Ana SayfaYazarlarAçlık grevleri ve Türkiye’nin yarınki yüzü

Açlık grevleri ve Türkiye’nin yarınki yüzü

 

Açlık grevi denince Türkiye kamuoyunun aklına kahir ekseriyetiyle sadece Leyla Güven adı gelse de, 1 Mart 2019 itibariyle onunla aynı talep doğrultusunda açlık grevinde olanların sayısı 331’di.

 

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Leyla Güven, Abdullah Öcalan’ın ailesiyle ve avukatlarıyla üç yıla yakın bir süredir görüştürülmemesini protesto etmek amacıyla, 8 Kasım 2018’de “tecrit uygulaması ortadan kalkana kadar” süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlamıştı.

 

Leyla Güven’in milletvekili oluşu, onunla ilgili haberleri kullanmaya pek hevesli olmasa da gazete ve televizyonlardan oluşan geleneksel medyayı bir ölçüde mecbur bıraktı ve böylece Güven’le ilgili haberler sosyal medya sınırlarını aşıp oralara da sızabildi.

 

Leyla Güven’in açlık grevine başlamasından 38 gün sonra, 16 Aralık 2018’den itibaren Türkiye’deki cezaevlerinde yatmakta olan PKK mensubu bazı tutuklu ve hükümlüler de aynı taleple açlık grevine başladılar. Açlık grevlerini izleyen kaynaklar, 1 Mart 2019 itibariyle bu sayının, 66 cezaevine yayılmış olarak  331 olduğunu söylüyor. Açlık grevleri olgusunun, Türkiye kamuoyunun kahir ekseriyetinin haberdar olmadığı bölümü, işte bu.

 

Seçimleri bile aşan bir öncelik

 

Konuya dair kamuoyunun henüz farkında olmadığı bir gerçek de şu: Legal ve illegal kanatlarıyla Kürt siyaseti Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılmasını, seçimler dahil her şeyin üzerindeki bir hedef olarak belirlemiş durumda ve bu nedenle açlık grevlerini, kaç cana mal olursa olsun sürdürmeye kararlı görünüyor.

 

Murat Karayılan ve Cemil Bayık’ın örgütün yayın organlarına yansıyan demeçleri de, PKK’nın hedefe ne ölçüde kilitlendiğini göstermesi bakımından önemli.

 

Hatip Dicle gibi kendilerinden daha serinkanlı tepkiler beklenebilecek Kürtler dahi, açlık grevlerinin ne pahasına olursa olsun sonuç almadan bitirilmeyeceğini ilan ediyorlar.

 

Gazeteci Hayko Bağdat, Berlin’de karşılaştığı Hatip Dicle’nin pozisyonunu şöyle anlatıyor:

“(Açlık grevlerinin bedelini sorduğumda), ‘Bizler açısından bu bedellerin ödenmesinde hiçbir mahzur yoktur’ dedi. Yani bir Kürt büyüğü olarak insanlara bu eylemlere son verme çağrısı yapmasını falan bekleyebilirsiniz, ama tam tersine bu eylemlere destek verdi, yüceltti, selamladı ve 1 Mart’tan itibaren başta Türkiye’nin bütün cezaevleri olmak üzere bu eylemlerin dünyanın her yerinde kiteselleştirileceğini söyledi.”

 

Kürt siyasetini destekleyen yayın organlarının öne çıkardığı haberler de, “Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması” talebi doğrultusunda başlatılan açlık grevlerine verilen önemi gösteriyor. Bu yayın organlarında, seçimlerle ilgili bir haberin karşısında en az 3-4 “tecrit” haberi yer alıyor.

 

… Ve nihayet bu doğrultudaki eylemler: Avrupa’nın çeşitli kentlerinde açlık grevlerine katılanlar var ve bu kentlerde çok sayıda destek eylemi yapılıyor: Bir hafta içinde gerçekleştirilecek 50 miting ve yürüyüşün tarihleri ve saatleri, PKK’ya yakın yayın organlarında ilan edilmiş durumda.

