Çoğumuza göre şiddeti ve etkisi değişse de feci bir durumdur açlık. Belki seyretmişsinizdir, Rusya’nın kuzeyindeki bir toplama kampında geçen bir filmde; kampta tutulan filozof, şair ve birkaç sıradan tutuklu plan yapıp kaçmayı başardıktan sonra, günlerce karlı ve buzlu bir hava ile mücadele edip, feci aç kalmış şekilde mağaraya sığınırlar. Burada kurtların mağaraya getirdiği hayvanlara ortak olma cesaretini kazanırlar. Ancak sonraki günlerde hiçbir şey bulamadıklarında aralarından ikisinin diğerlerinden birini yeme planı yaptıklarına şahit oluruz. Film sahnesi olsa bile böyle bir durumu seyretmek gerçekten korkunç, ancak dünyada böyle açlıklar maalesef gerçek ve can yakıcı şekilde yaşanıyor.Peki, böyle ekstra koşullar nedeniyle ya da yoksul bırakılmışlık sonucunda ortaya çıkan açlık bu kadar can yakıcı bir durumken gönüllü bir şekilde yaşanan açlık deneyimi için ne söyleyebiliriz?Oruç-sağlık ilişkisi konusunda özellikle Ramazan aylarında epeyce şey duyarız zaten, ancak ben bu konuda orucu tedavi olarak yeniden insanların gündemine sokan önemli iki kişiden bahsetmek istiyorum.İlki, 31 yaşındayken Avrupa’nın en ünlü doktorlarının iyileştiremediği ciddi bir böbrek rahatsızlığı olan Bright’s hastalığına yakalanan, Prof. Dr. Arnold Ehret (1866-1922). Ehret, uzun süre tedavi gördüğü hastanelerde çok farklı kürler denemesine rağmen tam iyileşemiyor. Beslenme biçimini değiştirip bol meyve tüketimiyle, güneşlenerek vücudundaki mukustan (yapışkan salgılar) kısmen kurtulup rahatladığını düşünüyor ancak sürdürdüğü yanlış beslenmeyle tekrar mukus oluştuğundan tam olarak iyileşmesi mümkün olmuyor. Daha sonra Kuzey Afrika, Orta Doğu, hatta Türkiye’yi de içine alan bir seyahate çıkıyor. Ilıman iklimlerdeki hava şartları ve zengin meyve çeşitleriyle beslenip, orucun şifalandırıcı yönünü deneyimlediğinde yüzündeki görünüş farklılığını, yaşam gücünün, dayanıklılığının ve mutluluğunun arttığını farkediyor. Kendi deyimiyle “artık daha iyi bir algılama gücü, daha berrak bir hafıza, daha fazla cesaretim ve umudum vardı… Meyve diyetiyle orucun, doğanın şaşmaz birer koşulları olduğuna her zamankinden daha güçlü şekilde inandım” diyor.Daha sonra bu tecrübelerini “Mukussuz yiyeceklerle şifa diyeti” adıyla kitaplaştırıyor. Ayrıca oruç tutmanın sağlıkla ilişkisini belirten yazılar yazıyor ve bir yılda belirli aralıklarla 126 gün oruç tutup vücudundaki değişiklikleri anlatan yazılar yayınlıyor. İsviçre’de bir meyve suyu diyeti ve oruç sanatoryumu kuruyor.Sözünü etmek istediğim İkinci kişi ise, Ehret’in deneyimlerinden ve fikirlerinden ilham alan Dr. Paul Bragg (1895-1976), The miracle of fasting (Orucun mucizesi) adlı kitabında, vücudun en fazla yorulduğu aktivitelerden biri olan yemek yeme sırasında, vücuda giren yiyeceklerin sırasıyla çiğneme, sindirme, emilim ve boşaltım işlemlerinden geçmek zorunda olduğunu, bunu yapmak için de bağırsaklar, böbrekler, akciğerler ve deri olmak üzere dört hayati organın çok fazla çalışmasının gerektiğini anlatarak oruç tutma yoluyla vücudun bu aşırı yorgunluktan kurtarılacağını ileri sürüyor.Günümüz uzmanlarından “Supercharge your brain” – beyni güçlendirme – kitabının yazarı Dr. David Jockers ise, orucun faydalarını şu ifadelerle anlatmakta: “Aralıklarla yapılacak orucun hücreleri yeniden canlandıracak belli genetik onarım mekanizmalarının faaliyete geçmesini sağladığını, açlık süresi boyunca belirli hücrelerin daha uzun ömürlü olduğu, bölünerek yeni hücrelerin oluşmasındansa bir hücrenin onarılmasının daha az enerji gerektirdiğini”, “Bu durumun da kanser hücresi oluşumunun ve çoğalmasının durdurulmasına olumlu bir etki sağladığını” söylemektedir. Bağışıklık sisteminden, alerjiye, eklem ağrılarından iyi bir sindirim sistemine kadar pek çok iyileşme etkilerini uzun uzun bilimsel açıklayan Dr. Jockers, oruca başlamanın en iyi yolu olarak tıpkı eskiden klasik bir Amerikan diyetinde olduğu gibi yemeğe sabah sekizde kahvaltıyla başlayıp akşam sekizde bitmesini gösterir. Akşam yemeğinden sonraki aç kalma süresinin ilk dört saatinin tam bir sindirime ayrılacağı, sonraki sekiz saatin ise vücudun toksinlerden arınma işleminin tamamlanmasıyla sona ereceğini belirtiyor. Haftada bir kez de 18-24 saatlik açlıklar yapılmasını tavsiye ediyor.Yazımı Arnold Ehret’in “Bugünkü yaşamımız, bir beslenme trajedisidir. İnsanlar ve hayvanlardaki bütün hastalıkların yüzde 99.99’u beslenmeyle ilgilidir” sözüyle bitirirken, içinde bulunduğumuz Ramazan ayında, gıdaların sadelik, gerçeklik ve miktarına dikkat edilebilirse eğer, tutulan orucun -manevi deneyimlerin yanı sıra- keskin hafıza, parlak bir cilt ve enerjik bir beden kazandırmasını da bekleyebiliriz.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik