. Çünkü çözüm için İspanya’da olduğu gibi diğer siyasi partilerin tümü ya da en azından Meclis çoğunluğuna sahip büyük bir parti ile işbirliği gerekiyor.
Ahmet Hakan’ın programında Demirtaş’a “HDP’ye oy vereceğiz ama siz de AK Parti’nin karşısında olmaya söz veriyor musunuz?” türünde sorular yöneltiliyordu. Belli ki muhalefet partilerin seçmenleri AK Parti’yi düşürmek amacıyla bu partiye oy vermeyi tasarlıyordu. HDP Eş Başkanı bu seçmenleri tatmin edecek yanıtlar veriyordu. Ama kendisine bu durumda “Çözüm Süreci’nin geleceği ne olacak?” türünde bir tek soru yöneltilmiyordu.
HDP’nin programı ve savunduğu ilkelerde hiçbir sorun yok. Demirtaş’ın çeşitli konulardaki açıklamalarında da. Ama HDP Podemos değil ki. Arkasında şimdilik eylemsizlik kararı almış ama elinde hâlâ silah tutan bir örgüt var. Oyunu almaya talip olduğu muhalif seçmen çözümü destekliyor mu? Destekliyorsa seçmeni olduğu partiye bu yönde bir baskıda bulunuyor mu?
Bunlar gibi birçok soru var yanıtsız kalan. İspanyol seçmenin Podemos ve Ciutadans’a oy verirken liderlerine yöneltmek zorunda olmadığı sorular…7 Haziranda Türkiye’de, 24 Mayıs İspanyası’nınkine benzer bir tablo çıkabilir elbette ama iki ülke seçmeni arasında evrensel demokrasi ilkelerine inanç ve saygı açısından büyük, hem de çok büyük farklar var.