 

Türkiye’nin yarınki yüzü

 

Süreçleri izlemeyen, süreç işbâ noktasına gelip de patladığında, ancak o zaman olaya dahil olan “Patlama ânı gazeteciliği”, özetlemeye çalıştığım bu olguları görmezden gelerek Türkiye kamuoyunu yeni bir sürprize hazırlıyor. O zaman geldiğinde, yani ölümler başlayıp da olaya bigâne kalamayınca (çünkü böyle ölümlere bigâne kalınamaz), bilgilerini bu gazetecilikten alan okurlar-izleyiciler çok şaşıracak.

 

O günler gelip de, onlarca insanın açlık grevlerinde hayatlarını kaybettikleri haberleri dünya çapında yaygınlaştığında, Türkiye’nin yüzüne bakanlar ülkeyi bu ölümlerin aynasından yansıyan görüntülerle algılayacaklar; başka hiçbir şey bu görüntünün önüne geçemeyecek.

 

Fakat kararı ne kadar kesin, iradesi ne kadar güçlü olursa olsun, Kürt siyasetinin açlık grevlerini bu noktaya kadar sürükleyebilmesi o kadar da kolay görünmüyor.

 

Nasıl ki kararın ve iradenin gücünü anlayabilmek için Kürt siyasetinin legal-illegal yayın organlarını izlemek yeterli oluyorsa, bu konuda Kürt siyasetinin karşılaştığı güçlükleri görebilmek için de aynı yolu izlemek gerekiyor.

 

Yayın organlarına bu gözle bakıldığında, karar ve iradenin kuvveden fiile geçirilmesini zorlaştıran başlıca iki unsurun öne çıktığı görülüyor: a) Türkiye cezaevlerinde yatmakta olan PKK’lı tutuklu ve hükümlülerin eyleme katılma istekliliklerinin ümit edilenden düşük olabileceğine dair belirtiler ve b) Kürt siyasetini benimseyen kamuoyunun eyleme desteğinin ümit edilenden düşük olabileceğine dair belirtiler.

 

Şimdi bunları sırasıyla ele alalım.

 

1 Mart: Ne dendi ne oldu?

 

Deniz Kaya adlı bir PKK’lı hükümlü, 26 Şubat’ta PKK’lı ve PAJK’lı tutuklu ve hükümlüler adına aileler aracılığıyla bir açıklama yaptı ve 1 Mart’tan itibaren Türkiye cezaevlerindek binlerce tutuklunun açlık grevine başlayacağını duyurdu. Açıklamada, sadece yaşlı ve hastaların eylemden muaf tutulacağı belirtildi.

 

Birkaç gün önce de Hatip Dicle, yukarıda aktardığım gibi benzer bir açıklamada bulundu. Zaten Deniz Kaya’nın açıklamasının PKK’nın yayın organlarında yer alma biçimi ve kullanılan üslup da, bunun bir merkezi örgüt kararı olduğunu gösteriyordu.

 

1 Mart’ı izleyen günlerde, PKK’nın yayın organlarında bu çağrıya katılımın düzeyini gösteren haberlerin yer alması beklenirdi. Ne var ki bu gerçekleşmedi. Mesela benim bu yazıyı yazdığım dün (3 Mart) öğle saatlerinde PKK’nın resmi yayın organı Yeni Özgür Politika’da yer alan bir haberde şöyle deniyordu:

“Türk cezaevlerinde süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemi yapan tutsakların sayısı en az 331’e yükseldi. PKK ve PAJK’lı tutsakların 1 Mart kararı ardından kaç tutsağın katıldığı henüz bilinmiyor.”

 

Bu bilinemezlik cezaevlerinden haber almanın zorluklarıyla mı ilgiliydi, yoksa eyleme fiili katılımın, beklenenden farklı oluşunun yarattığı moral bozukluğunu mu yansıtıyordu?

