Devletin ve özellikle TSK’nın içinde Truva Atı gibi örgütlenmiş merkezi Pennsylvania’daki FETÖ/PDY’nin giriştiği 15 Temmuz darbesinin Türk-Amerikan ilişkilerini sadece kısa değil orta/uzun vadede de olumsuz yönde etkileyeceğini, bunun sorumlusunun doğrudan Amerikan yönetimi olduğunu düşünenlerdenim. MAK Danışmanlık’ın önceki gün yayımladığı konuyla ilgili araştırması, halkın çoğunluğunun da böyle düşündüğünü ortaya koyuyor. Nitekim bu ankete katılanların yüzde 84’ü darbeye kalkışan FETÖ/PDY’nin bu işi tek başına planlama ve uygulama kapasitesi bulunmadığına ve arkasında mutlaka yabancı bir gücün (istihbarat örgütü ya da devlet) bulunduğuna inanıyor; bunların yüzde 70’i, doğal olarak, darbecilerin üstlendiği ülkeyi ve istihbarat örgütünü işaret ediyor. Normal zekâya sahip bir insan bundan başka bir sonuca varabilir mi?
Kaldı ki istihbarat uzmanlarının vardığı sonuç da farklı değil. Örneğin MİT Kontrterör eski Başkanı Mehmet Eymür, muhalif gazetelerin başında gelen Sözcü’ye yaptığı açıklamada, 15 Temmuz girişimini bir “istihbarat projesi” olarak değerlendiriyor ve bu girişimden Amerikan yönetiminin haberdar olduğunu savunuyor. ABD ve Merkezi Haberalma Ajansı CIA’in bu konudaki sicili temiz değil. Başta Latin Amerika olmak üzere, Türkiye dâhil dünyanın çeşitli bölgelerindeki birçok askeri darbede -neredeyse yüzde 80/90’ında- oynadığı rol kimse için bir sır değil. Bu darbeler arka arkaya sıralandığında bir köşe yazısını dolduracak kadar çok.
Eymür, 1960 ve 1980 darbeleriyle ilgili olarak “Ordu içinde Amerikalıların “Our Boys” yani “Bizim Oğlanlar” dedikleri ABD'ye hizmet eden subaylar” olduğunu söylüyor. 15 Temmuz darbesindeyse “din ve cemaat motifini kullanıp Gülen üzerinden örgütlenmiş” olduklarını vurguluyor. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un görüşü de farklı değil. Önceki gün CNN Türk’te Ahmet Hakan’a konuşan Başbuğ, 15 Temmuzla ilgili olarak “bu kalkışmada dış destek de var; olmaması işin tabiatına aykırı” diyor ve şöyle devam ediyor: “ Gülen nerede yaşıyor. ABD'de. Orada o imkânları sağlayan kim? CIA. Bu istihbarat örgütü ona ABD'de kalma iznini boşuna mı vardı. İstihbaratın onu kullanmayacağını mı düşünüyorsunuz?”
Amerikan yönetimi, her şeyin açık ve net olarak görüldüğü bu durumda, Türkiye ile ilişkilere önem veriyorsa, Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmekten kaçınma lüksüne sahip değil. O bakımdan bu konunun tartışılacak bir tarafı yok. ABD Gülen’i iade etmez ve CİA’in kontrol ettiği anlaşılan uluslararası medya üzerinden darbecileri değil de, Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden Türkiye’yi hedef almaya devam ederse, ABD dostları da dâhil halkın nezdinde yitirdiği güveni devlet düzeyinde de kaybedecektir. O bakımdan bugün papatya falına dönmüş olan “iade eder/etmez” tartışması üzerinde fazla durmak istemiyorum. Gülen’in Türkiye’ye iadesi şarttır ama Türk-Amerikan ilişkilerinin onarılması için kesinlikle yeterli değildir.
PKK Contras’a benzemiyor mu?
Kabul etmek gerekir ki CIA’in rolünün bulunmamasının imkânsız olduğu 15 Temmuz darbe girişimi, ABD’nin Türkiye’nin güvenlik kaygılarını göz ardı eden Suriye politikasını bilinçli olarak sürdürdüğü ve bir “oldubitti” hazırlığı içinde olduğuna dair kuşkuları da güçlendiriyor. Türkiye’de modası çoktan geçmiş bir darbe senaryosu bile sahneye konulabiliyorsa, bazı uçuk senaryoları komplo teorisi diye bir kenara atmamamız gerekiyor.
