Ana SayfaYazarlarAhmet Altan nefreti, nefret sahipleri hakkında neler söylüyor?

Ahmet Altan nefreti, nefret sahipleri hakkında neler söylüyor?

 

Derin ve yaygın toplumsal duygular, toplumlar / toplumsal kesimler hakkında çok şey anlatır. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın tahliyelerini izleyen nefret kusma partisi de bu fasıldan bir duygu hali olarak incelenmeye değer. Bu yazıda bunu yapmaya çalışacağım.

 

Her şeyden önce genel olarak nefret duygusuna bakalım… Nefret öyle bir duygudur ki tıpkı kendi mutlaklığı gibi, mutlaklaştırılmış düşünme ve davranma biçimlerinden gayrısına izin vermez. Oysa bu bir cenderedir ve o cenderenin izin verdiği ölçüler içinde hareket etmek, istisnalar dışında her zaman nefret sahiplerinin aleyhine işler.

 

Nefret sahipleri, kendilerini analitik düşünme, parça-bütün ilişkisini gözetme gibi yeteneklerden yoksun bırakan öfkeleriyle, ayağa kalktıktan bir süre sonra meşhur atasözünde denildiği gibi zararla otururlar ama nefret o kadar yoğun bir duygudur ki, uğradıkları zararın farkına bile varmazlar.

 

Duygunun aklı devreden çıkarması ve Ahmet Altan nefreti

 

Duygunun aklı devreden çıkardığı, nefret sahibinin gözünün nefretini tatmin dışında bir şey görmediği koşullarda ortaya çıkacak sonuçları görebilmek için Ahmet Altan nefreti güzel bir örnek teşkil ediyor.

 

Bu nefret her şeyden önce nefret sahiplerinin, çıplak olguyu algılamalarını bile engelleyen bir rol oynadı. Çıplak olgu; yani Ahmet Altan’ın yargılanıp ceza aldığı ve geçtiğimiz pazartesi tahliye edildiği davanın konusu…

 

Bu kesimin kanaat önderlerinin yazılarına, konuşmalarına ve sosyal medyadaki paylaşımlarına bakan biri, Ahmet Altan’ın, genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf gazetesindeki haberler nedeniyle yargılanıp ceza aldığını sanır. Oysa Altan, siyasi iktidarı eleştirmekten çok desteklediği bu döneme dair tutumu dolayısıyla değil, iktidarla arasının tamamen açıldıktan ve ona karşı çok sert bir muhalefet yürütmeye başlamasından sonraki tutumu nedeniyle yargılandı ve cezalandırıldı.

 

İnsanı çıplak olguyu bile algılamaktan mahrum bırakan bir duygu, gömleğin yanlış düğümlenmiş ilk düğmesidir; devamı çorap söküğü gibi gelir.

 

Örneğimizden devam edelim… Bu kesimler nefretlerini biraz seyreltebilselerdi (ki bunu yapabilenleri de görüyoruz) ve bu sayede Ahmet Altan’ın, gerçekte kendilerinin bir numaralı politik muarızlarına karşı çok etkili bir muhalefet yürüttüğü için üç buçuk yıl boyunca hukuksuz bir şekilde cezaevine kapatıldığını anlayabilseydiler, kendi politik mücadelelerinin yararının nerede olduğunu belki kavrayabilirlerdi. Belki ancak o zaman, Ahmet Altan nefretinin bugünkü politik mücadelede en çok kimin işine geldiğini idrak edebilirlerdi.

 

Bu kadar derin bir nefret ancak ideolojik kökenli olabilir

 

Ahmet Altan nefretinin yaygınlığı ve derinliği, bizi bu nefretin kökenleri hakkında da düşünmeye sevk etmeli.

 

Bu nefret görünüşte, Ahmet Altan’ın, yakın geçmişteki darbe davaları sürecinde yaşanan insani acılardaki iddia edilen sorumluluğuna bağlanıyor. Ne var ki nefretin, Altan’ın yönettiği gazetenin ciddi darbe iddialarını ortaya sürmesinden hemen sonra başladığını, davaların ve acıların daha sonra geldiğini göz önünde bulundurursak, nefretin insani acılardan değil ideolojiden kaynaklandığını anlayabiliriz.

 

Yani Ahmet Altan nefreti, demokrasiyi laiklikten ibaret gören ve o kadarını da sadece kendini “Türk” sayanın hakkı  olarak gören kesimler için darbe davalarından çok önce başlamıştı. Yani nefret, darbe davaları sürecinde ortaya çıkan insani acılarla değil, Ahmet Altan’ın darbecilikle mücadele azmiyle ve kararlılığıyla bağlantılı…

 

Bu kesimler, davalar boyunca ortaya çıkan insani acıları, nefretlerinin ideolojiden kaynaklandığını örtmek için ustalıkla kullandılar ve bunda son derece başarılı oldular.

 

Sevan Nişanyan, nefretin başlangıcını Altan’ın 17 Nisan 1995’te yayımlanan “Atakürt” başlıklı yazısına tarihliyor ki ben de katılabilirim bu tespite.

 

 

Liberalin “kahramanlığı”

Ahmet Altan nefretinin psikolojik bir boyutu da var mı? Bence var ve bunu “Liberalin ‘kahramanlığından’ duyulan rahatsızlık” diye özetleyebiliriz…

 

Bu boyut kendini en çok “Ahmet Altan’ın kahramanlaştırılması”ndan duyulan rahatsızlığa yapılan vurgularda kendini belli ediyor.

 

Bunu biraz açalım…

 

Ahmet Altan nefretini paylaşanların bir bölümü onun daha uzun seneler hapiste kalması gerektiğini savunuyor. Mesela dün gece (5 Kasım) Habertürk’teki bir tartışma programında eski savcı Ahmet Zeki Üçok, Altan’ın müebbetle yargılanması, ceza alması ve ömür boyu yatması gerektiğini savundu.

 

Ahmet Altan nefretini paylaşanların öbür bölümü ise cezayı yetersiz bulsa da “daha daha” diye tempo tutmuyor.

 

Fakat her iki kesimin de birleştiği nokta şu: Öyle veya böyle, daha yatsın veya yatmasın, fakat kimse onun sisteme nasıl direndiğinden söz edip takdir etmesin, kahramanlaştırmasın!

 

Bu ortak duygu, bu kesimlerin bireysel direnişleri ve “kahramanlıkları” yüceltme konusunda ne kadar hevesli olduklarını düşününce daha da ilginç bir görünüme bürünüyor. Benim sezebildiğim kadarıyla, onların rahatsızığı, bu hasletin sadece kendileri gibi düşünüp hissedenlerde bulunduğu yönündeki kuruntularından kaynaklanıyor.

 

“Vatan ve millet sevgisinden nasipsiz, kişisel çıkarlarından ve keyfinden başkasını düşünmeyen” bir liberale mi kalmış konforunu kaybetmesine aldırmadan koskoca devlete kafa tutmak?

 

Özetle: Ahmet Altan nefreti sadece Ahmet Altan nefreti değildir. Bunu turnusol kâğıdı gibi kullanarak sahipleri hakkında esaslı bir fikir edinebilirsiniz.

 

 

- Advertisment -