2010 yılının Ekim ayıydı. TSK üst yönetimine sunduğu analiz ve raporlarla tanınan bir stratejistle, yazılmamak kaydıyla konuşuyorduk. Yanımda da Kürt camiasından tanınan bir isim vardı.
Stratejist “Cengiz Bey,” dedi, “Barış için çok samimi ve heyecanlı olduğunuzu görüyorum. Ancak işler zannettiğiniz gibi değil.” Sözlerini daha tamamlamasına fırsat tanımadan “Bu kez durum çok farklı, göreceksiniz barış gelecek” demiştim. Sözden ve halden anlamayan bir kardeşi süzüyormuş gibi gözlerini şefkatle kısmış, yüzüne sevecen bir tebessüm yerleştirmiş, şöyle devam etmişti:
“Kürt sorununda kim barış getirirse, getirebilirse alnından öpeceğim. Ancak önümüzdeki bir 20-25 yıl daha Türkiye’de barış olmayacak.”
Sitemli bir ses tonuyla araya girmiş, “Bunlar çözümsüzlüğü isteyenlerin umudu değil umutsuzluğu yayma yaklaşımları değil mi ama” demiştim. “Göreceksiniz” der gibi bir tutum takınmış, sözlerini şöyle tamamlamıştı: “Cengiz Bey, siz bu sorunu çözmek isteseniz bile size çözdürmezler.”
Aradan geçen yıllar, benim değil stratejistin haklı olduğunu gösterdi. Ayrıca neden “çözmek isteseniz bile çözdürmezler” dediğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Hem yanına aldı hem uzak tuttu
Amerika 1991 yılında Irak’a müdahale kararı aldığında, Türkiye’yi yanına almak, Türkiye’nin lojistik imkan ve kabiliyetlerinden yararlanmak istedi. Ancak Irak Kürtleri ve PKK bu işbirliğinde aşılması güç bir problem yaratıyordu. Türkiye Irak Kürtlerinin orada özerk bir yapıya kavuşmasını, PKK’nin de sınır ötesi coğrafyada varlığını sürdürmesini istemiyordu. Amerika Türkiye’nin desteğini almayı başardı. Ancak bir şeyi daha başardı; Türkiye’yi Irak Kürdistanı’ndan uzak tuttu. Bunu da 36. paralel kararı ile gerçekleştirdi.
Amerika 2003 yılında bir kez daha Irak’a müdahale etti. Bu kez niyetinde 36. paralel ile altyapısını inşa ettiği Kürtlere federal bir toprak parçası vermek vardı. Ancak karşısında tek engel Türkiye idi. Hem Türkiye’nin desteğini almalıydı, hem de Türkiye’yi Irak’tan uzak tutmalıydı. Tezkerenin Meclis’te reddedilmesi kendisine bu olanağı verdi. Tezkere konusunda ABD üst aklının şu şekilde planlama yaptığını düşünüyorum: Türkiye Meclis’te tezkereyi reddetsin. Bu, Irak Kürt coğrafyasına girmesine engel çıkartır. Ancak PKK tehlikesini gösterirsek Meclis’ten ikinci bir tezkere geçirtirler. Böylece Türkiye lojistik imkan ve kabiliyetini Amerika’ya sunmuş olacak. Ama Kürdistan coğrafyasından da uzak duracaklar.
Yani bir taşla iki kuş: Türkiye Irak’tan uzak tutulacaktı. Bunun için fiili bir günah (tezkerenin reddi) yaratılacak, ardından da günahı temizlemesi için ikinci bir fırsat (ikinci tezkere) verilecekti. Böylece Türkiye Amerika’nın istediği pozisyonda kalacaktı. (Bazen rakibinize hizmet edersiniz, ancak bunun farkına varamazsınız.)
Barzani için orduda temizlik yapıldı
Amerika’nın 2003 müdahalesinden sonra Irak Kürtleri çok geçmeden Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ni kurma (konfederasyon) kararı aldı. Ancak karardan sonra sıkıntı baş gösterdi. Çünkü Türk ordusunun yönetim kademesi buna itiraz ediyor, Irak Kürdistan Hükümeti’nin tanınmasını engelliyordu.
Bunun üzerine bu zihniyeti savunan ordu yöneticileri Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları ile tasfiye edildi. (Ben bu davaların darbeyi önleme amaçlı olmadığını; ordu ve dolayısıyla devlet yapısının zayıflatılması amaçlı olduğunu; davaların bu amaç için araçsallaştırıldığını, samimi demokratikleşme amaçlı olmadığını düşünüyorum.)