Bu bağlamda, üzerinde ilk düşünülmesi gereken, ETA ve IRA gibi demokratik yöntemlerle silah bırakmaya zorlanan ama buna yanaşmadığı ve seçilmiş iktidarı hedef aldığını açıkladığı için birilerinin “Truva Atı” olduğu anlaşılan PKK’nın da CIA’in bir projesi olup olmadığı sorusu akla takılıyor. Kabul etmek gerekiyor ki Amerikan yönetiminin Türkiye’nin ikazlarına karşın inatla PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile Daesh’e –ki bu terör örgütü de bir proje ürününe benziyor– karşı işbirliğini sürdürmesi, bu soruya olumlu bir cevap verilebileceğini gösteriyordu. Ama bölgede Esat’ın, müttefikleri İran ve Rusya’nın da aktif olması bu konuda acele bir hüküm vermeyi güçleştiriyordu. 15 Temmuz kalkışması bu olasılığı güçlendiriyor.
ABD’nin ve özellikle Merkezi Haberalma Ajansı CİA’in seçilmiş iktidarları devirmeyi hedef alan örgütleri kullanması, askeri destek sağlaması yeni bir şey değil. Alt başlıkta söz ettiğim Contras CİA’in bu tür faaliyetlerinin en çarpıcı örneğini oluşturuyor. Hatırlatmak gerekirse, Contras İspanyolca “karşı devrimciler” sözcüğünün (contrarrevolucionarios) kısaltılmışı ve özellikle Nikaragua’da 1979’da diktatör Somoza’yı deviren ve 1984’de yapılan (uluslararası gözlemcilere göre) serbest seçimleri yüzde 66 oyla kazanan devrimci Sandinist iktidara karşı savaşan askeri unsurlar için kullanılıyor.
Maocular ve Somoza yanlıları başta olmak üzere iktidara karşı unsurları içeren Contras, yıllar boyu, komşu Honduras topraklarındaki askeri üslerinden Nikaragua’ya geçerek gerilla savaşı yürüttü. CIA, Arjantin diktatörü Videla’nın istihbarat servisi “Batallón de Inteligencia 601” ile birlikte Contras’a baştan beri parasal ve askeri eğitim desteği verdi. Reagan yönetimi 1981’de başında William Casey’in bulunduğu CİA’a Contras’a yardım için 19 milyon dolar tutarında bütçe ayırdı. Contras’ın devlet güçleriyle yaptığı bu savaşta sonuç olarak 29 bin kişi yaşamını yitirdi.
Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega’nın 1984’te yaptığı başvuru üzerine Lahey Adalet Divanı 27 Haziran 1986’da aldığı kararla ABD’nin “ bir devlete karşı güç kullanmak suretiyle uluslararası hukuku çiğnediğine” hükmetti ve Washington’u rejim karşıtlarına verdiği desteği durdurmaya çağırdı. Ama Amerikan yönetimi bu kararın gereğini yerine getirmedi, Contras’a askeri desteğini 1989’a kadar sürdürdü.
Türkiye’ye dönersek, PKK’nın 15 Temmuzda durakladıktan sonra terör eylemlerine yeniden başladığını görüyoruz. Terör örgütünün 15 Temmuza karışmış çok sayıda general ve rütbeli subayın tutuklanması ile darbenin ilk hedefi olan TSK’nın bu halinden yararlanma amacında olması anlaşılabilir belki. Ama aynı şey, ABD’nin resmen desteklediğini açıkladığı Suriye kolunun eylemlerinde de görülürse, bazı oldubittiler ortaya çıkarsa, PKK’nın Washington’un Contras’ı olma olasılığı daha da güçlenir elbette.
Amerikan yönetimi, PKK’yı 80’lerde Ortega’ya karşı desteklediği Contras gibi kullanıyorsa, bundan 15 Temmuzda girişilen darbeyi de doğrudan yönettiği gibi vahim bir sonuç çıkar. Bu nedenle, Türk-Amerikan ilişkilerinin düzelebilmesi için Gülen’in iadesi yeterli olmayacak. Amerikan yönetiminin ayrıca Suriye’de Türkiye’nin güvenliğini önceleyen bir çözüme destek vermesi de gerekiyor.
Daha önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, Amerikan yönetiminin Türkiye’yi önemseyen bir politika değişikliğine gidip gitmeyeceğinin turnusol kâğıdını ise uluslararası medyadaki Erdoğan karşıtı kampanyanın ve yalan haberlerin devam edip etmemesi oluşturacak. Farklı ülke medyalarının aynı yerden yönetiliyormuş gibi sistematik yalan haber bombardımanında bulunması doğal değil çünkü.
Sonuç olarak, 2-3 hafta sonra Başkan Yardımcısı Biden ya da Dışişleri Bakanı Kerry’yi Türkiye’ye göndermeye hazırlandığı anlaşılan Washington’un dile getirdiğim konuları ciddi olarak değerlendirmesi gerekiyor. 9 Ağustosta gerçekleşecek Erdoğan-Putin görüşmesi, öyle sanıyorum ki, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği üzerine daha ciddi düşünmesi bakımından ABD’ye ilave bir uyarı olacak.