 

Bu sorunun kesin cevabını alabilmek için birkaç gün daha beklememiz gerekiyor.   

 

Kürt kamuoyunun desteği?

 

Kürt siyasetini benimseyen kamuoyunun eyleme desteğinin ümit edilenden düşük olabileceğine dair belirtilere gelince… Yeni Özgür Politika’nın yer verdiği haberlerde bunun izlerini de görmek mümkün.

 

Bu haberlerde, eylemin Kürt diyasporasında gördüğü desteğin Türkiye’deki Kürtler arasında henüz görülemediğine dair bir “duyarsızlık” sitemi ile “duyarlılık” çağrısı atbaşı gidiyor.

 

Mesela 1 Mart tarihli şu haber: “İlhan Şiş: Açlık değil, duyarsızlık zorluyor.”

 

Bu başlık, Galler’in Newport kentindeki açlık grevinde 75. gününe ulaşan İlhan Şiş’in duygularını yansıtıyor. Şöyle deniyor haberde:

“Britanya’da yaşayan Kürtlerin büyük bir kesiminin açlık grevi eylemi etrafında kenetlendiğini fakat Kürt halkının önemli bir kısmının da Kürdistan'daki faşizme rağmen halen rutin yaşamına devam ettiği eleştirisinde bulunan Şiş, kendisini zorlayanın ‘açlık değil duyarsızlık’ olduğunu kaydetti.”

 

Cemil Bayık’ın sözleri de bir yandan Kürtlerin eylemler karşısındaki tavrına yönelik bir sitemi, bir yandan da onlara yönelik çağrıyı yansıtıyor:

“Açlık grevi direnişçilerine destek eylemlerinde bazı vekiller tek başına yürüdü. Böyle olunca elbette düşman saldırır. Onlar halkın vekili ve iradesi, halkın da iradesine sahip çıkması ve onlarla yürümesi lazım. Birlikte yürüseler saldırmazlar. Saldırsalar da netice alamazlar. Amed gibi bir yerde 100 kişi yürüyorsa elbette saldırırlar. Amed’in yarısı ayaklansa onlar saklanacak yer ararlar. Halkımızın bunu yapması lazım.”

 

Militanlaşmaya ikinci davet

 

Kürt siyaseti tıpkı hendek savaşlarında olduğu gibi Kürtleri bir kez daha militanca bir mücadeleye çağırıyor.

 

Kürtler, o zaman bu çağrıya icabet etmemişti. Bunda şaşıracak bir şey yoktu ama PKK-KCK önderliği şaşırmıştı, çünkü anlamadığı, anlamak istemediği bir şey vardı ve bu şey dünyadaki bütün militanca mücadele içinde olanların anlamadığı, anlamak istemediği şeyle aynıydı: Kitleler sadece çok istisnai durumlarda militanlaşır.

 

Gerçi şimdi talep edilen militanlaşma düzeyiyle hendekler dönemide talep edilen militanlaşma düzeyi arasında dağlar kadar fark var; şimdikine icabet etmek çok daha kolay ve risksiz. Fakat hendekler döneminden kaynaklanan güven azalmasının da etkisiyle Kürtler yine de soğuk karşılayabilir bu çağrıyı.

 

Kürt siyaseti ne zaman ki bu iki engeli aşar ve açlık grevlerini ne kadar cana mal olursa olsun sürdürme iradesini gösterir, işte o zaman iktidar için Türkiye’nin yarınki yüzüyle baş etmek o kadar zor olur.

 

Akıl, hükümlülük hukukunun evrensel ölçütlerinin hiçbiriyle uyum içinde olmayan mevcut tecrit uygulamasından vazgeçmeyi emrediyor ama, benimsediği düşmanlaştırıcı dille kendi kendisini kıpırdayamayacağı bir kapana sıkıştıran iktidarın bunu yapabilmesi o kadar da kolay görünmüyor.  

 

- Advertisment -