Türk ordusunda temizlik yapıldıktan sonra Türkiye’nin Irak Kürdistanı ile ilişkileri gelişti. Ancak Türkiye’nin karşı eylem planı geliştirerek bu ilişkiyi stratejik düzeyde ele almaya başlaması üzerine, Amerika ilişkinin uyumlu ortaklar düzeyinde kalması için bir kez daha müdahale etti (sınırlı petrol ihracatı, Türkiye’nin Irak Kürdistanı’nda petrol kuyusu açması ve işletmesine kota getirmesi gibi önlemler getirdi).
Suriye’de de hükümet hedef oldu
2012’den itibaren Suriye’ye müdahale geldi. Amerika Irak’ta uyguladığı stratejiyi bu kez burada devreye koydu. Hem Türkiye’nin desteğini alacaktı, hem de Türkiye’yi Rojava’nın dışında tutacaktı. Suriye’ye müdahalede Esad rejimi belirli bir noktaya getirilip Rojava altyapısı oluşturulduğunda ve Türkiye’nin de Rojava’ya ilişkin niyetinin ortaya çıkmasından sonra, Amerika Türkiye’nin stratejisini uluslararası kamuoyunda yıpratan ve kirleten bir kara propaganda başlattı. Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği tezi dolaşıma sokuldu. PYD’nin PKK’nin uzantısı olmadığı uluslararası platformlarda sıklıkla tekrarlandı.
Amerika Irak’ta kendi Kürdistan tezine karşı çıkan ordu kesimlerini tasfiye ettirmeyi başardı. Suriye’de ise karşısına çıkan hükümeti hizaya getirmek için benzer süreçler işletti. İçte ve dışta muazzam bir yıpratma stratejisi izledi. Amerika Irak’ta tezkere ile hayata geçirdiği akıl oyununu Suriye’de Rusya uçağını düşürterek sahneledi. Amaç hem Kürtleri Irak gibi konfederal bir yapı sahibi kılmaktı, hem de bunu yaptığı halde Türkiye ile ilişkilerini iyi tutmaktı. Kendisine bu olanağı düşürülen Rusya uçağı verdi.
Dikkati çeken bir diğer husus da, Amerika gerek Irak ve gerekse Suriye konusunda Türkiye’ye yönelik operasyonu iç unsurları kullanarak yapmış olmasıdır.
Büyük Kürdistan’a doğru
ABD her zaman Kürt sorununun göbeğindeydi. Buna rağmen kendisini görünmez kılmayı başardı. O kadar Kürt sorunun içindeydi ki, teslim ettiği Öcalan’a dahi hangi yaklaşımın uygulanacağını kendisi belirledi. Ama ana akım medyada (İslami duyarlılığı olan yazarları bunun dışında tutuyorum), Kürt sorunu bağlamında ABD’nin günahlarını masaya yatıran kanaat önderi pek göremezsiniz. Çünkü Amerika’nın Türkiye’de “elinin uzun” olduğunu, başlarına şeytanın dahi aklına gelmeyecek “belalar örebileceğini,” en azından Amerika’ya rağmen medyada görünür olamayacaklarını iyi bilirler.
Amerika’nın Irak ve Suriye stratejileri bize şunu gösteriyor: ABD adım adım büyük Kürdistan’ın alt yapısını inşa etmekte. Irak’ta, Suriye’de federal ve konfederal yapılar inşa etti. Türkiye ve İran’da ise özerklik düşünüyor.
Şimdi geriye çekilip düşünelim:
Irak ve Suriye’de federal ve konfederal bir çerçeve, Türkiye ve İran’da ise özerklik var. O zaman ortaya şu sonuç çıkmaz mı: Un var, su var, şeker var, ateş var; ama ortada helva (bağımsızlık) yok?
Amerika’nın bir Kürt stratejisi var. Stratejisinin adını da ben koyuyorum: Yakınlaştırmadan birleştirmek.
(Amerika’nın yeni Kürt stratejisi için bkz https://serbestiyet.com/yazarlar/cengiz-kapmaz/abdnin-yeni-kurt-stratejisi-660625.)
Kürt sorununda çözümsüzlük ABD ile Türkiye arasındadır. İki ülke arasında bir uzlaşma gerçekleşmeden bir çözüm ortaya çıkmaz. Çıkmayacaktır da…
NOT: Biz de Kürt sorununda kendi karşı-eylem planımızı hayata geçirelim. Ama bunu Kürtleri karşımıza alarak değil, ancak yanımıza alarak yapabiliriz. İlerleyen günlerde bu stratejiye kafa yoracağız.